ORHAN GAZİ ERTEKİN
Ölülerin Dinmeyen Fısıltıları: Ahmet Albay’dan Zeki Tekiner’e
ORHAN GAZİ ERTEKİN
Av. Ahmet Albay ve Av. Zeki Tekiner tam 43 yıl önce öldürüldüler. Toplumsal ve siyasal hafızamızın kıyılarında tutulmuş, sadece ölüm yıldönümlerinde ve ancak çok eski bir geçmişin silikleşmiş hatıraları gibi siyah beyaz fotoğrafları ile anılan avukatlar ikisi de.
Oysa onlar ölümlerinden 43 yıl sonra bile bizimle hala konuşmaya devam ediyorlar. Bugüne dair tüm meselelerimizde tanıklıkları ve sözleri var. Ama daha önemlisi ölümleri üzerinden de bizi hala düşünmeye ve davranmaya zorlayan; ölümleri ve ölümlerinin tüm sonuçları ile de hala bizlere seslenmeye devam avukatlar onlar. Bugün onları nasıl hatırlayacağımız veya nasıl hatırlamamız gerektiği sorusunun bir yandan Türkiye’de hala gücünü sürdüren “cinayet endüstrisi”ni anlamak açısından önemi var. Çünkü bugünümüze de yön veren bir cinayet piyasası hala varlığını sürdürüyor. Ama aynı zamanda bugün dost ve yoldaşlarımızı, ittifaklar dünyasının politik geçmişini ve geleceğini fark etmek için de değeri var bu hatırlamanın.
Peki neden? Ve kimlerdi bu avukatlar? Bize ne söylüyorlar? Neyi Fısıldıyorlar? Hangi fısıltılarını büyütmeli ve çığlığa dönüştürmeliyiz?
Cumhuriyetçi Avukatlar
Av. Ahmet Albay 17 Nisan 1980’de Adana’da faşistlerin silahlı saldırısına uğradı.16 gün komada kaldı ve 3 Mayıs 1980’de hayatını kaybetti. Bugün tam 43. ölüm yıldönümü. Albay Adana CHP il başkanı idi. Maraş katliamı davasında müdahil avukatlığı yapıyor ve tehditler alıyordu. Daha yakın zamanda bürosuna bomba konulmuş, patlamadan tesadüfen kurtulmuştu. Albay’ın öldürülmesinden yaklaşık bir ay sonra ise bu kez CHP Nevşehir il başkanı Av. Zeki Tekiner 17 Haziran 1980’de yine silahlı saldırı ile katledildi. O da uzun zamandır faşist paramiliter güçlerin tehditleri ile karşı karşıya kalmış ve hatta dört ay öncesinde de bir silahlı saldırı ile yaralanmış, bir süre tedaviden sonra ancak kurtarılabilmişti. Hatta bir keresinde kendisine saldıran kişinin sonradan avukatlığını dahi yapmıştı Tekiner. Şiddet ile ve katil ile bizzat yüz yüze gelerek ve onu dönüştürerek yeni bir hayat kurabileceğini tasavvur edebiliyordu Tekiner. Tıpkı 1974’de bürosunu basıp kendisini ağır yaralayan gencin sonradan avukatlığını yapan Muş’lu Kürt Avukat Şerafettin Kaya gibi. Gerçek ilerici-demokrat bir hayatın düşmanları dosta çevirecek bir inatçı mücadelenin içinden geçtiğini bilen kuşaklardandı her ikisi de…
1970’lerde faşist hareketlerle yüz yüze hesaplaşmaya giren, bunun gerektirdiği cesaret ve ısrara sahip olan bir çok başka siyasi gruplar gibi belirli bir CHP tabanı da vardı. Bu isimlerin yanına daha başka isimler de eklemek mümkün. Aynı dönemde CHP Kayseri il başkanı da yine faşist paramiliterler tarafından katledilmişti örneğin. Kaldı ki savcı Doğan Öz’den Emniyet müdürü Cevat Yurdakul’a oradan ümit Kaftancıoğlu’na uzanan sayısız cinayetin CHP’nin sola uzanan kolundan ve solun faşist saldırılara karşı birlikte örgütlenme çabalarından doğan rahatsızlıktan kaynaklandığı da bir gerçek.
Örneğin Av. Devrim Çelenk de benzer bir faşist saldırının bir başka hedefi olmuştu 1978 yılında. Yurtlar Müdürlüğündeki ısrarlı ve kararlı biçimde yürüttüğü yönetim görevi onu paramiliter güçlerin hedefi haline getirmişti. Çelenk, Türkiye’de sol mücadelenin doğrudan halka ve hizmet alanına yönelen ve bu vesileyle sağ paramiliter yayılma heveslerinin karşısında ciddi bir direnç noktası olarak öne geçenlerden birisiydi. Devrim Çelenk’in katline giden süreç aynı dönemlerde Fatsa belediye Başkanı fikri Sönmez örneğinde de görüldüğü üzere belediyeden öğrenci yurtlarına kadar geniş bir alana uzanan yeni türdeki “devrimci yönetim” tecrübesinin lağvedilmesine yönelik bir amaca matuf hareketlerdi. Devrim Çelenk bir Kürt’tü. Fakat Kürt mücadelesi içinde değildi. O hafızamıza CHP’nin sol tabanı ve Türkiye solunun kararlılık ve adalet mücadelesinin şehidi olarak yerleşti.
Peki şimdi bütün bu farklı isim ve öyküleri niye bir araya getirerek özetliyorum? Şunun için:
Şu yukarıda andığım isimler gerçekte bugünümüzü ve bugüne nasıl geldiğimizi özetleyen hayatların sahipleridir. Onları anma biçimimiz, onları hafızamıza yerleştirme biçimimiz de bugün nasıl bir demokrasi mücadelesi verdiğimiz sorusunun cevabı ile de doğrudan ilgilidir. Buna karşılık onların katledilişleri ve adalete dönük sesleri hala fısıltı halinde kalmaya devam etmektedir. Bugünümüzü besleyen, mücadele sürecinde onların fısıltılarını çığlığa dönüştüren bir dinamizmi maalesef yaratamadık. Cinayetlerin hesabı dahi görülmüş değil. Nitekim Türkiye’nin şiddet ile toplumsal, siyasal ve dahi hukuksal düzeydeki ilişkisi üzerine ciddiyetle yapılmış analizlere de sahip değiliz. Türkiye’nin “cinayet endüstrisi”ni tüm boyutları ile ortaya bile koyamadık hala.
Irkçılık, faşizm ve paramiliter şiddete karşı Türkiye siyasetinin öyküsü genellikle 1960-1980 aralığı üzerinden ve daha çok da gençlik hareketleri bağlamı içinde konu edilmektedir. Böylece 68’li ve 78’li kuşakların çoğu zaman doğrudan sorumlu da tutulduğu ve şiddetin karşılıklılık esasına oturtulması için yeterli argümanlar olarak kullanıldığı bir değerlendirme çerçevesi oldukça güçlü bir açıklama eğilimini temsil eder. Oysa ırkçılık ve faşizm ile en tehlikeli fiziksel yüzleşme biçimlerinin cumhuriyetin iki kuşağı tarafından üstlenildiğini artık görmek gerekiyor. Bunlardan birisi 1930-45 doğumluların oluşturduğu bir kuşak. İkincisi ise adı ve itibarı zaten verilmiş olan 1978 kuşağıdır.
Ahmet Albay ve Zeki Tekiner ilk kuşağa ait; belki iki ayrı alt kuşak olarak tasvir edilebilecek gruba dahiller. Bu nedenle de onların katledilişleri Türkiye’nin bugünkü iktidar yapısının doğuşunu anlamak bakımından hala önemli bir gönderme noktası olarak kalmaya devam ediyor.
Peki neydi onları hayatlarını vermeye götüren süreç?
Gelelim Ahmet Albay ve Zeki Tekiner’e
Ahmet Albay 1943 doğumluydu. Zeki Tekiner ise 1929 doğumlu. 68 ve 78 kuşakları içinde yer almayan iki farklı kuşağa dahildiler. Faşist paramiliter saldırılar karşısındaki mücadelenin iki önemli ismiydiler. Neden daha fazla hatırlanmaları gerektiğini şöyle anlatayım: Bir defa her ikisi de 1980 darbesine uzanan o süreçte paramiliter saldırılar ile her gün yeniden cebelleşen politikacı-avukatlardı. Bitmek bilmez ve ancak ölümle tamamlanacak bir yolculuk bu. Nitekim bundan dolayı öldürüleceklerini mutlaka biliyor olmalıydılar. Çünkü-yukarıda da belirttiğim gibi- daha önceden Albay’ın bürosuna bomba konuldu ve patladı. O anda büroda olmadığından kurtuldu. Tekiner ise daha 4 ay öncesinde Silahlı saldırı sonucu yaralanmış, son anda kurtarılmıştı. Her ikisinin katilleri de ikinci girişimlerinde amaçlarına ulaştılar.
Burada şu mesele üzerinde düşünmeye davet etmek isterim: Albay ve Tekiner ölümle bir tek kez yüzyüze gelmediler. Yani yüzlerce farklı seçeneği takip ederek hayatlarını devam ettirmeleri pekala mümkündü. Ve bunu onlarda kesin olarak biliyor olmalıydılar. Albay ve Tekiner şimdi torunlarını seviyor olabilirlerdi. Yani ölüm seçeneği dışında bir hayatı tercih edebilecek yolları-seçenekleri vardı. Buna rağmen bu seçeneklerin hiç birini kullanmadılar.
Her ikisi de cinayet teşebbüsü ile önceden de karşılaştı ve tesadüfen veya ağır yaralı kurtuldular. Bu durum cinayet tehdidi altında yaşamanın çok ötesinde bir sınırda bilerek isteyerek sebat etmeyi, bu gücü kendinde bulmayı, hayatından daha önemli bir “dava”ya sahip olmayı kabul etmek demektir. Biyolojik hayatın davadan daha az önemli olması hayatın ancak daha büyük ve ulvi hedeflerle inşası ile mümkündür. İşte paramiliter şiddetin karşısında görmeye dayanamadığı şey tam buydu bence. Haklılığın faşist paramiliter güçlerin şiddetinden daha önemli olduğu duygusunun gücü ve derinliği…
Düşünün bir kez: Ölümün hayatınızın yönünü değiştirecek bir durum olmadığını, yolunuzdan bir ölüm ile dönmeyeceğinizi gösteriyorsunuz. Her iki avukat ve politikacı da çok açık ki bunu göstermiştir.
Peki bu militanca bir yaşam mı? Pek öyle görünmüyor. Çünkü şiddetin aynıyla karşılandığı bir hayat tarzı yok her ikisinde de. Fakat, oldukça sahici bir direniş ve ısrar dersi var onların hayatlarında.
İşte bundan dolayı Ahmet Albay ve Zeki Tekiner’i daha çok araştırmalı, daha çok tanımaya çalışmalı ve daha çok anmalıyız…
Son söz bir başka türde hatırlama çabası olsun: Av. Ahmet Albay Ahmet Şık’ın dayısıdır. Av. Zeki Tekiner haftalardır Cumartesi anneleri ile birlikte gözaltına alınan Aylin Tekiner’in babasıdır. Av. Devrim Çelenk Yeşil Sol Parti Diyarbakır milletvekili adayı Sevilay Çelenk’in dayısıdır. Av. Şerafettin Kaya, Prof.Dr. Burhanettin Kaya’nın babasıdır…
Hatıralarımız ve hafızamız bize seslenmeye devam ediyor hala…