SEDAT BOZKURT
Çok yanlışlı siyasi denklem
SEDAT BOZKURT
Seçim sonuçlarının yarattığı “tsunami” halen devam ediyor. Bunun yarattığı en büyük hasarın CHP’de olduğu da hemen görüldü. İyi Parti’nin büründüğü sessizlik ve Meral Akşener’in delegelere sert çıkışı, parti sözcülerinin açıklamalarıyla, sorumluğu üzerlerinden atarak başka bir yere ihale etme çabaları sadece parti içindeki eleştirilerin yüksek sesle dile getirilmesini ertelemiş gibi gözüküyor. İyi Parti’nin kendisine oluşturmaya çalıştığı pozisyon, tam da ilk okul dönemi tarih kitaplarından aktarılan, tarihi bir tez olarak da doğrulanmayan, “birinci dünya savaşında biz yenilmedik ama Almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık” noktasıdır. Oysa ortak yürütülen işlerde kollektif paylaşım gerektirir hem başarı hem de başarısızlık.
Millet ittifakının hep tercih değil zorunluluk olduğunu dile getirdim. Koalisyon ya da ittifakları sonlandıracağı için geçildiği söylenen cumhurbaşkanlığı sistemi, gelinen noktada Recep Tayyip Erdoğan’ı da millet ittifakını 6 parça olması nedeniyle eleştirirken, kendisini bir anda 7 parçalı bir ittifakın ortağı yaptı. Bu sistem MHP ile Hüda Par’ı aynı ittifak içinde buluşturdu ve bu sorun edilmedi. Ama öyle ki sistemi tanımlamaya ucube demek bile yetmiyor artık.
Millet ittifakı sürecinde aktörlerinin bile öneminin farkına yeterince varamadıkları bir politik deneyim yaşandı. Dünyada örneği olmayan bir model oluşturuldu ve işledi. İçinden iktidar partisi AKP’nin çıktığı Millî Görüş hareketinin partisi Saadet Partisi (SP), uzun süre iktidarda görev almış iki ismin Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ın kurduğu Gelecek ve Deva Partileri, çok partili hayatın bedel ödeyerek simgesi haline gelmiş, iyi veya kötü tarihsel yüküyle Demokrat Parti (DP), katı ve dirençli milliyetçi MHP içinden çıkıp gelen İyi Parti ve Cumhuriyet ile yaşıt, cumhuriyeti de kuran ve bütün partilerin ilk doğduğu kaynak CHP’den oluşan bir ittifak, politik kimliklerinin farklı olmasından daha çok bu anlamları nedeniyle bile bir arada olmaları için önemliydi.
Bu ittifak modelinin tabanı da hazırdı. Gezi dönemindeki kimlik çeşitliliği millet ittifakının tabandaki tam yansımaydı. Millet ittifakının bu çeşitliliği içinde barındıran tabanı, 2017 referandumunda hayır bloku olarak kurumsallaştı. 4 parti olarak 24 Haziran 2018 seçimlerinde bu ittifak modeli işledi. SP’li isimler CHP, DP’li isimler İyi Parti listelerinden aday gösterildiler ve 2 SP’li ile bir DP’li isim parlamentoya girmeyi başardı. Bu ittifak modeli cumhurbaşkanlığı konusunda ortak çatı adayını gerçekleştiremedi. Meral Akşener aday olacağını, ikinci tura kalacağını ve seçimi kazanacağını belirterek çatı adaya karşı çıktı ve partisinden bile daha az oy aldı. Oysa o dönemin, İyi Parti’nin son seçimlerdeki söylemiyle “kazanacak” adayının bahçesine askeri helikopter ile genelkurmay başkanı “aday olmaması için” ikna amacıyla inmişti.
2019 yerel seçimlerinde SP millet ittifakından ayrıldı ama ittifak ile senkronize hareket ederek seçimlere gidildi ve AKP, başkanlıklar anlamında ağır yenilgiye uğradı. Burada HDP’nin de millet ittifakının yörüngesinde bulunarak katkı sağlaması da önemliydi. Denklem iyi kurulmuştu yani.
Gelecek ve Deva’nın katılımıyla millet ittifakı genişledi ve henüz seçim gündemde bile yokken yol haritasını belirledi. Önce seçim ittifakı, sonra koalisyon hükümeti ve anayasa değişikliği yapacak kurucu meclis planlandı. Bu ortak hedefler için ortak metinler de oluşturuldu. Seçim dönemi geldi, her iktidarın yaptığı gibi seçime gidilirken kendisine avantaj sağlayacağı inancıyla AKP ve MHP de seçim yasasını değiştirdi. İttifak içinde partilerin kendi logolarıyla seçime girmesi riskli hale geldi.
İyi Parti seçimlere kendi listesi ile gireceğini ve o listeye de kimseyi almayacağını en baştan söyledi. Saadet ile Gelecek partileri ittifak içinde 3’üncü bir parti olarak seçimlere girmeleri konusunda anlaştı buna Deva direndi. Ahmet Davutoğlu Akşener’e, seçmen sosyolojisini gerekçe göstererek CHP ile birlikte bazı isimlerin İyi Parti listelerinden seçimlere katılmasını hatta sağ blok olarak millet ittifakı içinde İyi Parti çatısı altında seçimlere girilmesini bile önerdi. Bu da kabul görmedi. Davutoğlu’nun yanlış ifade ettiği “son seçenek ve istemediğini söylediği CHP” listeleri böyle oluştu. Kemal Kılıçdaroğlu da millet ittifakı içinde ayrı bir parti olarak muhafazakâr bir çatı altında 3 partinin girmesini en başından destekledi ve İyi Parti’de sağ CHP’de sol isimlerle millet ittifakı olarak 2 ayrı parti olarak seçimlere girilmesine başından beri yeşil ışık yaktı.
Listelerin oluşturma aşamasında millet ittifakında, cumhurbaşkanı adayı belirlenme sırasında yaşanan masa devirme meselesiyle başlayan gerginlik 3’üncü parti çatısı altında seçimlere girilememesiyle hayli artmıştı. Millet ittifakı işte o noktada da bitebilirdi ama Kılıçdaroğlu devreye girdi ve herkes tarafından çok eleştirilen “bonkör” yaklaşımla ittifak olmanın gereğini yerinde getirdi. (Buradaki sorumluluk aslında ittifakı kuran ama yönetemeyen Kılıçdaroğlu’ndaydı. İttifak içinde muhafazakâr sağ kimlikli bir 3’üncü partiyi zorlayabilirdi. Ya da İyi Parti listelerine CHP’nin yükünün bir kısmını aktarabilirdi. Ama yapamadı)
Yazılı metinler üzerinden akademik kıymeti bile bulunan, ülkenin meselelerinin tamamını tespit etmekle kalmayan gerçekçi çözümler de içinde barındıran proje hazırlayan millet ittifakı sıra milletvekili seçimlerine gelince siyasetin klasik dar alanına çekildi. Önüne bu kadar kıymetli hedefler koyan partiler hemen parti faydalarını ön plana çıkardılar. Listeler ile niyetler taban tabana zıtlaştı. 2’si belediye başkanı 7 cumhurbaşkanı yardımcısı gibi kendilerinin bile anlatmakta zorlandıkları fantezilerle seçmen ikna olmadı. İklimin çok uygun olmasına karşın Erdoğan bir kez daha kazandı. Toptan muhalefet kaybetti demiyorum, çünkü bu seçimin tek kazananı Erdoğan. Ve halen muhalefet Erdoğan’ın bu seçimi neden kazandığını anlamaya çalışmadığı gibi seçimlerin neden kaybedildiğini hep yanlış yerlerde arıyor. Ya da faturayı yanlış yerlere kesme çabasında.
Yaklaşan yerel seçimlerde yeni ittifak oluşturulması bugünkü tabloda zor gözüküyor. Millet ittifakı ile kendini ayrıştırma çabasında olan bir iyi parti var. Tablo, millet ittifakındaki partilerin, TBMM’de grup için bir arada olan Gelecek ve SP ile birlikte 5 ayrı parti olarak yerel seçimlere girecek gibi gösteriyor. Kılıçdaroğlu bir kez daha risk alarak, partideki varlık nedenini de bugünkünden daha zora sokacak bir şekilde ittifakları zorlar mı? Bundan çok emin değilim. İstanbul’da geçen seçimde bir denklem kazanmıştı, şimdi de farklı bir denklem oluşursa; İyi Parti’nin adayı MHP oylarını, Deva ve SP’nin adayı da AKP’nin oylarını alırsa Yeşil Sol’un adayına da HDP’ seçmeninin bir kısmı oy vermezse aradan CHP’nin adayı çok rahat çıkabilir. (Burada dikkat edilmesi gereken 2 nokta var. HDP seçmeni stratejik tavır alabiliyor. 2018 seçimlerinde Selahattin Demirtaş yerine Muharrem İnce’ye bile sayıları az olsa da oy verdiler. Erdoğan, İstanbul seçimlerini tam da böyle, karşısındaki oylar bölününce kazanmıştı) Buradaki tek mesele ve risk CHP’nin aday belirleme yöntemi. Bu konuda başarılı tercihleri olsa da CHP’nin sabıkası hayli fazla.
Seçimler sonrasında muhalefete karşı oluşan öfke iktidarın ekonomi politikaları nedeniyle muhalefetin hiçbir katkısı olmadan tekrar ve artarak hatta yanına cumhur ittifakı seçmenini alarak AKP’ye yönelmeye başladı.
Uluslararası ölçümlere göre Türkiye dünyanın 20 en sefil ülkesi arasında. Çalışanlar için en kötü 10’uncu ülke. OECD raporuna göre “gıda, barınma, enerji” gibi temel ihtiyaçların karşılanması için en çok kaygı duyulan ülke Türkiye. Dünyada gıda ücretleri son bir yılda yüzde 11 düşerken Türkiye’de tam tersi oldu ve yüzde 61 yükseldi. Sadece 2023 yılında akaryakıta 73 kez zam yapıldı ve fiyatı iki kat arttı, vergi artışları buna dahil. Bu süre içinde emekli maaşı yüzde 25, asgari ücret ise sadece yüzde 34 arttırıldı. İnsan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi bu kötü tabloyu ortadan kaldıracak ilgili ölçümlere girmedim bile, ekonomik tablolar bunlar sadece.
Ve bu tabloyu yaratan iktidar durmadan yarattığı illüzyon ve muhalefetin organize olamama hali nedeniyle seçim kazandı ve gelecek yerel seçimlerin de favorisi.
Burada sizce de birden çok yanlış yok mu?
Sınıfsal bir tespit yaparak buradan yol almak lazım: Türkiye’de sadece enflasyon veya alım gücündeki düşüş nedeniyle yoksulluk artmıyor, zenginler daha fazla zenginleştiği için artıyor. Bu nedenle iktidar yandaşları içinde bulundukları sefalete itiraz etmek yerine sürekli caddelerdeki son model ve pahalı arabaları, tıka basa dolu lokantaları, otelleri ve eğlence yerlerini hatta sokaklarda gezen kuru kalabalığı gösterip duruyorlar.
Türkiye’deki 13 zenginin (yazıyla on üç) mal varlığı nüfusun yüzde 44’ünün, donları dahil sahip oldukları her şeyden daha fazla. Bu sayı 36 milyon insana tekabül ediyor.
Ve iktidarda tercihini hep bu 13 kişiden yana kullanan siyasi partiye bu 36 milyonun içinden çok sayıda insan oy veriyor.
O pek çok yanlışın birisi burada olabilir mi?