İBRAHİM GÜNDÜZ
Allı turna diyarında ölüm madenciliği ve bir başkan
Cengiz Holding’in Kazdağlarında ağaç katliamı devam ederken iki günlüğüne Kırşehir’deydik... Kazdağları Derneği Başkanı Süheyla Doğan ve İklim Adaleti Koalisyonundan Cemile Kaçar’la birlikte geldiğimiz Kırşehir, yağma-talan madenciliği kıskacında onurlu bir mücadele veriyor... Bu mücadelenin en önünde de Kırşehir’in Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu bayrağı taşıyor...
Anadolu’nun az bilinen ama çok özel şehirlerinden birisidir Kırşehir. Kızılırmak havzasında, Kervansaray dağlarının yamacında kurulmuş, Ahi Evran, Aşıkpaşa, Dadaloğlu, Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş’ın şehridir. Japonların insanlık tarihinin izlerini aradığı bir şehirdir Kırşehir...
Hititler ve Asurlulardan da önce, Milattan Önce 5 bin yıl öncesinin uygarlık kalıntılarını ortaya çıkarmaya çalışan Japon arkeologlar, Kırşehir’in taşını-toprağını heykeltraş ustalığında özenle eşeleyip bölgeye “tarih hazinesi” gözüyle bakıyor. İşte böyle bir coğrafyada birileri ise dünyanın en tehlikeli ve zehirli madenciliğinin onaylarını ve ruhsatlarını verip, dozerleri ve kamyonları bölgeye gönderiyor...
Hatta Koç-Fernas ortaklığındaki DEFAŞ maden şirketinin sondaj yaptığı bölgede tarihi mezarlar, yerlerde parçalanmış antik çömlekler ve bir tümülüs dikkat çekiyor. Yani Koç müze açması gerekirken, arkeologları destekleyip bir tarih hazinesini ortaya çıkarması gerekirken dozerleri gönderiyor...
Bugün Kırşehir denince akla önce Neşet Ertaş sonra Seyfe Gölü gelir... Neşet Ertaş’ın allı turnalarının, yani flamingoların gölüdür Seyfe... İşte bugün allı turnaların gölü Seyfe ve Neşet Ertaş’ın şehri Kırşehir yağma-talan madenciliğinin hedefinde!
Dört bir yanına dünyanın en tehlikeli ekokırım merkezleri olan siyanürlü altın madenleri açmak istiyorlar. Bir yandan Koç ve Fernas, diğer yandan Nurol, öte yandan Koza ve Yıldızlar Holding ve adını-sanını bilmediğimiz diğerleri, Kenvansaray dağlarını param parça etmek için sıraya girmişler... Kızılırmak Havzası üzerinde yapılmak istenen altın madenciliği, üç ilçeyi, onlarca köyü doğrudan olmak üzere Kırıkkale, Kayseri, Nevşehir ve Ankara’yı da uzun vadede olumsuz olarak etkileyecek. Çünkü su fakiri olan ve küresel iklim felaketinin etkisi altındaki bu bölgede, “su canavarı” madenlerini beslemek için Kızılırmak suyuna bile göz dikmişler.
Kervansaray dağları, Kırşehir’le Seyfe Gölü arasına kurulmuş doğal bir kale gibi bütün ihtişamıyla göğe yükseliyor. Bu dağ sayesinde o bölgede özel bir ekosistem oluşmuş. İşte bu özel ekosistem içinde de Ramazan Baran tam 23 çeşit üzüm yetiştiriyor Seyfe’nin kenarında.
Ancak küresel iklim felaketinin de etkisiyle Seyfe Gölü tarihinin en zor günlerini yaşıyor... Bir doğa harikası olan ve binlerce yıl o bölgeye ve ekosisteme hayat vermiş olan gölü korumak için acil önlemler alınması gerekiyor...
Yani devletin, gölü ve çevresini korumak için akılcı projelerle yol göstermesi gerekiyor. Bölgede damlama sistemiyle tarım yapılması, gölü besleyen havzada kontrolsüzce su çekilmesinin önüne geçilmesi gibi önlemleri hayata geçirmesi gerekiyor. Bölge esasen çok verimli topraklara sahip. Hani derler ya, “Toprağa odun diksen yeşerir” diye, aynen öyle. Bölge aynı zamanda önemli bir hayvancılık merkezi. Ankara ve İstanbul’un et ihtiyacının yüzde 30’u bu bölgeden sağlanıyor.
İki günlük ziyaretimiz sırasında uğradığımız coğrafi işaretli biberiyle ünlü Cemeli köyünün muhtarı, köylerinin Seyfe Gölü’ne 25 kilometre uzakta olmasına rağmen su sondajı yapmalarına izin verilmediğinden yakınıyor. Göle 25 kilometre uzaklıkta su sondajına izin vermeyen aynı devletin kurumları, bugün gölü besleyen Kenvansaray dağlarını param parça edecek, Seyfe Gölünün canına okuyacak, “su canavarı” altın madeni projelerine onay vermiş...
Bir değil, iki değil, üç, dört beş... Tam beş siyanürlü altın madeni projesine izin verilmiş. Birçoğu Kenvansaray dağları üzerinde. Yani Kırşehir’le Seyfe gölünün ortasındaki Kervansaray dağlarını “alın parçalayın” demiş birileri. Parçalamaya başlamışlar bile. Sondajlarla delik deşik etmişler. Hatta köylülere göre izinsiz sondajlar bile yapıldı. Şimdi de daha büyük bir yıkım için hazırlık yapıyorlar.
Ancak hesaba katmadıkları ve düşünemedikleri bir sorunla karşılaşmışlar... Kırşehir’in dağlarına, köylerine ve yaşam alanlarına sahip çıkan bir halkı ve onlarla birlikte hareket eden ve hatta onlara önderlik eden bir de Belediye Başkanı var: Adı Selahattin Ekicioğlu... Kırşehir’in bir evladı... Orada doğup, büyümüş bir iş insanı. 2019 ve 2024 seçimlerinde belediye başkanı seçilmiş. Kent Konseyi Başkanı İYİ Parti kökenli Müfit Göçen’le uyumlu bir ikili olmuşlar. Şehirlerini korumak için kolları sıvamışlar. Kırşehir’de yağma talan madenciliğine, sömürge madenciliğine izin vermeyeceğiz diyorlar.
Ekicioğlu, şirketlerin toz pembe bir tablo çizdiğini belirterek şunları söylüyor:
“Maalesef işin gerçek yüzü öyle değil. O şirketler zengin olup gidecek, milyonlarca ton pisliklerini bize bırakacaklar. Dünyayı sömürüyorlar, doymuyorlar. Kırşehir’i de sömürecekler. Bizim suyumuzun, havamızın, kuş cennetimizin ve tarımımızın olduğu bölgede şehri kuşatacaklar. Çok değil, beş yıl sonra bu şehir yaşanamayacak bir hal alacak. Bunun mücadelesini veriyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız ileride bize, ‘Ülke talan edilirken siz ne yaptınız dede’ demesin; alnımızın akıyla çocuklarımızın karşısına çıkalım diyoruz. Bedel ödemekse bedel ödemeye hazırız.”
Bu arada öğreniyoruz ki, Koç-Fernas ortaklığındaki maden şirketi DEFAŞ, özel randevu isteyerek belediyeyi ziyaret etmiş ve saatler süren bir brifing sunmuşlar. Belediye Başkanı Ekicioğlu tek bir soru sormuş: “Bu işler için çok fazla suya ihtiyacınız olacak. Suyu nereden bulacaksınız. Görüyorsunuz, bölgede su sıkıntısı var?”
“Gerekirse Kızılırmak’tan alırız” demişler. Evet aynen böyle demişler!
Kardeşim Kızılırmak nereye yetsin! Kızılırmak Kırıkkale’ye mi, Kırşehir’e mi, Ankara’ya mı, Kayseri’ye mi, Nevşehir’e mi, Tosya’ya mı yetsin... Kızılırmak bir de sizin zehirli madenlerinizi mi besleyecek...
Yani görünen o ki, bugün Kazdağları’nda yaşanan vahşette de gördüğümüz gibi bu ülkede birileri gerçeklerle ve insanlıkla bağını koparmış. Hiçbir bilimsel ve akılcı bir yaklaşım yok. Türkiye’nin en Müslüman ve uhrevi olduğunu iddia eden bir hükümeti, tarihin en maddiyatçı en dünyevi iktidarını kurmuş durumda. Gözleri dönmüş bir halde şimdi Türkiye’nin bütün dağlarını, ormanlarını, köylerini, göllerini ve hatta şehirlerini bile satılığa çıkarmışlar. Bunun adına da “ülkeyi yönetmek” diyorlar... Bir ülke bu kadar barbarlığı kaldıramaz...