CEM ERCİYES
Konserler
Konser ve festivaller mevsimi başladı ve biz bir kere daha ‘yeni Türkiye’de yaşadığımızı hatırladık. Aynur’dan Melek Mosso’ya birbirinden çok farklı müzisyenlerin konserleri iptal edildi. Eskişehir’de gençlerin üç gün boyunca müzik dinleyip eğlendikleri çadır kurdukları Anadolu Fest de yaptırılmadı. İslamcı muhafazakar dünya görüşünün ‘uygunsuz’ bulduğu, hele ki bir parça da muhalif tonu olan her şeyin önüne örülen duvarın gittikçe yükseldiğini ve uzadığını görüyoruz. Her gün biraz daha müdahaleci, biraz daha yasakçı bir idare anlayışı kendini gösteriyor.
Pandemiyle geçen iki üç yıl boyunca pek az konser vardı. Olanlar da binlerce kişiyi kolay kolay bir araya getiremiyordu. Bu yaz pandemisiz Türkiye’ye gözümüzü açtığımızda, geçen üç yıl içinde ülkenin birkaç adım daha muhafazakarlaştığını gördük. Konser yasakları organize bir uygulama gibi, hatta bunun için İçişleri Bakanlığı’na soru önergesi bile verildi. Ama belki de sadece durumdan vazife çıkartan yerel yöneticilerin, belediye başkanları ve valilerin inisiyatifinden ibaret. Çünkü artık Türkiye’nin hakim ideolojisi İslamcı muhafazakarlık olmak üzere. Pek çok idareci de bu dünyadan geliyor ya da en azından buna göre pozisyon alması gerektiğini düşünüyor. Nihayetinde, AK Partili bile olmayan, daha sağda, daha muhafazakar çevrelerin verdiği en ufak tepki bir işaret fişeği kabul edilip ona göre ‘toplumsal hassasiyet’ bahanesi harekete geçiriliyor ve laik yaşam tarzının simgesi olan kolektif faaliyetlerin önündeki duvar biraz daha genişletiliyor. Yaşam tarzları arasındaki farkın ve çatışmanın belirginleştiği bu tür tartışmalara ise, ülkeyi yönetenlerin hiçbir itirazı olmuyor …
Refah Partisi 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kazandığında içkiyi ve eğlenceyi yasaklarlar sanıyorduk. Ama öyle olmadı. Fakat bizim bir günde olacağını sanıp korktuğumuz, sonra da şaşkın kurbağa gibi alıştığımız süreç yirmi yılda neredeyse o seviyeye geldi. Hatırlayalım, 2000’lerde kentin atmosferini değiştiren, birbiriyle rekabet ederek büyüyen, dünya starlarını getirip on binlerce genç insanı bir araya toplayan o büyük açık hava festivalleri artık yok. Bunun temel sebeplerinden biri içki yasağı. Festival yapılabilecek alanlarda içki satışını engelleyen, fiyatları artıran, içki firmalarının sponsorluğunu yasaklayan düzenlemeler hem eğlencenin tadını kaçırdı hem de işin ekonomisini bozdu. Tabii ekonomi demişken 2022 itibariyle içinde bulunduğumuz krizde uluslararası etkinlik düzenlemenin artık imkansız hale geldiğini de hatırlatalım…
Kültür sanat ve eğlencenin tamamen durdurulduğu değil, hizaya sokulduğu bir yaşam arzu ediliyor. Festivaller yapılsın ama içilip coşulmasın, sevişilmesin. Mümkünse turizme hizmet etsin, Beyoğlu Kültür Yolu gibi bir ucu Galataport yatırımına çıksın… Salonlar müzeler yenilensin, ama içlerinde ağırbaşlı etkinlikler meraklı kitleyle sakin sakin buluşsun soranlara Türkiye modern denilebilsin… İnsanlar ‘hassasiyetlere aykırı’ düşünce ve eylemlerini mümkün mertebe evlerinde yaşasınlar. Ama bir aya geldikleri, kalabalıklara dönüştükleri, görünür oldukları kamusal ortamda sınırlarını bilsinler; toplumun muhafazakar kesimleri nasıl yaşıyorsa onlar da öyle davransınlar. Yoksa duvar örülür, yasaklar ve engellemeler gelir.
Müziği gibi hayata baktığı pencerenin de güzel olduğunu düşündüğüm şarkıcı Ezhel ile yapılan bir söyleşi var. “Sanki adeta kültüre karşı, sanata karşı, gençliğe karşı, eğlenceye karşı açılmış bir savaş olduğunu düşünüyorum” dediği bu söyleşide sözü şöyle bağlıyor: “Sanat, su gibi bir şekilde çatlağını bulan bir şey.”
Hakikaten yolunu tıkadığında başka yerden akıyor. Tam da müzik yasakları tartışmasının zirve yaptığı zamanda, geçtiğimiz cumartesi günü Fazıl Say Munzur’un kıyısında piyanosunu çalıyordu. Aynı gece Aynur, İstanbul Açıkhava’da şarkılarını söyledi. Önemli bir konser de İnönü Stadı’ndaydı (Vodafone Park); Mor ve Ötesi’nin stadyum dolduracak kadar sevilen bir grup haline gelmesinde müziği kadar sanatçı duruşunu hiç bozmamasının da etkisi olduğunu sanıyorum. On binlerce kişinin inadına katıldığı bu konserler için küçük bir çatlak değil suyun gürül gürül aktığı bir yol demek daha doğru.
Yani İslamcı muhafazakar akıl ne yaparsa yapsın, bir yaşam biçimini engellemek, müziğin sesini kısmak neyse ki mümkün değil.