MÜHDAN SAĞLAM

MÜHDAN SAĞLAM

AB Merkez Bankası’nın faiz kararı: Gelecek günler bulutlu

Avrupa Birliği Merkez Bankası (ECB), 19 ülkeyi, temsilen 21 Temmuz’da gerçekleşen toplantısında piyasa beklentilerinin üstünde bir faiz artırımına gitti. Banka 2011’den bu yana ilk defa faiz artışına gitti ve 50 baz puanı uygun gördü. Piyasa beklentilerinin üzerindeki bu faiz artışı sonrasında Christine Lagarde’nin açıklamaları da dikkat çekiciydi.

LAGARDE: UFUKTA DURGUNLUK VAR

AB Merkez Bankası’nın yıl içinde faiz artışına gitmesi bekleniyor, bunun eylül ayında olma ihtimali üzerinde duruluyordu. ABD’de enflasyon oranlarının beklenenin üzerinde gelmesi (TÜFE yüzde 9,1 beklenti yüzde 8,8), enerji fiyatlarındaki tırmanma gıda fiyatlarının bu eşlik etmesi, baskı yaratan sebepler arasındaydı.

ECB’den farklı olarak ABD merkez bankası Fed faiz artışına Mart 2022’de başladı. Fed düzenli toplantılarıyla da faiz artışını devam ettiriyor. Önümüzdeki hafta yapılacak Fed toplantısında 75 baz puana kesin gözüyle bakıldığını söylemek gerekiyor. Öte yandan ECB euro/dolar paritesinin birin altına düşmesine kadar bekledi. İşte bu durum bankaya eleştiri oklarının yöneltilmesine neden oluyor.

Karar sonrasında açıklama yapan ECB Başkanı Lagarde, hiç de parlak olmayan bir resim çizdi. Yılın ikinci yarısına dönük belirsizliğe vurgu yaptı ve şirketleri yüksek maliyetler ve tedarik zincirinde aksamalar konusunda uyardı. Lagarde’ın gündeminde olan bir diğer başlık artan enerji fiyatlarıydı. Ukrayna savaşı başladığından bu yana petrol fiyatları çok nadir biçimde 100 doların altını görürken doğal gazda yaşanan karmaşayla beraber güncel fiyatlar 2000 dolara doğru koşuyor. Bu durum Ukrayna işgali başladığında Eski Rusya Devlet Başkanı ve Başbakanı Dmitri Medvedev’in Avrupa 1000 metreküp gaza 2000 euro verecek sözlerini hatırlatıyor. Çizilen resimde ECB faiz artırsa da eleştirilerden kurtulamıyor. Nedenlerine bakalım.

AB MERKEZ BANKASI GEÇ Mİ KALDI?

ECB’ye dönük ana eleştiri de Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan ancak Batı kampının bir bütün olarak içinde yer aldığı savaşın sonuçlarını doğru hesaplamamasına odaklanıyor. Enerji fiyatlarındaki artış, dünyadaki tüm merkez bankalarını kara kara düşündürüyor ve art arda faiz artışı kararları geliyordu (elbette Türkiye hariç). Üstelik ECB pandemi döneminde ivmelenen varlık alım programına bile temmuzda son verdi. Öte yandan Atlantik’in öte yakasındaki Fed ECB’den dört ay önce faiz artışına başladı ve aslında gelen fırtına konusunda uyarıda bulundu. Oysa ABD’den farklı olarak AB Rusya gazına da petrolüne daha bağımlı, bu noktada jeopolitik hesaplarla ekonomik denge arasında şirazenin kaydığına dönük bir izlenim oluşuyor.

Rusya, AB’nin tükettiği doğal gazın yüzde 40’ını petrolün yüzde 25’ini sağlıyor. Savaş ile birlikte yaşanan belirsizliğin AB ekonomilerini etkileme ihtimali çok açıktı, üstelik Kanada ve ABD bu kadar bağımlı olmasalar bile hızla hazırlığa girişmişti. Almanya ve Fransa’da art arda rekor kıran enflasyon dahi haziran ayında merkez bankasının adım atmasını sağlayamadığı. Dikkat çekici olan bazen merkez bankaları önden duyuru yaparak, bakınız fed, aslında piyasayı hem hazırlar hem de sakinleştirirdi. ECB bunu da yapmadı. Yalnızca karardan bir gün önce Reuters’a bir haber sızdırıldı: Faiz artırımın kesin, 50 baz puan gündemde. Oysa ABD enflasyon oranları açıklandığı 13 Temmuz sonrasında ECB bu kararını sızdırsa/duyursaydı euro/dolar paritesinde bu düzeyde bir aşınma görülmeyecekti. Euro’nun dolar karşında değer yitirmesi AB içinde de bazı tasarrufların dolara yönelmesine neden oldu.

Lagarde konuşmasında enflasyon riskinin yukarı yönlü olduğunu söylüyor, hatta bu eğilimin devam ettiğini de. O zaman şunu sormak gerekmiyor mu? Enflasyon riski Almanya’da uzun süredir yukarı yönlü. Dahası AB’ye dönük yukarı yönlü revize edilen enflasyon ve aşağı yönlü büyüme verileri de bunu destekliyordu. Buna karşın banka neden temmuzu bekledi?

OLASI GELECEK VE TÜRKİYE’NİN HALİ

Dünyanın önde gelen merkez bankalarının faiz artışı kararlarına son olarak ECB katıldı. Üstelik Lagarde’ın açıklamasından bu artış eğiliminin süreceği anlaşılıyor. Önümüzdeki hafta gözler Fed’de olacak. Fed’in kararı aşağı yukarı tahmin edildiği için euro/dolar paritesine etkisi sınırlı olacaktır. Ancak burada dikkat çekici olan şirketlerin istihdam konusunda işten çıkarmalara uzanacak tedbirler almasa da işe alımlarda yavaşlamaya gitmesi, Apple, Microsoft, Google gibi şirketler bu anlamda en dikkat çekenleri, buna yenilerinin eklenmesini beklemek şaşırtıcı olmayacak, zira Lagarde’ın da uyardığı gibi şirketlerin maliyetlerinde artış bekleniyor.

Enerji fiyatlarındaki tırmanmaya gıda sektörünün eklenmesi küresel ekonomiler için riskli bir durum zira ikisi de temel ihtiyaç; sadece şirketler değil, toplumun genelini yatay kesen bir durum. Buysa merkez bankalarının faiz artışlarını sürdürmeleri anlamına geliyor. Artan faizler borçlanma maliyetlerini yukarı çekeceği için şirketlerin maliyetleri artmaya devam edecek. İşte değinilen görünüm beraberinde enflasyonun yanı sıra küçülmeler getirebilir. Bu anlamda ufuktaki maalesef stagflasyon (durgunluk ve ona eşlik eden yüksek enflasyon) gittikçe artıyor.

Türkiye açısından duruma bakıldığında doğrusu verili koşullar üzerinden analiz yapmak zorlaşıyor. 21 Temmuz’da gerçekleşen merkez bankası toplantısı ve kayıtsızlığı yeniden tescil edildi. İktidarın kendinden menkul faiz sebep enflasyon sonuç politikasının sonuçları yüzde 80’ini bulan enflasyon oranlarında, eriyen alım gücünde, 18’e dayanan dolar kurunda kendini gösteriyor. Üstelik bu eğilim sürerse bir süre sonra enflasyona rağmen büyüme tezi de çökecek ve Türkiye küçülmeye başlayacak. Özetle Türkiye bildiğimiz gibi ufukta olumlu bir gelişme ve buna dönük bir niyet yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
MÜHDAN SAĞLAM Arşivi
SON YAZILAR