Ülkemizin birbiriyle alakasız iki gündemi mi var?

Bir yanda adı herkes tarafından farklı konulan Kürt meselesine dair atılan adımlar, öbür yanda her an yeni bir dalgasına maruz kaldığımız CHP’li belediyelere dönük baskılar ve ana muhalefet partisinin iktidar tarafından düşman muamelesine maruz kalması.

Bunlardan mı ibaret memlekette yaşadıklarımız? Elbette değil. Her geçen gün derinleşiyor yoksulluğumuz. Milyonlarca emekli, milyonlarca asgari ücretli, milyonlarca işsiz sefalet koşullarında hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Bu gerçeklerin görünür olmaması için elindeki her aracı kullanıyor iktidar.

LGS sonuçları ülkemizin geçmiş travmalarını tetikliyor. Milyonlar geleceklerinin çalınmasından endişe ediyor. Sınavdan 719 öğrenci soruların tamamını yaparak tam puan alıyor. Birincilerin çoğu İmam Hatip Liseleri’nden. Ortada cevaplanması gereken iddialar var. Sorular, cevap anahtarları sızdırılmış olabilir. Bazı öğrencilerin cevap anahtarlarının değiştirildiği bile iddia ediliyor. Milli Eğitimin başındaki şahıs tüm bunlara karşı işi ifrata vardırıp, “Geri zekâlıya anlatır gibi tane tane anlatıyoruz. Ama yetinmiyorlar, hâlâ devam ediyorlar” diye cevap verebiliyor. Sonrasında ise ne tesadüf ki Milli Eğitim Bakanlığı Bilgi İşlem Genel Müdürü görevden alınıyor. Bakanlığa göre bunun şaibe iddialıyla ilgisi yok.

Ormanlarımız yanıyor. Yeni önlemler yok, çıkan yangınları hızlıca söndürmeye dönük bir hazırlık yok. Bu yapılmadığı gibi ülkemizin yeraltı ve yerüstü varlıklarının sermayeye, maden tekellerine peşkeş çekilmesi için iktidar koalisyonun vekilleri elleri kaldırıyor mecliste. Evet diyorlar satalım, zeytinliklerin canı cehenneme. Vatanın ırmağının akışına değil de, sermayenin dolarının yeşiline ölüp bitiyorlar.

Memleketin insanları olarak gündemin çarklarının arasında sıkışıp duruyoruz.

“Batıda baskı, adaletsizlik varken doğuya barış gelir mi?”

Yıllarca bu soru “Doğuda çatışma varken batıda demokrasi mümkün mü?” minvalinde soruldu. Mümkün değildi elbette. 40 yıldan fazla zamandır silahların gölgesinde konuşuldu Kürt Meselesi. Benimle yaşıt olanlar ve yaşça daha küçükler memleketin başka bir haline hiç şahit olmadılar. Yıllar, evlere dönen genç tabutların haberlerini duymakla geçti. TRT’de yayınlanan Anadolu’dan Görünüm’ün o meşhur müziği ne zaman kulağıma çalınsa, sıraya dizilmiş ölü bedenler gözümün önüne gelir. Memleketin dört bir tarafında ocaklara düşen ateşler…

Televizyonların, resmi propagandanın etkisinden sıyrılmak kolay olmadı çoğu insan için. Çoğunluk da zaten sıyrılamadı; milliyetçiliğin, ırkçılığın teslim aldığı bilinç ve bünyelerle sürdü milyonlarca insanın hayatı.

Solun engellenmesi için de uygun bir siyasetti Kürt karşıtlığı. Yalnızca dağdakilere değil, hakkını arayanlara, işçilere, gençlere, solculara “terörist” dendi yıllar yılı.

O yüzden çözüme yanaşmadı egemenler. Yıllarımız, hayatlar çalındı bu sebeple. Daha önce defalarca kez silah bırakıldı, ateşkes ilan edildi. Bunların hepsi tek taraflıydı, devlet çoğunu kale almadı.

2013’teki “Çözüm Süreci” ise daha öncekilere hiç benzemiyordu. Ne yazık ki akıbeti berbat oldu. Kanlı bir çatışma dönemine girdik yine. Gençler öldü, 10 Ekim’de ortamızda bombalar patladı, yüz insanımızı hayattan koparttılar. Yalnızca insanlar değil demokrasi de katledildi bu süre zarfında. On binlerce insan hala tutuklu.

Şimdi geçmiş deneyimlere pek benzemeyen yeni bir aşamaya geçildi. Bir süre alttan alta yürümüş görüşmeler belli. Ekim ayı sonunda Devlet Bahçeli’nin işaretiyle ülkenin ana gündemi haline geldi. Yarım yüzyıldır milliyetçiliğin temsilcisi olduğunu iddia eden, Kürt meselesinin demokratik çözümüne asla yanaşmayan bir anlayış ne oldu da “Öcalan’ın Umut Hakkı”ndan açtı yeni faslı?

“Neden?” sorusunun cevabını ülke içinden çok, Ortadoğu’da yaşanan ve yaşanacak olası gelişmelerde aramak gerekiyor. Suriye’nin ardından İsrail’in İran’a dönük saldırısı, bölgede artan hâkimiyeti, Kürtlerin genişleyen siyasi varlığı ve ABD’nin bölgeye dair planları; yani dış siyaset, rejimi Kürt Meselesinde adım atmaya zorluyor.

Diğer yandan yaşayanlar ya da şahit olanların bir olaya “tarihi” demesi onun tarihi olduğu anlamına gelmiyor elbette. PKK’nın sembolik silah yakma eylemin tarihselliği de önümüzdeki dönem yaşanacaklara bağlı. Bunu demekle olanı küçümsediğim düşünülmesin. Devletli ya da bağımsız gazetecilerin güne dair yazdıkları, anlattıkları yaşanan hadisenin önemini daha iyi anlamamızı sağladı.

Casene Mağarası’ndaki törenden hemen sonra Tayyip Erdoğan’ın “tarihi” bir konuşma yapacağı servis edildi. Erdoğan, “Kürt Sorunu vardır - Kürt Sorunu yoktur - Kürt Sorunu vardır” siyasi döngüsünde şu an “vardır” noktasında. Bunu anladık. Konuşmada Diyarbakır zindanından, beyaz toroslardan, faili meçhullerden, yakılan köylerden, evladıyla Kürtçe konuşamayan analardan bahsetti. Savaşın ağır maliyetinden dem vurdu. Tarihsel Türk-Kürt ittifakına değindi, "Türk, Kürt, Arap eğer beraberse Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır" dedi. Bu vurgular ekseriyetle ümmetçi, emperyalist hülyaların tezahürü olarak yorumlandı.

Devamında, “ Altını çizerek söylüyorum,” dedi, “Cumhur İttifakı olarak AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve DEM heyetiyle de birlikte bu süreci evelallah pişirerek geleceğe taşıyacağız."

Bu güçlü belagat Erdoğan’ın konuşmasını “tarihi” yapar mı? Konuşmasında söylediklerinin hemen hemen tamamını önceki pek çok zaman söylemişti. Geleceğe dair somut adımlar, yasal düzenlemelere ilişkin pek bir şey demedi. Öte yandan işin sürükleyeni olarak hala Devlet Bahçeli’yi görüyor büyük çoğunluk. Meselenin AKP’yi aştığı, sürecin devlet tarafından yürütüldüğüne dair yaygın bir kanaat var.

“Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM, biz en azından üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye kararı verdik,” sözleri ise AKP’nin ayakta kalmak için DEM Parti’yi CHP’den uzaklaştırma amacını ortaya koyuyor.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın “Kesinlikle böyle bir ittifak yok. Herhangi dar manada bir partinin çıkarı için olamaz. Biz herhangi bir parti ile yürümüyoruz. Biz devletle bu yolu yürüyoruz” sözleriyle yaptığı açıklama ise her şeyin AKP’nin arzuladığı şekilde ilerlemeyeceğini gösteriyor.

İktidarda kalabilmek için…

Ortadoğu denklemi, rejimi Kürt Sorununda adım atmaya zorlarken, AKP, iktidarda kalmanın çaresini CHP’ye dönük düşman siyasetinde arıyor.

İlk hedef, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı yenmesi muhtemel aday Ekrem İmamoğlu’nun saf dışı bırakılması. İkinci hedef, son yerel seçilerde yaşanan yenilginin telafi edilmesi, mümkün olan her belediyeye kayyumlarla el konulması. Bunlarla birlikte CHP’nin içinin karıştırılması, mümkünse bölünmesi, yargı kılıcının parti üstünde sallanması.

Düşünebiliyor musunuz, AKP’li belediyeler sütten çıkmış ak kaşık, CHP’li belediyelerde yolsuzluktan geçilmiyor! İktidar, Öcalan dâhil istediği herkesle her şeyi konuşabilir, plan yapabilir ama CHP’nin yasal bir partiyle ittifak yapması suç.

Biliyorsunuz CHP ve DEM Parti’nin “kent uzlaşısı” kapsamında Esenyurt’ta yüzde 49 oyla belediye başkanı seçilen Prof. Dr. Ahmet Özer’le başladı CHP’li belediyelere dönük darbe süreci. Özer, 30 Ekim’de “PKK/KCK üyeliği” iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklandı. 17 Ocak’ta Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, 3 Mart’ta Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler tutuklandı.

İktidar İBB’ye dönük operasyonun provasını yapıyordu. Nasıl olsa İmamoğlu gözaltına alınınca butik birkaç mitingle olay geçiştirilecekti. Öyle olmadı. 19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beylikdüzü Mehmet Murat Çalık ve bu belediyelerde görev yapan yüzlerce kişi gözaltına alındı. İktidarın beklentisinin aksi gerçekleşti. Ülkemizde yeni bir dönemin kapıları açıldı. Gençlik hareketi, toplumsal muhalefet yapılanların yalanlarla üstünün örtülmesine izin vermedi. Bugün iktidarı destekleyenler dâhil operasyonların, kayyumların, tutuklamanın hukuksal bir temelinin olmadığını düşünüyor.

Gelgelelim iktidar başka yolun olmadığını düşündüğünden olsa gerek operasyonlara devam ediyor. 3 Haziran’da, Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin; 1 Temmuz’da önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer; 5 Temmuz’da Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere; 4 Temmuz’da Manavgat Belediye Başkanı Niyazi Nefi Kara gözaltına alınıp tutuklandılar.

CHP’li belediyelere dönük her bir operasyon yeni bir hukuksuzluk, adaletsizlik örneği olarak yaşanıyor. CHP yönetimi ve Genel Başkanı Özgür Özel AKP’nin saldırıları karşısında geri adım atmıyor.

Barışı savunurken iktidara karşı durmak mümkün mü?

Olanlara dair tereddütler, endişeler, korkular ise çok haklı nedenlere dayanıyor. Çeyrek yüzyıllık AKP iktidarında yeterince deneyim kazandık.

“Bu işte bir oyun var,” Kandırılıyoruz,” “Oyuna getiriyorlar,” korkusuyla da devam etmez hayat. Barışın tesisi bir mücadele sürecidir.

AKP’nin karşısındaki muhalefeti bölmek ve birbirinden uzaklaştırmak için yaptığı hamleler şimdiye kadar başarılı olmadı. CHP ve Özgür Özel de bu konuda iyi bir sınav veriyor. Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda alınan pozitif tutum CHP’yi zayıflatmaz, güçlendirir. DEM Parti’nin yaşanan hukuksuzluğa karşı etkili bir muhalefet yürütmesi sürece zarar vermez, güçlendirir.

Sosyalistlerin parçalı hali, bu meselelere dair bütünlüklü bir söylem geliştirememesi ise önemli bir eksiklik. Asgari ilkelerde yan yana gelmenin yakıcı ihtiyacı ise orta yerde duruyor.

Aydınlık ve karanlık ihtimallerle dolu bir mücadele süreci önümüzde duruyor. Meselelerin muhatapları bir yana, halka, toplumsal muhalefete çok iş düşüyor önümüzdeki günlerde. Barış içinde, insanca yaşadığımız laik, demokratik bir ülke için…

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi