TÜRK FUTBOL KULÜPLERİNE KISIR DÖNGÜDEN ÇIKMA REÇETESİ…
Türk futbolu hem milli takım bazında hem de kulüpler bazında kurulduğu tarihten bu yana bir patinaj içerisinde.
Tabi ki kendi geçmişini göz önünde bulundurduğumuzda ciddi gelişimleri söz konusu olabilir ancak konu dünya ve Avrupa bazında kıyaslamaya gelince ne yazık ki olduğu yerde sayıyor.
Türk futbolunun hem milli takım hem de kulüpler bazında en büyük problemi sürdürebilir başarı...
Hedeflerinin net olmaması...
Bu doğrultuda belirsiz ve değişken stratejilerin uygulamaya konmaya çalışılması...
Günü kurtarma politikaları yıllar içinde Türk futbolunu içinden çıkılmaz kısır bir döngünün içine soktu.
Geçmişe yönelik şöyle bir inceleme yaparsak, Türk milli takımı dünya kupasına ancak 2 kez katılabildiğini görüyoruz. (1954, 2002)
1954 Dünya Kupasında grup aşamasında elenirken, 2002’de büyük bir başarı göstererek üçüncü oldu.
Avrupa Futbol Şampiyonasına ise 5 kez katılabildi. (1996, 2000, 2008, 2016, 2020) 1996, 2016 ve 2020’de grup aşamalarında elenirken, 2000’de çeyrek final, 2008’de yarı final oynadı.
Şu iki tablo sanki son 20 yıl içinde Türk milli takımında bir kıpırdanmanın olduğunu gösteriyor gibi gözükse de, yüzde 15’i 15-24 yaş grubu gençlerden oluşan 83 milyon nüfuslu bir ülke için kesinlikle bir başarı değil.
Unutmayalım ki, Türk milli takımında son 20 yıl içinde Avrupa’da yetişmiş ve milli takımda oynamış ve oynamakta olan çok sayıda futbolcu bulunuyor. Bu başarılarda kendilerinin katkıları yadsınamaz. Türk futbolu şu anda bir şekilde gurbetçilerine de bel bağlamış durumda.
Kulüpler bazında ise, Galatasaray Şampiyon Kulüpler Kupası / Şampiyonlar liginde, 1989’da yarı final, 1963, 1970, 2001, 2013’de çeyrek final, UEFA Kupa Galipleri Kupasında 1992’de çeyrek final, UEFA Kupası / Avrupa Liginde 2000 yılında ise şampiyon oldu. Yine aynı yıl UEFA Süper Kupasının da sahibi olmayı başardı.
Fenerbahçe, Şampiyon Kulüpler Kupası / Şampiyonlar liginde 2008’de çeyrek final, UEFA Kupa Galipleri Kupasında 1964’de çeyrek final, UEFA Kupası / Avrupa Liginde 2013’de yarı final oynadı.
Beşiktaş, Şampiyon Kulüpler Kupası / Şampiyonlar liginde 1987’de çeyrek final, UEFA Kupası / Avrupa Liginde 2003 ve 2017’de çeyrek final oynadı.
Göztepe 1970’de, Bursaspor ise 1975’de UEFA Kupa Galipleri Kupasında çeyrek final oynama başarılarını gösterdilerr.
Yine söylüyorum, yukarıdaki tablo sizi kandırmasın. Zaten bu tablolara bakarak kendimizi kandırıyoruz. 10 milyon nüfuslu komşumuz Yunanistan 2004 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası şampiyonu oldu.
Kulüpler bazında Panathinaikos, Olympiakos, PAOK, AEL Larissa ve Panionios’un da kulüplerimiz kadar Avrupa’da başarıları söz konusu...
Bu örneği vermemin sebebi, Yunan Futbolunu övmek ve başarılı göstermek değil. Kaldı ki, Yunan futbolunun yönetimi de ülkemizdeki yönetimlere çok benzer. Akademileri son derece sınırlı. Gerçi, bizim gibi Avrupa’da yetişmiş milli takımlarına hazır gelen gurbetçi oyuncuları da yok. Buna rağmen Türkiye kadar ulusal ve kulüp bazında başarıları var.
Çok daha fazla başarı potansiyeli olan ülke futbolu kısır bir döngü içerisinde yıllarını tüketiyor.
Futbolun yönetimi hepimizin bildiği gibi çok fazla bacaklı bir iş. Çok sayıda paydaşları var. Futbol Federasyonu, Futbol Kulüpleri ve Kulüpler Birliği, Merkez Hakem Kurulu, Profesyonel Futbolcular Derneği, Taraftarlar ve Taraftar Dernekleri, Sponsorlar, Medya Yayın Kuruluşları vb…
Normal koşullar altında, bir kulübün başarılı olabilmesi için futbol dünyasındaki paydaşlarının da en az kulüpler kadar başarılı ve iyi yönetiliyor olması gerekir. Ülke futbolunda federasyonun hedefleri ve stratejileri çok önemli. Türkiye Futbol Federasyonunun yönetim anlamında eleştirilebilecek pek çok yanı olabilir. Merkez Hakem Kurulu çok kötü ve yanlı da yönetim gösteriyor olabilir. Ülkenin ekonomik sıkıntılarından dolayı kulüplerimizin fayda sağlayabileceği sponsorluk anlaşmaları sınırlı ve kulüp markalı ürün satışları da düşüş halinde olabilir. Mevcut covid salgını sebebi ile gişe hasılatları son derece düşmüş de olabilir. Bir kulüp önce kendi gerçeklerine odaklanmalıdır. T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan ya da Futbol Federasyondan imtiyazlar bekleyerek hayatlarını sürdüremezler. Kulüplerimiz önce kendi hedeflerini belirlemelidirler. Bu doğrultuda doğru stratejilerini oluşturmalı ve uygulamalıdırlar. Performans ve verimlilik ölçümleri esas alınmalıdır.
Bir kulübün yasal 3 gelir kaynağı vardır. Bu tüm dünyada aynıdır.
- Bilet satışı yani gişe geliri,
- Pazarlama yani sponsorluk ve merchandising (markalı ürün satışı) geliri,
- Yayın yani medya geliri
Bu 3 gelir kaynağı yeterli ve sürdürülebilir değil ise (yeterli ve sürdürülebilir bile olsa), yapılması gereken şey akademiye ve / veya scouting’e yatırımdır. Yani oyuncuyu yetiştirme, A takımında oynatma ve yurt dışına en uygun koşullarda satmaktır. Geliri ile de yine akademiye yatırımdır. Ülkemizin mevcut ekonomik koşullarından da kaynaklı olarak bu 3 gelir kaynağı en azından şu an için sürdürebilir bir yapıda olamayacağına göre, kulüplerimiz ya akademilerinden oyuncu yetiştirip, kendi kulüplerinde oynatıp, satacaklar ya da potansiyeli olan futbolcuları dünyanın bir köşesinde başarılı scouting ekipleri ile bulup, getirip, yine kendi kulüplerinde oynatıp, yine karlı bir şekilde satmak zorunda kalacaklardır. Türk futbolunda kulüplerimizin tek çıkış yolu AKADEMİ ve / veya OYUNCU TİCARETİ’dir. Akademi uzun vadeli bir yatırım iken Oyuncu Ticareti kısmen daha kısa ve orta vadeli bir yatırımdır. Her ikisi de pek tabi birlikte kullanılabilir.
Ama, bana sorarsanız, önce AKADEMİ’ye yatırım şarttır. Akademiye yatırım uzun vadeli bir yatırımdır. En az 5 yıl ister. Takip edilmesi gereken bir ekol ister.
Şimdi bana diyeceksiniz ki, akademi için tesis lazım? Hayır, tesisten önce insana ihtiyaç vardır. Donanımlı eğitmenlere ihtiyaç vardır. Akademi eski adı ile altyapı tesis yatırımından ibaret değildir, konu o akademileri yönetecek insan kaynaklarına yatırımdır. Neticede bu kulüplerde farkı yaratan insanlardır. Tesisler sadece belirli kriterlerde olması gereken ilgili akademilerin tamamlayıcılarıdırlar.
Futbol globalleştikçe, kapitalizmin de etkisi ile takımlarımız kendilerini üst yapı takımları olarak görmeye başladılar. Alt yapılar hakir görülmeye başlandı. Evet, kapitalizm kolayı pompalamış olabilir, ama Avrupa’nın sermaye açısından ilk 10 büyük kulübü içinde olamayan kulüpler için akademiye yatırım yapmak büyük önem taşımaktadır. Gerçi bugün Barcelona, Manchester United, Bayern München’in akademilerini inceleyince aslında işin tamamen bir kültür olduğunu da anlamak gerekir. Akademiye yatırım bir gelenek ve kültür meselesidir.
Unutmayalım ki, bir kulübün akademisinden yetişmiş bir futbolcu o kulübünün değerleri ile yoğrularak yetişmiş olacağından o kulübün ruhunu sahada en iyi şekilde yansıtacaktır.
Ama, dediğim gibi herşey en tepeden başlar, kulüplerimizin en tepesinden, sahibinden başkanına, başkanından yönetim kurulu üyelerine, yönetim kurulu üyelerinden yöneticilerine, yöneticilerinden futbol direktörlerine (ülkemizde çok rastlamadığımız), teknik direktörlere ve en nihayetinde futbolcularına kadar gider…
Dünyanın en önemli akademileri arasında, Barcelona (La Masia), Ajax, Manchester United, Bayern München, Sporting Lizbon, Sao Paulo, Santos, Southampton, Shalke 04 (Knappenschmiede), Real Madrid (La Fabrica), Boca Juniors, River Plate, GNK Dinamo Zagreb, Partizan Belgrade, Stade Rennais bulunmaktadır.
Yaklaşık 1,5 yıl Amsterdam’da yaşadım. Bulunduğum bölgede bıraktım büyük futbol kulüplerini sayısız miktarda futbol okulu vardı. Her cumartesi evimin önünden nerede ise 8-10 yaş grupları arasında farklı kulüp formalarında çocuklar antrenmana giderlerdi. Eminim ki, bu çocukların bir kısmı bunu spor olarak yapıyordu, çok yetenekli olanları ise daha sonra profesyonel olarak hayatlarında futbolu bir meslek icra edeceklerdi. Johan Cruyff Institute’da eğitim alırken NFC isminde bir futbol okulunu ziyaret ettiğimde ülke bazında nasıl bir futbol okulu ağı olduğunu görünce çok şaşırmıştım.
Günü kurtarmak, menajerleri zengin etmek, yabancı futbol kulüplerinden sezonluk oyuncu kiralamak yerine, bu paraların çok daha azı ile akademiler kuracak, ya da kurulmuş akademileri geliştirecek yabancı eğitmenleri ülkemize getirebiliriz. Şu anda Türkiye’deki akademilerde yer alan eğitmenlerimizin çoğu eski futbolcularımızdır. Bu futbolcuları yetersizlikle suçlamak istemem ama Avrupa’daki akademilerde sadece futbol anlatılmamaktadır. Bir kültür yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu da yine bambaşka bir konudur.
İşte burada kulüp akademilerinde bir ekol seçilebilir. Alman, Hollanda, İspanyol ya da Portekiz. Uzun süreli bir anlaşma ile yatırımlar yapılabilir. Akademiler tamamı ile bu ekollerden birine ait eğitmenlere teslim edilebilir. Uzun vadeli hedefler belirlenebilir. Tabi tüm bunlar üst yönetimin bir stratejisi ve doğru kurgulanacak organizasyon yapısı ile mümkün olabilir.
Öyle tahmin ediyorum ki, bu benim düşündüklerimi üç büyük kulübümüz düşünmüştür. Düşünmemeleri mümkün değilidir. Mesele her işte olduğu gibi icraata geçmededir. Neden cesaret edilemez? 3-4 yıl şampiyon olamama neden göze alınamaz? Taraftar baskısından neden bu kadar çok korkulur? Başkanlıkları kaybetmemek uğruna bu kadar popülist yaklaşımlar kime fayda sağlar?
Türkiye’den bir Ajax’ın, bir Benfica’nın çıkması hayal değildir, hayal olamaz! Zaten bir Ajax, bir Benfica olduğunuzda emin olun ki, yazımın ortalarında bahsetmiş olduğum 3 gelir kaynağı da kendiliğinden artacaktır.
O zaman kulüplerimiz neden hala popülist yaklaşımlarına yenik düşmeye devam etmektedirler?