Yine, Yeniden CHP | CHP değişti baraj altı kaldı (2)

SEDAT BOZKURT


Bir önceki bölümde kurultaylar üzerinden CHP’nin çok özet tarihini anlatmaya çalıştım. CHP bir yandan kendini değiştirerek toplumu değiştirirken, toplumda ya da dünyada yaşanan gelişmelerden de etkilenerek değişmiştir. Her kurultay CHP’yi, başka bir politik yörüngeye ve kadrolara taşımıştır. 80 sonrasının yol hikâyesi, 80 öncesi kadar anlamlı ve tarihsel değildir. Hep bir şeyler eksiktir.

80 darbesinin koyduğu siyasi yasaklar 1987 yılında kalkınca, Deniz Baykal, SHP lideri Erdal İnönü’yü ziyaret ederek görüşür. Görüşmenin içeriği, Baykal’ın genel sekreterlik talep etmesidir. Ama İnönü, görüşmeden sonra yakın çevresine, “Baykal genel başkan olmak istiyor” diye anlatır görüşmeyi. İnönü’nün tespiti doğrudur. CHP kapalı olduğu için onun devamı olarak yola çıkan Halkçı Parti ve SODEP’in birleşmesiyle kurulan SHP, 1988 yılında 2’inci kurultayını yaptı, Baykal genel sekreter oldu. Baykal’ın niyeti belliydi ve sabredemiyordu, hemen hareke geçti. 1990 yılında 6’ncı olağanüstü kurultayı toplatarak İnönü’nün karşısına aday olarak çıktı ve kaybetti. Ama parti yönetimine kendisine yakın çok sayıda ismin girmesini sağladı. Bu Baykal’ın, parti yönetimini kilitleyerek, olağanüstü kurultay toplanmasını kolaylaştırma yöntemiydi. Baykalcı hareketin önceliği hep bu nedenle parti organları olmuştur. 27 Temmuz 1991’de SHP 3’üncü kurultayı topladı, Baykal İnönü karşısında tekrar aday oldu yine yenildi. 1992 yılında CHP’nin tekrar açılmasına karar verilince Baykal oraya da aday olarak en sonunda bir genel başkanlık koltuğuna oturmayı başardı.

18 Şubat 1995 yılında SHP ile CHP, CHP’nin 26’ncı Kurultayı’nda birleşme kararı aldı. Hikmet Çetin’in 6 aylık genel başkanlığından sonra toplanan 27’ncı Kurultay’da Baykal tekrar genel başkan koltuğuna oturdu. DYP ile koalisyon hükümetini bozan erken seçim kararıyla koalisyonu, “süresi belli bir hükümet” haline dönüştüren Baykal’ın, 24 Aralık 1995 yılında yapılan seçimlerde, o güne kadar toplam oyları hiçbir zaman yüzde 20’nin altına düşmeyen CHP ile SHP’nin birleşmesiyle oturduğu genel başkanlık koltuğunda, partisi seçim barajını yüzde 10,7 ile kıl payı aşabildi. (Bir yıl önceki 1994 yerel seçimlerinde SHP’nin yüzde 13,6, CHP’nin yüzde 8,8 oyu vardı)

chp-kapak-fotosu.jpeg

1998’de toplanan CHP 28’inci kurultayı, o güne kadar yapılan kurultayların içi en boş ve en ilginç olanıydı. Baykal popüler bir yabancı şarkı eşliğinde tribünlerin en üst kısmından kürsüye uzun bir merdivenden pop star gibi indi ve “başbakanlığı istiyorum” diyerek heyecanlı bir konuşma yaptı. Bu kurultayın ana teması “değişim ve yeni CHP” idi. Salonda dağıtılan dergide de bu kavramların altı kalınca çizilmişti. Bu kurultayda Baykal’ın istediği “değişim” gerçekleşti ve “yeni” CHP oluşturuldu. İddialı gidilen 1999 seçimlerinde “değişmiş yeni” CHP yüzde 8,7 oy alarak tarihinde ilk kez baraj altı kaldı ve TBMM’nin tarihinde de ilk kez bir CHP temsilcisi yer almadı.

(Burada, bugüne de ışık tutması açısından dikkat edilmesi gereken en önemli mesele değişim ve yenilikle neyin anlatılmaya çalışıldığıdır. Her “değişim ya da yeni” CHP’yi daha ileriye mi götürür? Bu sorunun somut yanıtı yukarıda)

Baykal, CHP baraj altı kalınca istifa etti. Toplanan 9’uncu olağanüstü kurultayda Altan Öymen 13 oy farkla genel başkan seçildi ve 14 ay bu görevini sürdürdü. 1999 ile 2010 yıları arasında CHP’de 6 olağanüstü, 5 olağan kurultay toplandı. Hepsinin sloganı da değişim ve yenilenmeydi. 11’inci olağanüstü kurultayda Baykal değiştiğini söyleyerek, tekrar genel başkan oldu. 2010 yılında istifa etti, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’na bıraktı. Kılıçdaroğlu da 2 kez kurultaylarda Muharrem İnce ile yarıştı ve ikisinden de galip çıktı. Kılıçdaroğlu’nun ilk seçildiği kurultayda oluşan parti meclisinde yer alan isimlerden sadece 3’ü, Faik Öztrak, Tekin Bingöl ve Hakkı Süha Okay bugünkü yönetimde halen yer almaktadır. Parti Meclisinin tamamına yakını değişmiş yani.

(Kılıçdaroğlu’nun ilk PM’sinde Baykal kontenjanından, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığından rüşvet iddiası nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Korkmaz Karaca da yer almaktaydı)

Deniz Baykal genel başkan olduktan sonra, kendisini o makama kadar çıkaran parti içi mücadele imkanını, “kavga eden eve kız vermezler” diyerek ortadan kaldırdı. Bu, partiyi önce parçaladı, sonra da küçülttü.

CHP’de Kasım ayında yeni bir kurultay toplanacak. Kurultay, kaybedilmiş bir seçimin ardından toplanıyor. Kurultaya yüklenen anlam, bunun için kullanılan kavramlar ve bunu talep eden aktörlere bakıldığı zaman, CHP tarihinin tekrar hatırlatılması gerektiği ortaya çıkıyor. Politik bir faaliyetten daha çok, bir PR çalışması gibi yürütülen parti içi muhalefet var. Politik bir adı bile yok. Tanım var sadece, değişimciler. Oysa siyasette, özellikle solda yapılan siyasette işler böyle yürümez. CHP’de işlerin böyle yürümemesi gerektiğine ilişkin çok somut bir örnek Baykal hareketidir. Önüne koyduğu bir siyaset yoktur. Burada sadece partiyi “Baykal ve biz yönetelim” mücadelesi vardır. Bunu talep edenlerin tek argümanı vardır; Baykal iyi hatiptir. Bu deneyimin somut sonucunu yukarıda aktardım.

Millet ittifakı seçime kadar üstlendiği misyonu iyi taşıdı. Seçim sürecini ve sonrasını yönetemedi. Halen buna ilişkin çok da doğru olmayan açıklamalara tanıklık yapıyoruz. Bunlardan birisi Kılıçdaroğlu’nun adaylığı. Seçimin hemen ardından “değişim” talebiyle ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu’nun da açıklamalarından bu anlaşılıyor. Oysa aktörlerinin bile atladığı çok önemli bir detay var orada, bu seçimlerde millet ittifakının adayı değil sistem önerisi, politikaları vardı. Seçmene bu sunuldu. Bunu uygulayacak kişi olarak da Kılıçdaroğlu aday gösterildi. Bugün millet ittifakını oluşturan partilerin, özellikle İyi Parti’nin, oluşmasına bizzat katkı sağladığı bu hedefleri reddettiğine tanıklık yapıyoruz. Oysa siyaset iddia ve ısrar işidir. Kendi politik iddianızı bir kenara bırakarak, bugün sokak röportajlarında, verdiği oydan dolayı, seçimlerden sadece bir ay sonra pişman olduğunu dile getiren seçmen tercihini kutsamak kolaycılıktır. Seçmen de yanlış yapar. Hem de sık sık ve kolayca yapar. Sonuçta demokraside son söz onundur, bu doğru. Siyasetin görevi de seçmene doğru karar vereceği bilgileri ulaştırmaktır, kafasını karıştırmak değil.

29 Mayıs sabahı her şeye karşın elde edilen mevzi korunamadı. Muhalefet toptan burada stratejik hata yaptı. Seçmeni yalnız bıraktı, kendi iç iktidar ya da kısa vadeli politik kimlik ve güç üretme mücadelelerine girişti. Oysa Erdoğan 7 parçalı ittifak modeli ile ancak 2’nci turda seçimi kazanabilmişti ve genel başkanı olduğu partinin oyu yüzde 7 düşmüştü. Yeni mücadele zemini tam da burasıydı. Ama olmadı.

Milas Akbelen’de ağaçları için direnen köylülere tanıklık yaptık, ağaçları kurtaramadılar belki ama mücadeleyi kazandılar. Çünkü haklı oldukları için ısrar ve inat ettiler. Her gün emekçilerin bir direniş haberine tanıklık yapıyoruz. Bazen sendikalarını bile aşarak amaçlarına ulaşıyorlar. Sadece ücretleri için değil, direndiği için işten atılan arkadaşlarının işe geri alınmasında büyük bir dayanışma gösteriyorlar. Bunların sayısı gerçekten son dönemlerde tanıklık yapmadığımız kadar fazla. Yani direndiniz mi, mücadele ettiniz mi yenilmiyorsunuz.

Yerel seçime gidilirken yorgun ve umutsuz bir muhalefet bloğu var ortada. Karşılarında ise her gün kafa karıştıracak açıklamalar yapsalar da yerel seçim sürecinde hemen organize olacak, moralli bir iktidar bloğu, yani cumhur ittifakı var. İyi Parti’den, kendilerini haklı zemine çekmek için sürekli Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinden bir açıklama ya da eleştiri geliyor. O “kazanacak aday” tartışmasıyla, nasıl politik olarak açmaza düştüklerini seçmen bile gösterdi. Ama buradaki mesele bu tezlerinde hala ısrarcı olmaları. Uzun uzun bunun politik ve etik olarak ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya gerek yok. Seçimler öncesinde de İyi Parti’nin “kazanacak” adayları gibi Kılıçdaroğlu da anket sonuçlarına göre kazanabiliyordu. Hepsinin durumu aynıydı yani. Bunlardan sadece seçim ile Kılıçdaroğlu test edildi ve anketler yanlış çıktı. Diğer potansiyel adaylar test edilmedi ya da rakip olarak Erdoğan’ın karşısına çıkmadı. O zaman Erdoğan’ın kazanmak için stratejisinin ne olacağını görecektik. Örneğin İmamoğlu yargının hamlesiyle denklem dışına itilmişti daha aday olamadan, aday olunca muhtemelen bu yarım kalan mesele tamamlanacaktı. Burada Kılıçdaroğlu’na “parti genel başkanlarının aday olmaması gerekir, partili cumhurbaşkanı olmamalı” dedikten sonra, aday olması veya ittifakın diğer partilerine kontenjanda bonkör davranması nedeniyle bir eleştiri getirebilirsiniz. Ama “seçmen sosyolojisi” diyerek siyasetin kabul etmeyeceği gerekçelerle kaybettiğini kabul ederek, bunu desteleyen ve meşrulaştıran açıklamalar yapmak çok sıkıntılıdır.

CHP kurultayına dönersek, değişim ve yenileşme iddiasında bulunanların tamamı, Kılıçdaroğlu dahil, hemen kadrolarını ve genel başkan adaylarını açıklamalıdırlar. Kongre sonuçlarında ortaya çıkacak delege yapısına göre pozisyon almayı, beklemeyi, kimseye değişim olarak anlatamazsınız. Parti içindeki durum ve bugüne kadar ortaya çıkan tablo nedeniyle Kılıçdaroğlu, tarafların hepsinin “değişim projeleri” ve kadrolarıyla ortaya çıkarak partiyi yönetme iddialarını gerçekleştirmeleri için kurultayda blok listeyi tercih etmek zorundadır. Bu kendi “değişim” iddiası için de gereklidir. Demokratik değildir ama partiyi bir irade ile yönetebilmek için taraflar adına kolaylaştırıcıdır. “Parti yönetimine bana yakın isimleri yerleştireyim, sonrasına bakarız” siyaseti denenmiş ve çok başarısız olmuş bir yöntemdir.

Keşke eskinin Baykalcıları o çıktıkları kanallarda biraz da bunlardan söz ederek yeni parti içi muhaliflere ve yöneticilere örnek olsalar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR