NURİ GÜNAY
Müzikli, neşeli, hüzünlü, umutlu bir kitap; ‘Hep O Şarkılar Geliyor Aklıma’
Çukurun dibi, çürümenin sonu yok. Bir avuç kan emicinin, asalağın ve yancılarının dışında, Nazım ustanın “Nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi?” dizesini iliklerinde hissetmeyen var mıdır acaba?
Vaziyet buyken, böyle bir geleceği yaşamayalım diye, yüz yıldan fazla zamandır, canını dişine takmış, can vermiş, işkencelerden geçmiş ne çok insan yaşamış bu coğrafyada.
“…alın terinin namusu kurtulsun diye
kurtulsun diye sıcak somun
acı soğan…”
Ahdetmişler, vefa etmişler, kelle koymuşlar…
Mücadele, maziye dair bir konu değil. Hep var oldu, şimdi de sürüyor ve sürecek. Bununla birlikte 1960’lardan 80’e kadarki zaman diliminin çok ayrı bir tarihsel dönem olduğunu sanırım herkes kabul eder. Dönemin devrimci gençlerinin pek çoğu devrimin eşiğine doğru adım attıkları hissiyle yaşamış. Devrimciler büyük şehirlerden küçük kasabalara, köylere kadar memleketin hemen her bucağında etkili olmuş.
Faşist bir askeri darbeyle yenilmiş sol. Bir toplum yenilmiş aslında, bir ülke.
Yenecek miyiz, yenilecek miyiz diye düşünerek devrimci olunmaz. Doğruluk, dürüstlük, haksızlığa karşı olmak insanı bu yola sevk eder. Vicdanlı olan herkes sosyalist olmaz belki ama insanı sosyalist olmaya götüren yolun başı vicdandır. İnsanlığın değerlerini, erdemi temsil eden başka bir dünya görüşü var mı çağımızda?
O sebepten yıllar boyu “ayrık otu tarlasına” döndürülmek istenen memleketin topraklarında çiçekler hiç eksik olmamış. 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde ve elbette bu günlerde de.
Sol tarihe dair bu bakış açısıyla yazıldığını hissettiğim kitapları ayrı seviyorum. Böyle kitaplar söz konusu olduğunda çok tekrar ettiğim bir dize var. Yine onu diyeceğim.
“Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın”
Şeyh Bedrettin Destanı’ndan. Bu manayı düstur edinenlere saygı duyuyorum. Şenol Morgül’ün kaleme aldığı “Hep O Şarkılar Geliyor Aklıma” tam da bahsettiğim türden.
İçine dünyaları sığdıran kelimeler...
Merak ettiğim ama okumakta biraz geciktiğim bir kitaptı. Hevesle aldım elime. (Aslında kitaplara geç kalınmıyor ne güzel. Ne zaman yazılmış olursa olsunlar bekliyorlar sizi.) İki, üç akşamda okurum diye düşünmüştüm, başlayınca bırakmak istemedim. “Bir solukta” denir ya, işte öyle okudum. Hevesim kursağımda kalmadı. Ne mutlu.
Sözlü tarih çalışmalarını, hatıraları oldukça faydalı olduğunu buluyorum. Her türden “resmi tarihin” aşılmasına katkı sunuyorlar. Eğer iyi yazılmışlarsa, dönemin havasından solumuş, suyundan içmiş gibi oluyorsunuz.

“Devrimciler anılarını mı yazar?” diyerek burun kıvıranlar var biliyorum. Ben bu ön yargıyı dikkate almamayı öneriyorum.
Elbette tanıklıkların, hatıraların nasıl yazıldığı önemli. Yalnızca kendi mahallesine seslenen, artık üzerinden yarım asır geçmesine rağmen dönemin sol polemiklerini aynı heyecanla sürdürmeye çalışan, haklılığından bir türlü vazgeçemeyen anlatıcıları acı bir tebessümle okuduğum da oluyor.
Morgül’ün kitabı ne güzel ki bunların oldukça uzağında. Herkesin gönlünü hoş edeyim diye böyle yazmamış şüphesiz. Aynı hayallere, ideallere, davaya sahip olanların rekabetinin işin esası, özü olmadığını ana fikre mimlemiş. Kendisinin içinde yer aldığı Kurtuluş geleneğini diğer sosyalist yapılardan bir fazla övmemiş. Olaylardaki iyi ya da kötü ayrıntıların “bizi” fraksiyonlara ayırmasına izin vermemiş. Böyle yapmasının yalnızca geçmişe değil, bugüne ve geleceğe dair alınmış ahlaki bir tutum olduğunu düşünüyorum. Ağır bedellerle, dayanışma ve yoldaşlıkla, acılarla ve kahramanlıklarla dolu övünülecek sol tarihimizde, övünemeyeceğimiz sol içi ilişkilerimiz de var ne yazık ki.
Kitapta hiç esmeyen karamsar bir havaya doğru kırdım dümeni, affola. Ekseriyetle hüzünle neşe, acıyla mutluluk kol kola giriyor sol tarihe dair kitaplarda. Şenol Morgül’ün kitabında neşe biraz daha ağır basıyor bence. Müzikle başlamasından belki. Bir dönem anlatısı okuyoruz, lakin yalnızca 1970-80 arasına dair değil. “İçi şarkılarla döşeli” bir evde başlıyor, 1917 Devrimi’ne, dededen toruna süren aile sol geleneğe, 68 kuşağına, 70’li yıllara uzanıyoruz. Yazarın “kasaba irisi” lakabını taktığı Rize’nin sokaklarında dolaşıyoruz. Karadeniz’in hırçın dalgalarının sesini duyuyor, denizin kokusunu içimize çekiyoruz. Bir ara İstanbul’a, Kasımpaşa’ya düşüyor yolumuz. Şarkılı rakı sofralarına. Hızla kitleselleştiği yıllarda, devrimcilerin yaşadıkları coğrafyaya solu tercüme etme becerisini Rize örneğinden öğreniyoruz bir daha. Halkın günlük yaşamına, solla hemhal olmasının yarattığı etkilere şahit oluyor ve gülümsüyoruz. Solun mayalanmasında dönemin devrimci öğretmenlerinin ne kadar büyük emeklerinin olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Ve memleketin güzel yürekli çocuklarının hayatlarına tanıklık ediyoruz. Pek çoğu katledilmiş kahraman evlatlarının hayatlarına. Bayram Ali Tatoğlu’yla tanışıyoruz, Ahmet Uzun’a selam ediyoruz. Gidenlerimize bir saygı duruşu aynı zamanda kitap.
Ahmet Arif’in dizeleri geliyor aklıma.
“…Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda…”
Eğer eşitlik, özgürlük düşleri faşist kurşunlarla vurulmasaydı; tankların, postalların altında ezilmeseydi, yani başarabilseydi memleketin güzel çocukları, çok başka bir memlekette yaşıyor olacaktık.
Darbeyle yenilmiş olmaları, verilen mücadelenin değerini zerre miskal azaltmıyor.
Her şeye; hayata, mücadeleye, bir kitaba, bir şiire, nasıl başladığımız kadar nasıl bitirdiğimiz de önemli. Kitabın son cümlesinde “aşk” ve “devrim” var. İçine dünyaları sığdıran kelimeler değil mi bunlar?
Son olarak, böyle çalışmalar tarihçilik açısından oldukça ön açıcı olabiliyor. Bununla birlikte güzel yazıldığında edebi bir eserin içinde buluyorsunuz kendinizi. Hep O Şarkılar Geliyor Aklıma bu özellikleriyle de okunmaya değer.
10 Ekim'in aynasından bugüne dersler
10 Ekim 2025 Cuma 00:30Uludağ’a dair bir belgesel: (T)alan
20 Eylül 2025 Cumartesi 00:15Parti içi mücadele CHP geleneği ama Gürsel Tekin vakası bir ilk
13 Eylül 2025 Cumartesi 00:366-7 Eylül utancını hiç unutmamalı
06 Eylül 2025 Cumartesi 00:15Barış mücadelesinin ilklerinden: Türk Barışseverler Cemiyeti
30 Ağustos 2025 Cumartesi 00:15Çerçioğlu ihanetinden ne ders çıkaralım?
23 Ağustos 2025 Cumartesi 00:1017 Ağustos'tan 6 Şubat'a…
16 Ağustos 2025 Cumartesi 00:15Yangınla mücadeleyi yanmadan önce vermeliyiz
02 Ağustos 2025 Cumartesi 00:15Tatil zenginlere eğlence, işçilere kölelik demek mi?
26 Temmuz 2025 Cumartesi 00:20Ülkemizin birbiriyle alakasız iki gündemi mi var?
19 Temmuz 2025 Cumartesi 00:20