
İLKE ATİK TAŞKIRAN
Gelecek çoktan başladı ama herkes aynı yaşta değil
2025 Eylül’ünde Çin, sessiz ama etkili bir dönüşüm sürecini başlatıyor, hem de sınıf duvarlarının içinden. Ülke genelinde tüm ilkokul ve ortaokul öğrencileri, haftada en az sekiz saat zorunlu yapay zeka eğitimi alacak. Bu adım, yalnızca bir müfredat değişikliği değil; aynı zamanda eğitimin, teknolojiyle bütüncül bir şekilde ele alındığı yeni bir yönelimi temsil ediyor. Yapay zekâ artık sadece teknik becerilerle sınırlı değil; erken yaşta kazandırılması gereken bir düşünme biçimi, etik farkındalık ve toplumsal okuryazarlık alanı olarak görülüyor. Çin’in yaklaşımı, geleceği yalnızca yazılım değil; zihinsel esneklik ve eğitim yoluyla kurmayı hedefliyor.
Yapay zeka eğitimi ilk kez 2018'de Çin'in müfredatına dahil edilmişti. O günden bu yana bazı bölgelerde seçmeli, bazılarında zorunlu olarak uygulanıyordu. Yeni uygulamayla birlikte eğitim, teknik becerilerin ötesine geçerek algoritmik düşünceyi, etik tartışmaları ve toplumsal etkileri kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılıyor. Amaç yalnızca bireyleri değil; toplumu yapay zekâ çağının gereklerine uygun bir zihniyetle donatmak. Bu vizyon, Çin’in 2030 yılına kadar yapay zekâ alanında küresel lider olma hedefiyle de bire bir örtüşüyor.
Dağınık modeller, ortak hedef
Yapay zekâ alanında liderlik iddiasını koruyan ABD ise bu teknolojiyi eğitime daha daha dağınık ve yerel inisiyatiflere dayalı bir yapıyla dahil ediyor. 2024’te başlatılan federal programla eyaletlere destek sağlanırken, AI4K12 gibi gönüllü müfredat çerçeveleri bulunuyor. Ancak eyaletlerin kendi sistemlerini belirlemesi, uygulamalar arasında ciddi farklılıklar doğmasına sebep oluyor. Kaliforniya gibi bazı bölgeler hızla ilerlerken, kimi yerlerde yalnızca tanıtıcı materyallerle yetiniyor. Bu tablo, bir yandan seçkin uzmanları yetiştirirken, diğer yandan çok sayıda öğrencinin bu dönüşümden faydalanamamasına neden oluyor.
Benzer eğitim vizyonları başka ülkelerde de hayata geçiyor. Güney Kore, ortaokuldan itibaren yapay zekâ dersini zorunlu hale getirirken, 2025’e kadar tüm okullarda "AI Smart School" modelini kurmayı hedefliyor. Singapur’da “AI for Kids” gibi programlarla ilkokuldan itibaren algoritmik düşünme, problem çözme ve etik farkındalık geliştiriliyor. Birleşik Krallık ve Almanya ise bilgisayar bilimi müfredatlarına entegre edilen modüllerle yapay zekâyı adım adım yaygınlaştırıyor. Bu ülkeler için yapay zekâ, sadece bir teknoloji değil; yeni bir okuryazarlık alanı.
Peki, Türkiye bu dönüşümün neresinde?
Dönüşümün farkında olan çalışma grupları ve strateji belgeleri olsa da yapay zekâ henüz eğitim sisteminin temel bir parçası haline gelmiş değil. Hâlâ teknolojik donanıma erişim, dijital dönüşüm zannediliyor. Oysa mesele yalnızca aracı cihazlar değil; bu teknolojiyi nasıl anlamlandırdığımız, nasıl yorumladığımız ve ne tür bireyler yetiştirmek istediğimizle doğrudan bağlantılı.
2021’de Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yayımlanan Ulusal Yapay Zeka Stratejisi bu konuda bir çerçeve sundu ama uygulamada sınırlı etkisi oldu. Liselerde açılan “Yapay Zeka Uygulamaları” seçmeli dersleri donanım, öğretmen yetkinliği ve pedagojik derinlik konusunda eksiklikler barındırıyor. Üniversitelerdeki yapay zeka bölümleri ise genellikle mühendislik odaklı ve disiplinlerarası bir yaklaşımdan uzak. Oysa yapay zekâ, yalnızca kod yazma becerisiyle sınırlandırılamaz; toplumu dönüştürme, insani değerleri koruma ve geleceği sorgulama kapasitesidir.
Bu noktada, eğitim sistemimizdeki indirgemeci yaklaşım sorgulanmalı. Yapay zekâ, yalnızca STEM alanlarına sığdırılamayacak kadar katmanlı. Felsefe, sosyoloji, sanat, edebiyat gibi alanlarla kesişmeyen bir eğitim, insanın teknolojiyle kurduğu ilişkiyi derinlemesine anlamlandıramaz. Çünkü gelecekteki kritik sorular teknik değil, etik olacak: Yapay zekâ karar verebilir mi? Algoritmalar ayrımcılık yapar mı? Veri kime aittir?
Bu sorulara yalnızca üniversite yıllarında değil, çocukların dünyayı yeni yeni anlamaya başladıkları ilk yıllarda da yer açmalıyız. Gerçek dönüşüm bilgiyle değil, merakla başlar. Bir çocuğun “Neden?” diye sorması, geleceğe atılan en güçlü adımdır. Çin’in erken yaşta başlattığı yapay zekâ eğitimi bu nedenle önemli: çocuklara sadece teknoloji kullanmayı değil, onu anlamlandırmayı öğretmek. Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; dünyaya nasıl bakacağımızı belirleyen bir zihinsel alışkanlıktır.
Türkiye’de ise eğitim, teknoloji ve sanayi politikaları arasında halen bütüncül bir yapı oluşturulamamış durumda. Kurumlar arası eşgüdüm eksikliği, bu alandaki potansiyelin gerçekleşmesini engelliyor. Bu da Türkiye’yi sadece geriden gelen değil, yarış dışı bir konumda bırakma riski taşıyor.
Henüz geç değil!
Ancak zaman hâlâ bizim lehimize işleyebilir. Bunun için strateji belgeleriyle oyalanmak yerine, somut adımlar atmak gerekiyor. Sınıflara yatırım yapılmalı, öğretmen eğitimleri güncellenmeli, yapay zekâ eğitimi oyunlaştırılmalı ve çocukların hayal gücünü harekete geçiren yaratıcı içeriklerle desteklenmeli.
Görüldüğü üzere, gelecek herkese aynı anda başlamıyor. Bazı ülkeler, çocuklarının zihninde bu çağa çoktan yer açtı bile. Bazıları ise hâlâ hangi kapıdan gireceğini tartışıyor. Geç kalmak, sadece bilgiyle değil; hayal gücüyle de telafi edilemeyen bir mesafedir. Bu yüzden her adım, yalnızca bugünün değil; yarınla kurduğumuz ilişkinin bir ifadesidir.
Yapay zekâyı yalnızca teknik bir beceri alanı olarak görmek, Türkiye’yi izleyici konumuna hapseder. Oysa bu dönüşüm, kültürel değerlerle, yerel birikimle ve toplumsal hayal gücüyle yeniden yorumlanarak eğitim sistemine entegre edilirse; çocuklarımız çağı yakalayan değil, ona yön veren bireyler olabilir. Bu yol kolay değil, ancak daha derinlikli, daha sürdürülebilir ve kuşaklar boyu etkisini hissettirecek kadar anlamlıdır.