SAMİM AKGÖNÜL

SAMİM AKGÖNÜL

Türkiye, Avrupalı bir devlettir

Avrupa diye bir yer yok. Demek istediğim, tüm coğrafi ve siyasi oluşumlarda olduğu gibi, insanların tanımladığı Avrupa'dan başka bir Avrupa yok. Biz neresi Avrupa dersek orası Avrupa.

Türkiye’de Avrupa ve Avrupalılık konusunda şizofren bir durum olduğu açık. Avrupa’yı kıskanıp Avrupa bizi kıskanıyor diyen, Avrupalıyım deyip Avrupa’dan nefret eden, Avrupa batıyor çığlıkları atıp Avrupa’ya gitmeye can atan bir toplum var. Seneler önce İzmir’de bir konferansın sonunda söz alan hanımı hatırlarım hep: “Ben Avrupalıyım, Avrupalıdan daha Avrupalıyım, ama Avrupa’ya gitmek istediğimde iki yüzlü Avrupa bana vize vermiyor”.

Psikanalizden semiyolojiye, sosyolojiden tarihe, siyaset biliminden coğrafyaya, her türlü beşerî bilim disiplininde tahlil edilmesi gereken bir cümle.

HANGİ AVRUPA?

Evet, “Avrupa” tanımı bakış açısına göre değişir. Coğrafi bir tanım alırsak, herkesin Avrupa'nın bir noktada başladığını ve bir noktada bittiğini söyleme hakkı vardır. Hangi noktada olduğu kişiden kişiye değişir. Aman sakın İzlanda, Urallar falan demeyin. Öyle bir kural yok.

Avrupa anayasası antlaşması tartışmalarından beri, önce bazı sağcı siyasi partilerin ve Vatikan'ın iddia ettiği daha sonra bütün popülist söyleme hâkim olan “medeniyetçi” bir yaklaşımı tercih edebilir, Avrupa'nın Hıristiyan kökenlerini Avrupa’nın tanımı için kullanabiliriz.

Bu tanımda bu Hıristiyan mirası (Ama hangisi? Yüzyıllarca birbirini öldürmüş Ortodoks, Katolik Protestan Hristiyanlığı tek bir medeniyetin kökenleri olarak mı almalıyız?) ile Hristiyanlıkla kavgalı Aydınlanma dönemini harmanlayanlar, Avrupa’yı bir medeniyet bütünü olarak algılamaktalar. Aslında, elbette bu bir hayal. Bu tanım, basit “medeniyetler çatışması” teorisini kabul etmek anlamına gelir ve elbette, milyonlarca Avrupalı ​​Müslümanı, Yahudiyi, Budisti, Ateisti (ama son dönemlerde sadece Müslümanları) Avrupalılığın çeperine yerleştirir, Avrupa topraklarında yaşamalarını gayrimeşru kılar.

Avrupa tanımı için kurumsal Avrupa’yı kullanabiliriz, herhangi bir Avrupa kurumunun üye devletlerinin “Avrupa”yı oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ama hangisi? Brexit’ten sonra 27 üyesi kalan Avrupa Birliği olabilir elbette. Ama bu durumda sadece Türkiye, Rusya, bazı eski Yugoslav cumhuriyetleri ve Arnavutluk'u değil, aynı zamanda İsviçre ve Norveç'i de Avrupa'dan çıkaracağız! Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)? Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada dahil 57 üyesi var.

DEĞERLER AVRUPASI

Peki ya Avrupa Konseyi? Neden olmasın… Rusya Federasyonu’nun çıkmasından (kovulmasından) sonra 46 üyesi kalan Konseyde 675 milyon Avrupalı yaşıyor ve bünyesinde bana kalırsa tek gerçek bir uluslar-üstü kurum olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni barındırıyor.

Türkiye, Konsey’in ilk üyelerinden, kuruluşundan birkaç ay sonra Ağustos 1949’da üye oluyor ve o tarihten beri kurumun en etkin üyelerinden biri. Diğer bir deyişle Avrupa Konseyi’nin temelini oluşturan aşağıdaki değerler, Türkiye’ye dışarıdan empoze edilen ilkeler değil. Türkiye’nin inşasına katkıda bulunduğu ilkeler.

Konsey, 1949'da Strazburg'da, bu satıları yazarken tam karşımda bütün ihtişamıyla dikilen Üniversite Sarayı’nda, değerler temelinde kuruldu: devletler değil, sınırlar değil, din değil, “medeniyetler” değil, değerler. Üç tane “değer” var ve çok basitler. Bunları “şemsiye değerler” olarak nitelendirebiliriz.

İnsan Hakları: kadın hakları, çocuk hakları, göçmen hakları ve etnik, dinsel, dilsel ve/veya ulusal azınlıklara mensup kişilerin hakları…

Demokrasi: Sadece insanların kaderlerini seçilmişlere bıraktığı temsili demokrasinin değil, insanların yaşamlarından ve yaşam alanlarından sorumlu siyasi yetişkinler olduğu katılımcı ve müzakereci demokrasi…

Hukukun üstünlüğü: Herkese eşit muamele, bireyler için kuralları değiştirmemek, her koşulda kurallara saygı duymak…

Değerler Avrupası, Avrupa Konseyi sayesinde geliştirilen tek Avrupa tanımıdır. Her ülke bu ilkelere uyuyor mu? Elbette hayır, hepsi AİHM’de yargılanıyor ve mahkûm oluyor. Her Avrupalı birey bu değerleri benimsemiş mi? Elbette hayır. Avrupa’nın popülistleri, ırkçıları, otoriterleri… hepsi birlik olmuş bu değerlere saldırıyorlar. Ama değerler orada. Bunlar, ulaşılması gereken birer amaç.

NE SENLE NE SENSİZ

Son 10 yılda Avrupa Konseyi prestijini kaybetti. Rusya -ki sonunda kovuldu- Türkiye, Polonya, Macaristan gibi ülkeler AİHM kararlarına uymayı zaman zaman reddediyorlar ve insan hakları ihlallerini sistematikleştiriyorlar. Ve maalesef Avrupa Konseyi’nde de bir yılgınlık, bir yorgunluk sezmek mümkün. Son Kavala ve Demirtaş kararlarının Türkiye tarafından uygulanmaması karşısındaki sessizlik, kararsızlık hatta korkaklık oldukça üzücü. Mahkemenin önünde daha binlerce Fethullahçılıkla suçlanan insanların davaları var.

Tedbirli yaklaşımı anlayabiliyorum. İki ekol var Avrupa Konseyi’nde. Bir ekol diyor ki Türkiye kırmızı çizgileri çoktan aştı, artık Konsey’in kararlılığını göstermesi gerekir. Diğer bir ekol ise Türkiye’yi kaybetmenin sonuçlarının potansiyel insan hakları kurbanları için ağır olacağını, Türkiye ile ne olursa olsun çalışmaya devam edilmesi gerektiğini düşünenler. Ben de öyle düşünüyorum. Ama bir yandan da örneğin Anayasa Mahkemesi ya da Yargıtay üyelerinin AİHM’de eğitim aldıktan sonra, bile bile ya da siyasi iradenin zoruyla Konsey’in ilkelerine birebir zıt kararlar aldıklarını görünce umutsuzluğa kapılıyorum.

Avrupa Konseyi’nin kurucu değerlerini reddetmek, onu öldürmektir. Ve bu kurucu değerler Türkiye’nin varoluş ilkeleridir, dışardan dayatılan şeyler değil.

Umarım çok yakında Türkiye Avrupalı olduğunu ve Avrupa Konseyi’nin misafiri değil sahiplerinden biri olduğunu hatırlar ve İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak, AİHM kararlarını uygulamamak için şark kurnazı yollar aramak gibi Avrupalılığı tanımlayabilecek tek kurum olan Konsey’i içerden baltalamaktan vazgeçer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SAMİM AKGÖNÜL Arşivi
SON YAZILAR