SEDAT BOZKURT
Yine yeni anayasa
SEDAT BOZKURT
Anayasalar ülke vatandaşlarının ve o ülkeyi yöneten devlet aygıtının uyması gereken kuralları belirleyen metinlerdir. Vatandaşların haklarını devletin vatandaşa karşı ödevlerini belirler. Anayasalar bir arada medeni bir biçimde yaşamanın da aynı zamanda gereğidir. Sadece varlığı bu yaşam biçimine sahip olmanız için yeterli değildir, niteliği de önemlidir. Tarih göstermiştir ki demokratik ve katılımcı anayasalar ülkelerin medeni olmasına çok önemli katkı sağlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi anayasa tartışmalarıyla geçmiştir. Siyaset, anayasa tartışmalarını bir nevi politik sıkışma anında sığınılacak liman gibi görmüştür. Gündem değiştirmek için de iyi bir alandır yeni anayasa tartışmaları. AKP iktidarı da genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan da anayasa tartışmalarından ziyadesiyle hoşlanmaktadır. Bu nedenle memlekette pek çok kronik ve acil sorun dururken tekrar “yeni bir anayasa” tartışmaları gündeme getirildi. AKP’nin 2023 seçim beyannamesinde, “Türkiye yüzyılına yeni anayasa” başlığı mevcut. Sadece anayasa değiştirilerek girilen 2018 yılının seçim beyannamesinde AKP’nin yeni anayasa kavramı yoktur diğerinde vardır.
Bugüne kadar 1982 Anayasası’nın 177 maddesinin 134’ü değiştirildi. AKP döneminde 3’ü referandum ile 13 anayasa değişikliği gerçekleştirildi. (TBMM içinde mutabakatla geçmeyen ve referanduma giderek kabul edilen değişikliklerin hepsi sistemi içinden çıkılmaz hale getirdi. Bu deneyim bile anayasaların neden ortak mutabakat metni olması gerektiğini ortaya koymaya yetiyor)
Bu anayasanın çoğunluğu değiştirildiği için 2023 seçim beyannamesinde de ağırlıklı olarak aynen son dönem AKP temsilcilerinin sıklıkla dile getirdiği gibi, anayasanın adının değiştirilmesi üzerinde duruluyor. Yani 1982 darbe anayasası yerine adı 2023 sivil anayasası olsun. Mevcut anayasada yer alan hangi maddenin yapılmak istenilen hangi demokratikleşme adımını engellediğine ilişkin hiçbir bilgi ya da açıklama mevcut değil.
Sivil Anayasa sempozyumunda Erdoğan tarafından dile getirilen ve çok tartışma yaratan, “milletin çeşitliliği” kavramı, 2023 seçim beyannamesinde de dil, din, ırk, mezhep, kültür farkı gözetmeden “çeşitlilikte birliği savunan anayasa” biçiminde yer almış. Yani bu çeşitlilik meselesi hemen orada dile getirilmiş bir konu değil, bir strateji üzerinden yürüyor. AKP’nin bilindik tarzı bu zaten.
Seçim beyannamesine göz atarken dikkatinizi çekiyor, AKP kavram üretmekte hayli yetenekli. Kavramın içinin boş olmasının da önemi yok. Örneğin, beyannamede sık sık yer alan “yüksek standartlı demokrasi” süslü bir cümle ama içeriksiz. Hemen aklınıza “yüksek hızlı tren” geliyor. O daha anlamlı bu demokrasi tanımından, burada tren var ama bu tren yüksek hızlı olmadığı gibi hızlı bile değil.
1982 Anayasası 9 Kasım 1982 yılında yüzde 91,37 oy oranı ile referandumda kabul edilen ve bugün halen geçerli olan anayasadır. 177 maddesi bulunmaktadır ve bunun 134 maddesi değiştirilmiştir. Tam da AKP’nin söylediği gibi bir tek adı değişmemiştir. 1876 Kanuni Esasi’yi de alırsak 1921, 1924, 1961 ve 1982 olmak üzere bu coğrafyada 5 anayasa yapılmıştır. 1921’e kurtuluş, 1924’e kuruluş dersek 1961 ve 1982 anayasaları darbe ürünüdür. 1961 Anayasası’nın demokratik olma niteliği hep yapılma yöntemi nedeniyle geri planda kalmıştır. Bu demokratik niteliklerin büyük kısmı da bir askeri muhtıra ile geri alınmıştır.
İlginç olan Türkiye’de anayasanın neden bu kadar çok konuşulduğudur. Siyaset neden sokaktaki insanın çok daha önemli sorunları varken durmadan anayasa değişikliğini konuşur?
İngiltere’deki anayasa hayli karışıktır, yazılı olmadığı söylenen. Pek çok mevzuat ve gelenek anayasa halini almıştır. İngiltere örneği çok uzun açıklama gerektirir. ABD’nin anayasası 1788 yılında kabul edildi. Önsöz, 7 madde ve 27 yasa değişikliğinden oluşuyor. ABD’nin sistemi başkanlık ve federal bir ülke. Anayasa ile belirlenen sınırlar içinde güçler ayrılığının da sorunsuz işlediğini hatırlatalım. Başkanın görevden alınması, bir biçimde görevi yapamayacak hale gelmesi ya da ölmesi halinde yerine seçimle gelen başkan yardımcısının geçeceğine ilişkin düzenleme 1967 yılında yapılmış. Oysa bu hüküm yokken 1964 yılında Kennedy öldürüldüğünde başkan yardımcısı aynı gün başkanlık görevini üstlenmişti. ABD anayasasındaki son değişiklik 1992 yılında senatör ve temsilciler meclisi üyelerinin maaşlarıyla ilgili yapıldı ve uygulanması bir sonra seçilecek üyelere bırakıldı. Kendi maaşlarını artırmamış oldular. Amerika’da ya da batı medeniyetlerinde anayasa tartışmasına tanıklık yapmazsınız, yapılan hep anayasayı hatırlatmaktır. ABD’de yakın dönemde Trump bunu zorladı ama aldığı yanıt ABD sisteminin özeti gibiydi. Kendi atadığı genelkurmay başkanının kaybetmesi halinde darbe yapacağını söylemesi üzerine genelkurmay başkanı “başkana değil anayasaya bağlı olduğunu” belirtti. Aynı içerikteki bir açıklama da kaybetmesi halinde anayasa mahkemesinin sonuçları iptal edeceğini iddia edince Trump’ın atadığı mahkeme başkanından geldi. Oralarda mesele bu kadar basit yani.
AKP ve Erdoğan’ın anayasa değiştirme niyetlerine, yaşanan pratikler üzerinden bakınca şüphe ile yaklaşmak gerekiyor. Çünkü anayasanın iktidar ve Erdoğan açısından hiçbir bağlayıcılığı yok. Anayasa’nın yasaklamış olmasına karşın 3’üncü kez aday olması, atanmış bürokrat niteliğindeki bakanların milletvekili adayı olabilmeleri en son örnekler. Bunun daha öncesi de var. Bu nedenle niyetlerin ilki gündem değiştirmek ve “sıkıntılara” bir bahane bulmak. İkincisi, vahim olan da bu, politik bir faydayı araya sıkıştırmak. Burada ayrı niyetler de olabilir. Örneğin, türban, aile diyerek kutuplaşmayı sağlamak ya da cumhurbaşkanı seçilebilmek için gerekli olan yüzde 50 artı 1 oyu yüzde 40’a indirmek. 12 Eylül 2010 referandumunda darbecileri yargılama vaadi, 16 Nisan 2017 referandumunda güçlü yasama da bunların en kalın örnekleridir. (Cumhurbaşkanlığı sistemine MHP’nin “anayasayı fiili duruma uygun hale getireceğiz” gerekçesiyle geçtiğimizi unutmayalım. Bu sanırım, ekonomik, sosyal, siyasal gerekçelerle yapılan anayasa değişiklikleri dışında dünyadaki tek örnektir) Ayrıca 2018 seçim beyannamesinin en temel iddiası, “güçlü meclis” ti. TBMM, artık bırakın güçlü olmayı, siyasi denklemde bile bulunmuyor.
Önceki sistemde TBMM’nin seçtiği cumhurbaşkanına yine milletvekilleri arasından seçilen TBMM Başkanı vekalet ederdi. 1960-1980 arasında cumhurbaşkanına senato başkanı vekalet ediyordu, 2 parçalı meclis olması nedeniyle. 80 sonrası 2018 seçimine ve cumhurbaşkanlığı sistemine kadar vekalet TBMM başkanındaydı. Bu vekalet sisteminde hiç sorun yaşanmadı.
Görünenden farklı bir politik niyetle hareket edildiği için cumhurbaşkanlığı sisteminde bu yöntemden vazgeçildi. Yeni sistemde cumhurbaşkanına yurtdışı gezileri ya da bir nedenle makamın boşalması halinde, cumhurbaşkanı tarafından atanan ve hiçbir politik sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanı yardımcısı vekalet edecek. Peki niye TBMM başkanı değil de bürokrat cumhurbaşkanı yardımcısı? İşte burada Erdoğan’ın siyaset yapma anlayışı ve düşünce sistemi devreye giriyor: Ya TBMM çoğunluğu Erdoğan’ın kontrolünden çıkarsa ve oraya muhalefetten bir isim TBMM başkanı olarak seçilirse?
Doğal olarak sizin de aklınıza ben burada yazdığımda geldi bu. Ama oradaki akıl hep böyle çalışıyor. Seçim öncesi anketlerde TBMM’de çoğunluğu kaybettiklerine ilişkin ortaya çıkan sonuçları dikkate almamalarının ya da önemsememelerinin nedeni de bu. Çünkü sistemi kurarken bu detaylar hep düşünüldü, TBMM o nedenle devre dışı bırakıldı, vekalet cumhurbaşkanı yardımcısına verildi.
Bir yazımda da kullanmıştım, Erdoğan 12 Eylül 2010 referandumundan sonra kendisine iletilen “yeni bir anayasa yapalım darbe anayasasından kurtulalım” diyenlere, “bunun nimetlerinden biraz da biz yararlanalım” yanıtını vermişti. Nimetlerden yeterince de yararlanıldı galiba.
Şimdi tekrar siyaset yeni anayasa tartışmalarına taşınmaya çalışılıyor. Bu pratiklerden sonra orası gerçekten mayınlı alan. Darbe anayasalarında en azından niyet açıktı, “yüksek standartlı demokrasi” gibi anlamsız kavramlar yoktu, ne yazıyor ise o uygulanıyordu…