Erdoğan'ın "B" planı

SEDAT BOZKURT


Günlük hayatımızda kullandığımız ya da aşina olduğumuz bazı teknik terimlerin, alanıyla ilgili olmayan durumlarda da meseleyi anlatabilmek için hayli yardımcı olduğunu biliyoruz. Ben de her türlü sürprize gebe ve pek çok temel meseleyle ilgili büyük bir bilinmezlik taşıyan 14 Mayıs seçimleri sonrasını ifade etmek bu teknik kavramlardan yardım alacağım.

Bilimsel ve uzun tariflerinden bağımsız olarak havacılık alanında kullanılan biçimiyle türbülans, “uçmaya yardımcı unsurlardan biri olan hava akışının bozulması nedeniyle uçağın sallanması” anlamına geliyor. Türbülansa girmek de uçağın, uçuş esnasında bozuk hava akımına kapılmasını ifade ediyor. Türbülansta uçak düşmüyor sadece biraz irtifa yani yükseklik kaybetmesine neden oluyor. Bu gibi durumlarda kokpitteki pilotun tecrübesinin önemini de atlamayalım. Bu bilgi aklınızda dursun lütfen.

Türk siyasi hayatının en önemli kırılma noktaları nedir?” diye sorsanız, yakın tarih ile ilgilenen ya da bunun en azından bir kısmına tanıklık yapmış olanlar muhtemelen farklı örnekler vereceklerdir. Uzun bir tartışmaya tanıklık yapabilirsiniz ama sonuçları ve yarattığı değişim gibi bazı özelliklerle sınırlandırırsanız örneklerin sayısı azalacaktır.

14 Mayıs 1950 seçimleri üzerinde mutabık kalınacak ilk örnektir bence. Sandıktan çıkan sonuç ile Cumhuriyetin kurucu babaları -İsmet İnönü başta olmak üzere- devletin yönetimini, kimsenin burnu kanamadan müthiş bir olgunluk içinde DP kadrolarına devretmişlerdir. Bu yenilgiyi “en büyük zaferim” diyerek de kabullenmiştir İnönü.

Meseleyle ilgili bağlantı kurması ve İktidar yanlılarının da ilgisini çekmesi için inşaat terminolojisiyle ilerleyelim, bu temeli atılmış demokrasinin su basmanının çıkılması demektir. Üzerine şahane bir ev yapabilirdiniz, çok katlı güzel bir apartman da hemen yıkılabilecek bir baraka da… Bu mesele hayli uzun ama tartışmakta yarar var. Çünkü hep o su basmanında kalıyor demokrasimiz.

Niyetim bugünün konforlu alanında pozisyon alarak tek parti döneminin o gün yaptıklarını eleştirmek değil. O günün politik tablosunu anlatabilmek için bazı tespitler yapmak istiyorum. Çünkü; niyet ettiği amaca ulaşamamış olsa da AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kalın bir 14 Mayıs vurgusu ile anayasal yetkisini amacı dışında kullanarak seçimleri 1 ay öne aldı. Oysa 14 Mayıs 1950, devlet otoritesine karşı sivil bir politik hareketin zaferini işaret eder. Demokrasi aygıtı olan sandıkta yenilen, devleti politik amaçları için (tek parti yönetimi başka nasıl olabilir?) kullanan siyasi yapıdır. Kazanansa, ona karşı örgütlenmiş ve demokrasi talep eden sivil halktır. Erdoğan’ın 14 Mayıs hikayesinin tutmamasının hatta geri tepmesinin en önemli nedeni de budur. Politik konumu itibariyle bugünün AKP’si o günün devleti de temsil eden CHP’sidir. O günün Demokrat Partisi de yine devleti temsil eden AKP’nin karşısında konumlanmış olan politik kimlik çeşitliliği de bulunan Millet İttifakı’dır.

Bu noktadan bakınca da bence 14 Mayıs 1950’den sonra Türk siyasi hayatının en önemli ikinci kırılması 14 Mayıs 2023’de yaşanacak ve Türk demokrasi tarihinde sözü edilecek ikinci 14 Mayıs tarihi kayıt altına alınacaktır.

İttifaklar içi soğuk savaşlar

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin siyasete getirdiği en büyük dayatma ittifak kurma zorunluluğudur. Buna, bugün iktidarın ayağına dolandığı görülen seçim yasası değişikliğinin mecbur kıldığı ortak listeyi de eklemek lazım. Normalde birbirine rakip olması gereken partiler aynı ittifak çatısı altında hatta aynı liste içinde buluştular. Buluştular ama aralarında var olan politik rekabetten vazgeçmediler, açık mücadele yerini, benim “soğuk savaş” olarak adlandırdığım bir yönteme bıraktı.

Millet ittifakında CHP- İyi Parti rekabeti erken başlamıştı. İyi Parti ittifak içinde kendisini ayrı bir noktada konumlandırınca diğer 5 partiyi doğal olarak karşısına aldı. Bu cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde görünür hale geldi ve ortak liste oluşturma aşamasında iyice netleşti. SP ile Gelecek “ittifak içinde ittifak” modeliyle Deva’nın kapısını çaldı ama olumlu yanıt alamadı. Deva’nın ret yanıtının içeriği SP ile Gelecek Partisi’nin hiç hoşuna gitmedi. İyi Parti kendi listesine ittifak içinden kimseyi almayacağı kararındaki ısrarını sürdürdü. Bazı seçim bölgelerinden tek liste konusunda CHP’den garanti yerlerden kontenjan alarak uzlaştı. Cumhurbaşkanı adayı belirlenip İyi Parti listesini oluşturunca ittifakın diğer 4 bileşeni bir anda kendilerini ortada kalmış hissettiler. Durum krize dönüşecekken Kemal Kılıçdaroğlu devreye girdi; son derece cömert davranarak DP, Gelecek, SP ve Deva’lı adaylara CHP listelerinde yer verilmesini sağladı. Ama bu listeler de sıkıntıyı bitirmedi.

Cumhur ittifakında ise hep Devlet Bahçeli’nin bir hamle yaparak ittifakı bozacağı beklentisi konuşuluyordu. İttifakı bozacak kadar olmasa da soğuk savaşı ortaya çıkaracak hamle bir akşam geç saatlerde sosyal medyadan geldi. MHP her seçim bölgesinden kendi adı ve logosuyla seçimlere katılacağını Bahçeli’nin tweet’i ile açıkladı ve milletvekili listesini günler öncesinden YSK’ya teslim etti. Aradan koca bir Ramazan geçmesine karşın Bahçeli ile Erdoğan bir araya gelmediler, klasik ikili iftarlarının fotoğraf karesi de paylaşılmadı. Nedenleri konusunda net bilgiye sahip olmasak da Bahçeli’nin çıkışının rahatsızlık temelli bir tepki olduğu konusunda tereddüt yok. Elimizde ortak listeden, genişleyen ittifak modeline kadar farklı söylentiler var.

Hüda Par’ın adıyla olmasa da adaylarıyla ittifaka dahil edilmesi hem MHP’de hem de BBP’de sıkıntı yarattı. Yeniden Refah Partisi’nin de ittifaka girme koşulu olarak amblemiyle ve ayrı olarak katılma isteği MHP ve BBP’den tepki görmüştü. Sadece devlet törenlerinde bir araya gelen bir ittifak modeli artık Cumhur İttifakı. Seçim sonrasına kadar muhtemelen varlığını sürdürür ama seçim sonuçları ne olursa olsun çok uzun gitmeyeceği görülüyor.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nda da her şey güllük gülistanlık değil. İlk olarak TKP ve Sol Parti ardından Halkevleri ittifak bloğunda davete karşın ya yer almadı ya da ayrıldı. Seçmenlerden yoğun ilgi görmesi üzerine politik risk alan TİP kendi listesiyle ittifak içinde ayrı olarak pek çok seçim bölgesinde seçimlere katılma kararı aldı. Mesele tartışma yarattı, karşılıklı eleştiriler dillendirildi. TİP Genel Başkanı cezaevinde Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ederek ortamı yumuşatmak zorunda kaldı. Seçim sonuçları buradaki tartışmayı hayli alevlendirecek gibi. Ahmet Şık'ın yayınlanan açıklamaları ve buna tepkiler bunun ipucunu da verdi...

İttifaklardaki partilerin farklı olduklarını hatırlayalım. İttifaka girerek tek parti olmuyorlar, farklılıklarını muhafaza ederek ortak hareket etme kararı alıyorlar. Doğrusu, demokratik bir ortamda bu partilerin yarışmasıdır. Bu seçim, bu zorlama modelin de sonunu getirecektir.

14 Mayıs sonrası türbülans kaçınılmaz

Anket sonuçlarına bakıldığı zaman parlamentoya girme ihtimali yüksek her 3 ittifakın da 300 milletvekiline ulaşamayacağı açıkça görülüyor. Görülen bir başka tabloya göre de ister Cumhur ister Millet İttifakı, herhangi biri Emek ve Özgürlük İttifakı’nı yanına alsa bile anayasa değişikliğini referanduma götürebilecek olan 360 milletvekili sayısına ulaşamıyor. Tablo böyle ortaya çıkarsa seçimler sonrasında oluşacak parlamentonun anayasa değişikliğini, Millet ve Cumhur İttifaklarının bir araya gelmesi dışında gerçekleştirmesi mümkün değil.

O zaman şimdi zor bir soru: Bu 2 ittifak bir araya gelir mi? Siyasetin muhtelif pratikleri zor olanın yapılabildiğini gösteriyor. Seçimler sonrasında ülkenin gireceği türbülansın en şiddetli anında buna bakacağız.

Seçimler sonrasında parlamentoda temsil edilen parti sayısı ittifaklar içinde seçildikten sonra partilerine dönmeleri halinde en az 13 olacak gibi görünüyor. Politik türbülans halinde bu partilerin sayısı da sahip olduğu milletvekili sayısı da değişecektir.

Erdoğan’ın da Kılıçdaroğlu’nun da bu türbülansı gördüğünden eminim. Buna göre bir plan düşündüklerini de tahmin ediyorum. Emin olduğum bir başka şey de kafalarındaki bu planlardan hiç kimseye söz etmedikleri…

Erdoğan’ı hep 7 Haziran -1 Kasım 2015 seçimlerinde, ülkenin terörize olmuş hali ve güvenlik meselesini ön plana çıkararak AKP’nin oyunu yüzde 20 artırması üzerinden konuştuk. Oysa o dönem partisinin genel başkanı ve ülkenin başbakanının bile haberinin olmadığı planını uyguluyordu. Bunun bir ayağı koalisyon hükümetinin kurulmamasıydı. Bunu başardı, koalisyon hükümeti kurdurmadı ve ülkeyi seçime götürdü.

Erdoğan seçimi kesin kazanacağına inanıyor, yanındakiler buna henüz ikna olmuş değiller. Çünkü Erdoğan seçimi nasıl kazanacağını da kimseyle paylaşmıyor. Ama aklının bir kenarında “ya kaybedersem” seçeneği mutlaka bulunuyordur.

Erdoğan seçimi kaybederse ilk yapacağı iş Kılıçdaroğlu’nun bu yetkilerle ülkeyi yönetmesinin önüne geçmek olacaktır. Bunun ilk adımı olarak da parlamenter sisteme geçiş için anayasa değişiklik teklifini AKP olarak TBMM’ye sunacağını düşünüyorum. Hatta bunun ilk işaretini seçim beyannamesini açıklarken “restorasyon” olarak da verdi. Bu sistem konusunda pazarlığa açığım demektir.

Erdoğan seçimler sonrasında ortaya çıkacak türbülansı olabildiğince kullanacak ve sürmesine de katkı sağlayacaktır. Millet İttifakı bileşenlerinin hiçbiri TBMM çatısının altında parlamenter sisteme geçişi öneren anayasa değişiklik teklifine hayır diyemez. Haklı olarak “enkaz devraldık” diye sabır ve zaman isteyecek yürütme organı bir anda bu şiddeti sürekli artan türbülans ile uğraşmaya çalışacak. Bu koşullarda “her şey iyi olabilecek mi?” göreceğiz.

Teorik olarak bakarsak bir biçimde parlamenter sisteme geçilmesi halinde parlamento içi denklemler yeniden kurulacaktır. Yeni ittifaklara ihtiyaç olmasa da alternatif koalisyon hükümet modelleri de müstakbel başbakan adayları da konuşulacaktır. İttifaklar içi soğuk savaşlar, türbülansın etkisini artırma ihtimali nedeniyle önemli.

Bildiğim; 14 Mayıs sonrası muhtemelen memleket olarak emniyet kemerleri hep takılı şekilde yolculuk edeceğiz.

Bilmediğimse bu çok sallantılı yolculuğun ne kadar süreceği…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR