
NURİ GÜNAY
‘Barış’ diyorsanız Yavuz-Bitlisi ittifakını misal gösteremezsiniz!
Numan Kurtulmuş’un geçtiğimiz günlerde Şırnak’ta yapılan bir toplantıda sarf ettiği şu cümleler tepkiyle karşılandı: “…Bir başka ittifak ise Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail'e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisî’nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. O ittifakın sonunda 1514'te Çaldıran'da bizim hep beraber yeniden Anadolu kültürünü dirilten o ittifakımız, Anadolu'daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasına neden olmuştur.”
Haliyle sözleri tepkiyle karşılandı. Çünkü bahsettiği tarihsel dönemde yaşananlar Anadolu’nun hafızasında derin bir yara. Kabuk da bağlayamıyor çünkü yüzyıllardır süren ayrımcı, mezhepçi siyaset sürüyor.
Kurtulmuş, mecliste yaptığı konuşmada ise şu sözlerle özür diledi: “O konuşmamın bütünlüğü içerisinde Anadolu'nun birlik, kardeşlik serüvenini anlatırken Selahattin Eyyubi'den, Sultan Alparslan'dan örnek verirken yaptığımın açıklamanın içerisinde ve hiçbir yerinde Alevi yurttaşlarımızı asla rencide edecek tek bir cümle yoktur. Eğer böyle anlaşıldıysa bir tek Alevi kardeşimiz bundan üzüldüyse bundan dolayı üzüntümü ifade etmek isterim…”
İlk duyduğumda TBMM Başkanı, bu sözleri şifahen mi sarf etti acaba diye düşündüm. Hani olabilir, ayarı kaçmış cümleler kurmuştur, istemeden insanları incitmiştir.
Lakin konuşmanın tamamını okuduğumda böyle olmadığına kanaat getirdim. Söylenenlerin dikkatli bir biçimde, muhtemelen danışmanlar marifetiyle hazırlandığı anlaşılıyor.
Konuşma metninde, Kurtulmuş’un da dediği gibi, Kürt–Türk dostluğundan dem vuruluyor ve tarihsel örnekler veriliyor. Alparslan'ın Şeybanilerle, Mervanilerle yaptığı ittifaktan; Selahattin Eyyubi’yle, Nurettin Zengî dostluğundan; Cihan Harbinden, Çanakkale’den, Kurtuluş Savaşından bahsediliyor.
Bütün bunlar, tarihsel, ideolojik, politik bir bakış açısıyla söyleniyor. Özür diliyor oluşu temsil ettiği zihniyetin sorunlu oluşu gerçeğini değiştirmiyor.
Türkler Türklere, Müslümanlar Müslümanlara karşı
Şah İsmail’den hangi ulusun mensubu olarak bahsetmeliyiz? Türk değil midir?
Anadolu’da Safevi istilası ve zulmü nasıl olmuştur? Şah İsmail’i sivil halkın maruz kaldığı bir katliamın faili saymak için eldeki kanıtlar nedir?
En nihayetinde Şah İsmail de hükümdardır ve onun iktidar pratiği de döneminin karakterine uygundur. Şah Hatayi’yle Şah İsmail aynı kişidir ama İsmail’in hükümdarlığı Hatayi’nin dünya görüşüne yaklaşamamıştır. Neyse bu mesele uzun, ayrı bir tartışmanın konusudur.
Yavuz Sultan Selim’in, Çaldıran Seferi gidişi ve dönüşünde Alevi-Kızılbaş halkını kırımdan geçirdiği ise bilinen bir tarihsel gerçektir. Bu dönemde katliamları meşrulaştırmak ve hukukla gerekçelendirmek için fetvalar çıkartıldığı bilinen gerçek. “Kuran yaktılar”, “cami yaktılar”, gibi söylentiler o dönemde de devlet eliyle yayılıyordu. Alevilere dönük pek çok çirkin iftiranın, karalamanın kökleri bu yıllara dayanmaktadır.
Katliamlar Yavuz’dan sonra, Kanuni ve Birinci Ahmet zamanında da sürmüştür. Kuyucu Murat Paşa, Sultan Ahmet’in veziridir. Kuyucu’nun nasıl bir cani olduğunu kısa bir araştırmayla öğrenebilirsiniz.
İlerleyen yıllarda Celali İsyanları’nın bastırmak, büyük Alevi Katliamları anlamına gelmiştir.
İdris Bitlisi, Osmanlıdan önce Akkoyunlu divanının en önemli devlet adamlarından biridir. Yavuz’u Safeviler’e sefere teşvik eden en önemli isimdir. Kürt beylerini Osmanlı yanında savaştırmayı başarmıştır. Yaşananlar gerçekten tarihsel bir dönemeçtir. Sonuçları Anadolu halkı için kıyım anlamına gelir.
Bitlisi, Yavuz’un emriyle kırk binle yetmiş bin arası Alevinin katledildiğini yazmıştır. Mezhepsel ayrım bundan sonra derinleşecektir. Olanlardan Anadolu’nun birliğini sağlamak diye mi, yoksa Anadolu’nun zapturapt altına alınması olarak bahsetmek gerekir? “Anadolu’nun birlik ve beraberliğini bozanlar” diye kimi işaret etmeliyiz?
Yavuz Sultan Selim, iktidarı döneminde devletin sınırlarını yüzde yetmiş genişletmiş bir padişahtır. Kazanılan toprakların büyük çoğunluğu Müslüman coğrafyayı kapsamaktadır. Çağın “normali” budur. Bunda şaşıracak bir şey yoktur. Soğukkanlı bir tarih okuması yapmak gerekir. Fakat övünecek ne vardır?
Dediğim gibi Şah İsmail de bir hükümdardır en nihayetinde. Fakat Şah Hatayi’yi ondan ayırmak icap eder. Anadolu’yla birlikte çok geniş bir coğrafyada yüzyıllardır etkisini sürdürmektedir. Hala dillerde olan deyişleri, türküleri hemen her gün kulağınıza çalınabilir.
Bir örnek vereyim:
“Şah Hatayi'm ölmeyince
Tenim turap olmayınca
Dost dosttan ayrılmayınca
Dost kadrini bilmez imiş…”
Yavuz Sultan Selim de pek çok Osmanlı padişahı gibi şairdir. Bu da onun şiirinden bir örnek:
“…Bu Selîmî kuluna cevri revân eyledügin
Bunca sıdkın reh-i aşkında yalan eyledügin
Yüzünî gösterüben sonra nihân eyledügin
Neyi ki şîve mi ki cevr mi ki nâz mı ki”
Hangisi Anadolulu, cevabı siz verin…
Tarihi hadiseleri yaşandığı tarihsel dönemin şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Yavuz’a da, Şah İsmail’e de, o dönemin tarihsel şartları içinden bakmaya çalışmalıyız. Burada sorun resmi tarihin çarpıklığıdır. Sorun, Osmanlı’nın mirasçısıyız zihniyetindedir. Sorun mezhepçiliğin tarihsel kökleriyle bir geleceğin tasavvur edilmesidir.
Bu nedenle Numan Kurtulmuş’un “kibarca” dilediği özrün ne yazık ki karşılığı yok. “Açıklamanın içerisinde ve hiçbir yerinde Alevi yurttaşlarımızı asla rencide edecek tek bir cümle yoktur,” deyince mezhepçi bakış açısını geri çekmiş olmuyor.
Diğer yandan bu “incinme” bahsini de hayli rahatsız edici bulanlardanım. “Kötü sözler” duyunca gözleri yaşaran, üzülen, boynunu bükenler değil bu ülkenin insanları. Mesele ağzınızdan çıkanlar değil, yüzlerce yıldır maruz kalınanlar.
İtiraz, yanlış gelecek planlarınıza. İtiraz, bu coğrafyanın asli unsurlarını yok saymanıza. İtiraz, ayrımcılığınıza, mezhepçiliğinize…
Geçmiş prangamız mı olmalı?
Açıkçası Kürt meselesinin çözümüne dair bir şeyler konuşulmaya başladığı andan itibaren tarihsel misallerin sıralanmasını faydalı bulmuyorum. Bunu yalnızca iktidardakiler yapmıyor elbette.
Bir ayağımıza tarihin prangasını takarak öbür ayağımızla eli yüzü düzgün bir döneme geçmenin zor olduğunu düşünüyorum.
“Bin yıllık ittifak” gibi klişeler kulağa hoş geliyor olabilir ama gerçeği anlatmaya yetmiyor. Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisî ittifakı Kürt ve Türk halkının ittifakı demek olmuyor. Alevi Türklerin, Alevi Kürtlerin katliamıyla sonuçlanan Türk-Kürt ittifakı mı olur?
Elbette Anadolu deyince halkların kardeşliğinden söz edeceğiz. Hele hele Türkler ve Kürtlerden bahsederken yan yana yaşamış değil, iç içe geçmiş bir yaşamdan, ortak kültürden söz ediyoruz. Bundan ibaret değil elbette. Anadolu deyince aynı zamanda Ermenilerden, Rumlardan, Çerkeslerden, Lazlardan, Süryanilerden, Araplardan bahsediyor olduğumuzu bileceğiz.
Lakin eşsiz kültürel mirasın yanı sıra, bu kardeşlik tarihinin de yarası beresi de o kadar çok ki!
Unutmalı mıyız peki tarihi? Zinhar!
Egemenlerin değil halkların tarihinden çıkartacak çok dersimiz var.
Bu toprakların geleceği eşitlik, özgürlük, demokrasiyle temellendirilmiş bir barışla aydınlık olabilir. Laiklik, sayılan ilkelerin en önemli harçlarından biridir.
Bu sebepten, daha çok geleceğe bakalım, geleceği konuşalım, geleceğe doğru adımlarla yürüyelim.
Yola çıktıysanız, dönüp dönüp arkaya bakarak yürümeniz pek zor olur.