Gazetecilik bir direniş alanıdır

GÜLİZAR BİÇER KARACA

10 Ocak, basın tarihinin önemli dönüm noktalarından biri…

10 Ocak, bir kutlama olmaktan ziyade, mesleki özgürlükler ve insani haklar için verilen mücadelelerin bir muhasebesi haline gelmiş durumda.

Bu tarih, gazetecilik mesleğinin yasal bir statüye kavuştuğu, basın çalışanlarının haklarını güvence altına almayı amaçlayan bir dönemin sembolü...

Ancak bugün kazanımların birçoğu aşınmış, ifade özgürlüğü ve basın meslek ilkeleri ağır tehditlerle karşı karşıya kalmış durumda.

Günümüz Türkiye’sinde gazetecilik mesleği, tarihsel kazanımlarını birer birer yitirirken, hem ekonomik hem de hukuksal bir kuşatma altında...

Son dönemde tartışmalara neden olan Dezenformasyon Yasası gibi düzenlemeler, “yanlış bilgi yayma” gerekçesiyle basın özgürlüğünü giderek daha da daraltıyor.

İktidarın ideolojik hükümleri, gazetecilerin mesleklerini icra etmelerine karşı, hukuksal baskıyı artırıyor ve iktidar oto-sansürü körüklüyor.

Bu çerçeve gazetecilere yönelik tutuklama, sansür, erişim engelleri ve oto-sansür gibi uygulamaların yaygınlaşmasına zemin hazırlıyor.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve diğer bağımsız kuruluşların verilerine göre, Türkiye, basın özgürlüğü sıralamasında en alt sıralarda yer alıyor ve bu tablo, mesleğin icrasını her geçen gün daha zor hale getiriyor.

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) verilerine göre de Türkiye, dünyanın en çok gazeteci hapseden ülkeleri arasında...

2024 itibarıyla cezaevinde bulunan gazeteci sayısının 70’i aştığı belirtilirken, bu baskının ulaşabileceği boyutlar gözler önüne seriliyor.

Öte yandan dijitalleşme, medya ekosisteminde bir devrim yaratmış olsa da geleneksel gazeteciliği derin bir krize sürükledi.

Bunun sonucunda çok uluslu medya tekellerinin hakimiyeti altında gerçeği savunmak daha da zorlaşıyor.

Dijitalleşme, bilgiye erişimin önünü açıp, demokratikleştirirken aynı zamanda dezenformasyonun yayılmasını da kolaylaştırıyor ve gazetecilerin güvenilir bilgi sunma misyonunu tehdit ediyor.

Küresel medya ağları da bağımsız gazeteciliği ekonomik olarak zayıflatırken, yerel gazeteler ve bağımsız medya organları, reklam gelirleri ve okuyucu kitlesini de kaybediyor.

Özellikle reklam gelirlerinin büyük bölümünü elinde bulunduran teknoloji devleri, yerel medya kuruluşlarını ekonomik bir çöküşe sürüklerken, bağımsız haberciliğin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor.

Mesleğin sınanması bunlarla da bitmiyor.

Bugün dünyada yükselen otoriter ve popülist rejimler, sistematik saldırılarla gazetecileri susturmayı, iktidarlarını sağlamlaştırmanın ilk adımı olarak görüyor.

Gerçeği savunmak için kalemiyle mücadele eden gazeteciler, yalnızca mesleklerini değil, aynı zamanda özgürlüklerini ve hayatlarını riske atıyor.

RSF tarafından yayımlanan verilere göre, 2024 yılında dünyada öldürülen 54 gazeteciden 31'i çatışma bölgelerinde hayatını kaybetti.

Türkiye özelinde ise öldürülen gazetecilerin sayısı, medya tarihimizdeki karanlık bir leke olarak duruyor.

Meslek için kara bir takvim aralığı 8 Ocak’ta Metin Göktepe ile başlayıp, 19 Ocak’ta Hrant Dink’e, 24 Ocak’ta Uğur Mumcu’ya, 1 Şubat’ta Abdi İpekçi’ye uzanıyor.

RSF Genel Direktörü Thibaut Bruttin şöyle diyor:

"Gazeteciler ölmüyor, öldürülüyorlar; hapiste değiller, rejimler onları içeri atıyor; kaybolmadılar, kaçırıldılar.

Genellikle hükümetler ya da silahlı gruplarca düzenlenen bu suçlar, uluslararası hukuku hiçe saymakla birlikte çoğu zaman cezasız da kalıyor.

Olayların gidişatını değiştirmeli ve vatandaşlar olarak kendimize, gazetecilerin bizim için, bizi bilgilendirmek için öldüğünü hatırlatmalıyız.

Saymaya, adını koymaya ve kınamaya, soruşturmaya ve adaletin yerini bulmasını sağlamaya devam etmeliyiz. Kadercilik üstün gelemez.

Bizi bilgilendirenleri korumak, gerçeği korumaktır."

Bugün Türkiye’de ve dünyada, yalnızca işlerini yaptıkları için cezalandırılan gazetecilerin sayısı alarm verici düzeyde.

2024 yılı itibarıyla, dünyada tutuklu gazeteci sayısı %7 artışla 550’ye ulaşmış vaziyette…

2024 yılı itibarıyla, dünyada en fazla tutuklu gazeteci bulunduran ülkeler sıralamasında Türkiye, Çin, İran ve Rusya gibi otoriter yönetimlerle aynı kategoride değerlendiriliyor.

Türkiye’de 2024 itibarıyla gazetecilere verilen basın kartlarının neredeyse %30’u iptal edildi.

Bu tutumla da iktidar, gazetecilerin iş yapma koşullarını daha da zorlaştırmayı hedefliyor.

Az önce saydım; Türkiye’de son yıllarda görev başında öldürülmüş gazetecilerin anısı da hala taze, yüzlercesi de işini yaparken fiziksel saldırıya uğradı ya da tehdit edildi.

Gazetecilerin karşı karşıya olduğu bir diğer önemli sorun ise, ekonomik güvencesizlik...

Artan enflasyon ve işsizlik, gazetecilerin hem kişisel yaşamlarını hem de mesleki bağımsızlıklarını tehdit ediyor.

Özellikle sendikasızlaştırma politikaları ve düşük maaşlar, gazetecilerin yaşam koşullarını dayanılmaz hale getirdi.

Türkiye’de basın çalışanlarının 1961 yılında kazandığı hakların büyük bir kısmı, hukuksuz düzenlemeler ve neoliberal politikalar nedeniyle, günümüzde ya tamamen ortadan kalktı ya da kağıt üzerinde kaldı.

Gazeteciler, ekonomik sıkıntıların yanı sıra yasal düzenleme eksiklikleri nedeniyle her an işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya.

Oysa basın özgürlüğü, genel özgürlük mücadelesinin ayrılmaz bir parçası. Medyanın sermaye ve devlet güdümünden kurtulması, demokratikleşmenin olmazsa olmazı.

Bugün, gazeteciliği mesleki bir çerçeveye oturtan ve etik ilkeleri güvence altına alan kapsamlı bir düzenlemeye olan ihtiyaç her zamankinden daha acil...

Bu bağlamda; Basın Kanunu’nda, gazetecilik mesleğini düzenleyen, hakları garanti altına alan ve sansürü suç olarak tanımlayan yeni bir “tutum” hayata geçirilmeli.

Medya Dayanışma Grubu’nun 2024 Gazetecilik Hak

ve Özgürlükler Deklarasyonu- İfade ve Medya Özgürlüğü başlığındaki şu talepler karşılık bulmalı:

*Basın Kanunu, dijital habercilik ile serbest gazeteciliği de kapsayacak biçimde ve gazetecilik meslek örgütleri ile işbirliği yapılarak güncellenmelidir.

* Avrupa Medya Özgürlüğü Yasası da dikkate alınarak, medya özgürlüğü ve gazetecinin güvenliğinin sağlanmasına yönelik yasal hükümler getirilmelidir. Gazetecilerin editoryal bağımsızlığı güvence altına alınmalı, dijital ortamlardaki “korsan” saldırılara karşı devlet tarafından korunmaları sağlanmalıdır.

* Gazetecilere yönelik tehdit ve şiddet, kamusal görevin engellenmesi ve halkın haber alma hakkının ihlalidir. Gazeteciler, fiziki ve dijital ortamlarda maruz kaldıkları her türlü şiddete karşı korunmalıdır.

Güvenlik güçlerinin gazetecileri engellemesi, çalışma özgürlüğünü sınırlaması ve şiddet uygulamasına karşı yaptırım uygulanmalıdır.

* Basın Kanunu’ndaki gazetecinin haber kaynağını açıklamama

hakkı ile ilgili hükme, “konusu suç oluştursa dahi” ibaresi eklenerek genişletilmeli ve güncellenmelidir.

* “Düzeltme ve Cevap Hakkı”nın kötüye kullanımı önlenmelidir. “Düzeltme ve Cevap Hakkı”nın kriterleri yeniden düzenlenmeli, mahkemeye metni düzelterek kabul etme yetkisi tanınmalı, düzeltme haber ya da yazıdaki konularla sınırlı

olmalıdır.

Tüm bunlar, gazetecilerin haklarını korumanın yanı sıra, kamuoyunun doğru bilgiye ulaşma hakkını da teminat altına almak için gerekli.

Velhasıl; yaşadıklarımızın bize gösterdiği en somut hakikat şu: Gazetecilik, sadece bir meslek değil, aynı zamanda otoriterliğe karşı bir direniş ve hakikat mücadelesidir.

Bu nedenle, gazeteciler yalnızca haber yaptıkları için değil, hakikati savundukları için hedef alınıyor.

Görev başında yaşamını yitiren, hapsedilen ve sürgüne zorlanan gazeteciler, özgür basının ne denli kırılgan olduğunu hatırlatıyor.

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, yalnızca gazetecilerin haklarını kutlamak için değil, aynı zamanda bu hakların korunması ve genişletilmesi için bir çağrı olarak ele alınmalı.

Türkiye’de ve dünyada basın özgürlüğünü savunmak, sadece gazetecilerin değil, demokrasiden yana olan herkesin sorumluluğu olmalı.

Çünkü basın özgürlüğü, yalnızca gazetecilerin değil, halkın gerçekleri öğrenme hakkının da teminatı.

Bu hak için mücadele etmek, özgür bir gelecek için en değerli adımlardan biri…

Unutulmamalıdır ki, özgür bir basın yoksa, özgür bir toplum da uzak bir ihtimal…

Bu bağlamda, hayatını kaybeden gazetecilerin anısını yaşatmak, cezaevindeki gazetecilerin sesi olmak ve daha adil bir medya düzeni için mücadele etmek, hepimizin ortak görevidir.

Hakikate ses olmak; hakikati sahiplenmek üzerimize vazifedir.

Hakikat susturulamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR