Uludağ’a dair bir belgesel: (T)alan

Çocukluk günlerim kocaman ovanın sonunda yükselen Uludağ manzarasına bakarak geçti. İlkbahar ve sonbaharda gökyüzü pırıl pırıl olur, dağ en güzel suretiyle belirir, adeta bize doğru yaklaşırdı.

Henüz güz bitmemiş, mevsim daha kışa dönmemişken başının karlanması telaşa sebep olurdu bizim oralarda. Kırağının düşmesi an meselesi olduğundan bir an önce mahsulü toplayıp satmak isterdi çiftçi. Yoksa onca emekle yetiştirilen sebzeler dalında ziyan olurdu.

Hem yakın hem de uzaktık biz Uludağ’a. Zirvesinde neler olduğunu ilk kez filmlerde görmüştüm. Sahneler hala aklımda; ellerinde meşalelerle insanlar gece kayak yapıyorlar.

İlk defa ortaokulda sınıfça götürüldüğümüz bir gezide kavuşmak kısmet oldu. Kayak yapanlara öylece bakmıştık. Eğlencesinden pek nasiplenememiş olsak da yine de güzeldi. Unutmuyorum, birer salep içtik, cebimizdeki bütün harçlık bitti. Allahtan annelerimiz azığımızı çantamıza koymuş da böylelikle aç kalmadık. Yine de güzeldi.

Yaşlıların “Keşiş Dağı” dediğini hatırlıyorum. Benim için ufkun sonu, ulaşılması gereken zirve, aşıldığında arkasındaki güzel şehre varmak demekti binlerce yıl öncesinin Olympos’u.

Burada tanrıların yaşadığına inanırmış eskiden insanlar. Pagan inançlar için en önemli yerlerden biriymiş. Sonra ilk Hristiyanlar Roma’nın zulmünden sığınmak için zirvesine, eteklerine sığınmışlar. Yüzlerce manastır inşa edilmiş, haç ziyareti için kutsal bir bölge olmuş. Osmanlılar şehri fethedince manastırların bazılarını tekkeye dönüştürmüş. Ama hakkını verelim, diğerlerini de korumuş. Keşiş Dağı’ymış adı yüzyıllar boyu.

“Uludağ” ismi ise yeni, 1925 yılında verilmiş.

Nazım için de önemliymiş. Halkına sevdalı komünist “Bursa Kalesinde yatarken” bakışıp durmuş ulu dağla. Yoksa şu güzelim dizeler dökülür müydü kaleminden?

“Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz.

Ne o kımıldanır yerinden,

ne ben,

lâkin birbirimizi yakından tanırız.

Gerçekten yaşayan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.

Bazan,

hele kışın, hele geceleri,

hele rüzgâr kıbleden estiği zaman,

karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle

uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır,

ve orda, en yukarda, en tepede oturan keşiş,

uzun sakalı darmadağın

ve etekleri savrularak,

rüzgârın önünde haykıra haykıra iner ovaya.

Kısacası güzel ve önemlidir Uludağ. Yalnızca kış turizmi, kayak, lüks oteller demek değildir. Yüzlerce endemik bitkinin, türlü türlü ağaçların, hayvanların evidir. Doğal su kaynaklarının pınarıdır. Yüzyıllardır eteklerine tutunmuş Bursa’nın ana kucağıdır. Milyonlara varan kalabalığın her türlü kirini, pasını temizlemiştir yıllardır.

Bir gün bile iyilik görmemiştir her türlü bereketinden yararlanan insan canlısından. Sırtından, bağrından hançerlenir durur on yıllardır. Buna rağmen iyi direnmiştir; su kaynaklarına, sakladığı yeraltı varlıklarına, ormanlarına kıyanlara karşı.

Gelgelelim oksijen ve su deposunun dizlerindeki derman tükenmektedir artık. Uzun süredir devam eden talan, çeyrek asırlık AKP iktidarında katlanarak artmıştır.

Bu acı gerçeği anlatan bir belgesel çekildi

Geçtiğimiz yıl, Bursa Muhalif Gazetesi tarafından bu acı gerçeği anlatan bir belgesel çekildi. Adı (T)alan.

Gözünüzden kaçmış olabilir, 2023 yılında Uludağ’a dair bir yasa çıkardılar. Uzunca bir süre bunun için uğraşmışlardı. Çünkü açgözlü turizm şirketleri, maden şirketleri, su şirketleri daha fazlasını istiyordu. Kapitalizmin kuralı buydu, sermaye doymak bilmezdi, hep daha fazlasını isterdi.

Gerekçeleri ise, yine kendilerinin yaptığı düzenlemelerle farklı farklı kurumların dağda yetki sahibi olmasının yarattığı durumdu. “Milli park, koruma alanı gibi statüler yetki karmaşasına sebep oluyor,” dediler. Yeni kurumun adını da “Alan Başkanlığı” koydular. Belgeselin adı bile gerçeği açıklamaya yetiyor.

“Bir yıl önceki belgeseli niye şimdi yazıyorsun,” diyen olabilir. Birincisi Uludağ’a dönük saldırılar hız kesmeden sürüyor. İkincisi Bursa Muhalif Gazetesi geçtiğimiz günlerde belgeseli herkese açtı. İzlemenizi isterim. Ülkemiz, doğamız, tarihimiz ve geleceğimiz için Uludağ’ın ne kadar önemli olduğunu; on yıllardır ona neler edildiğini; AKP döneminde talanın, yağmanın nasıl büyüdüğü göreceksiniz.

1908’de, henüz koruma yasaları yokken türlü önlemlerle korunduğunu; 1930’da ilk otelin yapıldığını; 1961’de Milli Park ilan edildiğini; 1960’da teleferiğin inşa edildiğini; Birincinin ardından ikinci Oteller Bölgesiyle yapılaşmanın yıllar içinde nasıl arttığını da.

Elbette belgeselde, Uludağ için direnen, mücadele eden insanların, emek meslek ve çevre örgütlerinin, hukukçuların, aydınların emeklerini de göreceksiniz.

Şimdi keneler gibi her yerine yapışmış su şirketlerine, her yerini eşeleyip duran maden ve taş ocağı şirketlerine, milyonlarca insanın yarattığı kirliliğe karşı, yaşlı bir bilge gibi ayakta kalmaya çalışıyor Uludağ. Sesini çok insan duymuyor ne yazık ki. Bursa’da yaşayan milyonlarca insandan bir avuç kadarı senelerdir uğraşıp didiniyor. Tehditlere boyun eğmeden. Bir gün sesleri çoğalacak elbette.

Bursa’da, 2013’ten bu güne gazetecilik yapan Bursa Muhalif ekibi de teşekkürü hak ediyor. Bir yandan hak, emek, demokrasi, çevre, kadın mücadelelerinin sesi olmaya çalışırken, diğer yandan da kentin hafızasına ve kültürüne dair çalışmalar yapıyorlar.

Kentte yerel basın bildim bileli güçlüdür ama bağımsız, patronsuz bir şekilde ve her türlü baskıya göğüs gererek bu işi yapmak hiç kolay değil.

Belgeseli izlemek için tıklayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi