Damacana ve pet şişelere hapsedilen su hakkı

Hasan Aydın

Su, insan yaşamı için vazgeçilmez bir kaynaktır. Her ne kadar yeryüzünün yüzde 70' i sularla kaplı olsa da içilebilir tatlı su kaynakları dünya su rezervinin sadece yüzde 3' ünü oluşturmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), yetişkin sağlıklı bir insanın günlük ortalama 2- 3 litre su tüketmesini önermektedir. Bir zamanlar musluklardan içilebilen kamunun güvencesi altındaki temiz içme suyu, bugün ekonomik ayrıcalığa dönüşerek damacanalara ve plastik pet şişelere hapsedilmiştir. Artık suyun kullanım hakkı, yapılan yasal düzenlemelerle ticarileştirilerek kâr amacı güden sermaye gruplarının ellerine teslim edilmiştir. İçilen bir bardak suyun değerini de su şirketleri belirlemektedir.

Kentleşmeyle birlikte nüfusun artması, alt yapı yetersizliği, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri, sanayi atıkları, tarımda kullanılan pestisitler ve evsel atıklarla suların kirletilmesi son 30 yılda sağlıklı içme ve kullanma suyuna ulaşımda ciddi sorunlara yol açmıştır.

UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından yayınlanan 2021 Dünya Su Kalkınma Raporu' na göre, içilebilir suyun küresel kullanımı son 100 yılda altı kat artmış ve 1980'lerden bu yana gerçekleşen bu artış, yılda yaklaşık yüzde 1 oranında olmaktadır. Su hakkı, en açık şekilde 2002' de BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından yayınlanan genel yorum 15' te ortaya konulmuştur. Genel Yorum 15 'te "herkesin kişisel ve ev içi kullanım için yeterli, güvenli, fiziki olarak ulaşılabilir ve bedeli ödenebilir suya erişim hakkı olduğu ifade edilmiş ve bu amaçla devletlerden" ulusal strateji ve eylem planları" hazırlamaları talep edilmiştir. Uluslararası insan hakları ve uluslararası hukuk organları, su hakkının insan hakları hükümlerinin bütünleyici bir parçası olduğunu kabul etmektedir.

1961 Anayasası, suların ve doğal kaynakların devletin tasarrufunda olduğunu düzenlemiş,1982 Anayasası da aynı anlayışta olmuştur. Çevre hakkının dolayısıyla sağlıklı su hakkının korunması sorumluluğu da devlete aittir. Bugün Norveç, İsveç, Danimarka, Avusturya, Polonya gibi birçok Avrupa ülkesi, yer altı su kaynaklarını ve çevresini koruma, su borularını yenileme vb. uygulamalarla, kendi vatandaşlarının musluklardan akan içilebilir suya erişimini sağlamışlardır. Ülkemizde ise güvenli içme suyu temini zaman içinde bir halk sağlığı sorununa dönüşmüştür. Türkiye'de yeraltı suyunun kullanımına yönelik talep artışına rağmen, kaynaklar sınırlı ve yağış oranı da azalmaktadır. Kaçak sondajla açılan su kuyularından aşırı miktarda su çekilerek tarımda kullanılması, bazı yerlerde yeraltı su seviyelerinin düşmesine hatta bu kaynakların kurumasına yol açmıştır. Özellikle kırsal yerleşim alanlarında ikamet eden vatandaşlar, geçmişte, kamusal bir hak olarak gördükleri suyu, olanaklar dahilinde yaptırılan ortak mahalle çeşmelerinden sağlarlardı. Günümüzde yüzlerce köyde ortak su çeşmeleri hâlâ kullanılmaktadır.

musluk.jpg

Su temini ve dağıtımının kısa tarihçesi

Osmanlı' da Fatih döneminde oluşturulan Su Nezareti, öncelikli olarak İstanbul' un içme ve kullanım sularının temini ve dağıtımını üstlenmişti. Diğer yandan dönemin sakaları, miri, hassa, mülki ya da vakıf çeşmelerinden temin ettikleri suları, yük hayvanlarına yükledikleri kaplarla su şebekesinin bağlı olmadığı evlere belirli bir ücret karşılığında taşıdılar. Yoksul halkta, kendi mahallerindeki en yakın çeşmeden su ihtiyaçlarını karşıladı... sakalar, gelir elde etmek için su temin ettikleri dönemin ayrıcalıklı bazı çeşmelerinden dolayı kendi aralarında rekabete girmişler, bazen de rant için birbirleriyle kavga etmişlerdir.

1855'te İstanbul ' da Şehremaneti adıyla ilk belediye teşkilatı kurulmuş, daha sonra suyun evlere iletilmesine yönelik ilk merkezi çalışma başlatılmıştır.1864 tarihli Vilayet Nizammesi sonrasında (1868-1871) bazı vilayet merkezlerinde (İzmir, Bursa, Selanik) ilk taşra belediyeleri kurulup hizmet vermeye başlamıştır. Osmanlı' nın son döneminde İstanbul Su Şirketi adıyla yabancı sermayeli bir şirket kurulmuş ve bu şirket o dönem su dağıtım imtiyazına sahip olmuştur.

su-kanallarii.jpg

Cumhuriyet döneminde suyun dağıtımı

1930 yılında 1580 Belediye Kanunu çıkartılmış, bu kanuna göre içme ve kullanma suyunun halka ulaştırılmasından belediyeler sorumlu tutulmuştur. 1970' lerde "musluktan içilecek su" ideali öne çıkmış, özellikle İzmir, Ankara ve Eskişehir gibi büyük şehirlerde su alt yapı yatırımlarının planlanması ana hedef olarak görülmüştür.

1980 askeri darbesi ile uygulamaya sokulan IMF politikaları, Türkiye' de kamu hizmetlerinin verimsiz olduğu söylemini yaygınlaştırarak suyun da dahil olduğu yeni özelleştirmelerin önünü açmıştır. Yatırım bütçesini merkezi yönetimden alamayan belediyeler, eskiyen su borularını ve arıtma tesislerini gerçek anlamda yenilemedi. O dönemde paslı kırık su boruları, klor kokusu ve sudaki mikrobiyolojik kirlilik haberleri, bazı basın organlarınca manşetlere taşındı. “Kamu hizmetlerinin maliyetini kullanan vatandaş ödesin." anlayışı dönemin yetkililerince yürürlüğe konularak su fiyatları artırıldı. Sonuçta su kamusal bir hak olmaktan çıkıp ekonomik bir metaya dönüştü. Vatandaşın tükettiği suyun bedeli, belediyelerin asli gelir kaynaklarından biri oldu.

1981 yılında İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi),1987 yılı (İzmir ayında ASKİ (Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi) ve yine 1987 yılı Nisan ayında İZSU (İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi) kuruldu. Kâğıt üzerinde yerel özerklikliğe sahip olduğu iddia edilen bu kuruluşlar, pratikte hizmetlerin ticarileştirilmesi sürecini hızlandırdı. Diğer yandan bu kuruluşlar, acil olan içme suyu alt yapılarını yenilerken Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası'ndan kullanıcı bedeli esasına ve özel işletme modeline göre şartlı kredi aldılar. Bu yüklü kredinin geri ödemesi, vatandaşın ödemiş olduğu su faturası gelirleriyle gerçekleşti.

1990'lı yıllarda kurulan su istasyonları

1993-1994 yıllarında Türkiye’de yaşanan kuraklığa bağlı olarak Marmara Bölgesi'ndeki barajlarda su seviyesi çok azalınca, İstanbul ve yakın çevresindeki yerleşim yerlerine belediyeler, sağlıklı su ulaştıramadılar. Bu dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi "Akdamla " adıyla geçici bir çözüme yönelerek bölgenin farklı bölgelerindeki içme suyu kaynaklarından temin ettiği suyu tankerlerle İstanbul' a getirdi. Bu su vatandaşın evlerinden getirdiği plastik bidonlara benzin pompalarıyla dağıtıldı. Bu uygulamadan esinlenen bazı kişiler, mahalle aralarında akaryakıt satar gibi "su satış istasyonları" kurdular.

adana-su-kanali.jpg

Vatandaşlar, parayla su satın almak için ellerindeki boş kaplarla, yüzlerce metrelik uzunlukta kuyruklar oluşturdular. Bazı apartmanların bodrumlarında büyük su depoları yapılırken, evlerin mutfak ve banyoları çeşitli boyutlardaki su bidonları ile dolup taştı. İstanbul' un farklı semtlerinde, mahalle aralarında kısa sürede 3 bine yakın "su istasyonu " açıldı. Bu su istasyonu görüntüleri, sonradan çekilen TV dizi filmlerine bile konu oldu. O yıllarda, derelerden tankerlere doldurulan mikroplu suların, vatandaşa “temiz kaynak suyu” diye satıldığı ihbarlarının da ardı arkası kesilmedi.

Toplum sağlığı açısından riskli ve denetimsiz yapılan bu açık su satışı uygulamasına, ancak 1997 yılında Sağlık Bakanlığı 'ınca yayınlanan Ambalajlı Su Yönetmeliği ile müdahale edildi. Bu yönetmelikle birlikte kaynak suyu, içme suyu, maden suyu gibi kategoriler belirlendi. Şirketlere ruhsatlandırıldı.

Bu yönetmelikle bir sanayi ürününe dönüştürülen su, sağlığı tehdit eden Bisfenol A(BPA) kimyasalı içeren, 19 litrelik plastik damacanalarda, karbon ayak izini büyüten, binlerce kamyonet, minibüs ve üç tekerli motosikletle şehirlerin dört bir yanındaki, evlere ve iş yerlerine taşınmaya başladı. Her mahallede sabahın erken saatlerinde veya akşamüstü evlerin ve apartmanların önünde, sırtında mavi renkli damacana taşıyan sucuları görmek, artık sıradan bir görüntü haline geldi.

Osmanlı dönemi sakalarının yerini motorlu araçla su taşıyan sucular aldı. Belediyelerin, musluktan akan sudaki sorumluluğu azalırken, özel su şirketleri dağ eteklerine, yaylalara ve yeraltı su kaynaklarına yöneldiler. Özellikle Bursa, İzmit, Sakarya, Adana, Isparta, Antalya gibi illerde faaliyetlerini yoğunlaştırdılar.

Su kaynaklarının piyasalaştırılması ve rant kavgası

Ambalajlı su sektörü, gelişiminin ilk aşaması olan 1990' lı yıllarda devlet düzenleyici rolünde geç kaldı. Yerel yönetimler, kamusal su sorumluluğundan adım adım geri çekildi. Kentsel su alt yapı hizmetleri gerçek anlamda yerine getirilmediği gibi, çoğu kentte belediyeler su arıtma ve dağıtım ağlarını özelleştirmek için ihaleler düzenledi. Devlet, kanuni düzenlemelerle, gelir elde etmek için su kaynaklarını piyasalaştırınca özel su şirketlerinin büyümesi kaçınılmaz oldu. Ancak bu büyüme, kaynakların aşırı kullanımı, plastik kirliliği, toplumsal eşitsizlik ve suya ilişkin kamu hizmetinin özelleştirilmesi gibi ekolojik ve sosyal bedellerde üretti.

Ambalajlı su sektöründeki faaliyetlerin kaynağını belirleyen temel hukuki düzenlemeler, 4721 sayılı Medeni Kanun ve 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun' dur. Ambalajlı su sektörü firmaları, 16.12.1960 tarihli ve 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun' un 4. maddesinin 3. fıkrasına tabidirler ve buradan doğan bir düzenlemeye göre su kaynaklarını işletebilmektedirler. 3. fıkrada, " kuyuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir. " denmektedir. Ambalajlı özel su sektörü firmasınca çıkarılan su, ticari bir faaliyete konu olduğu için, faydalı miktarı aşan kısım içinde değerlendirilmektedir.

kurakk.jpg

Arazinin devletin hüküm ve tasarrufu altında olması nedeniyle su firmaları kuyu açmak için önce DSİ Genel Müdürlüğü' nden izin almak zorundadırlar. Daha sonra Millî Emlak Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen sözleşmelerle su firmalarına işletme izni verilmektedir. Fakat 2003 yılında ilgili fıkraya yapılan bir ekleme, faydalı ihtiyacı aşan miktarın İl Özel İdareleri'nce kiraya verileceğini hükme bağlamıştır. Bu mevzuat değişikliği ile devlet, kamusal ve doğal bir kaynak olan suyu korumayıp, oradan gelecek kira bedeline bel bağlamaktadır. Öte yandan ambalajlı su sektörü firmaları, ödedikleri yüksek kiralar nedeniyle İl Özel İdareleri'ni eleştirmekte ve su kaynağını doğrudan kamusallıktan çıkarıp, piyasa ilişkilerine konu etmektedirler.

Reklamların etkisi ve farklılaşan su kültürü

Sermaye bakımından güçlenen ambalajı su sektörü, 2000'li yıllardan itibaren medyadaki reklamlar için büyük mali bütçeler oluşturdular. Televizyonlarda, yazılı basında, dijital platformlarda ve billboardlarda doğayı, karlı dağları ve bu bölgelerde akan berrak su görüntülerini içeren reklamlar, en üst sıralarda yer aldı. "Bebeğinizin sağlığı için en güzel su", Karlı dağdan gelen saflık " gibi çarpıcı sloganları ile damacana ve pet şişeler deki ambalajlı su , hem sağlık için güvenlik vaadi hem de statü göstergesi haline geldi.

Zihinlerde "musluk suyu içilmez" yargısı oluşturuldu.

Bu yargı, vatandaş tarafından süreç içinde benimsenip, pekiştirildi. Bazı kişiler de temizlik kaygısıyla başlattıkları ambalajlı su tüketim alışkanlığını, sınıfsal kimlik göstergesine dönüştürdüler.

Vatandaşların bir kesimi de musluk suyunu çamaşır yıkama ve temizlik işlerinde kullanırken, açlık sınırı altındaki maaşıyla geçinmeye çalışan emekçiler ve emeklilerde, pahalı olan ambalajlı suyu satın alamadıkları için musluk suyunu kaynatarak içmeye devam ettiler.

Yabancı şirketlerin sektöre girişleri

Su kalitesi üzerinde etkili olan AB (Avrupa Birliği) direktifleri ürün çeşitlenmesi ve ürün teknolojilerinin geliştirilmesi konusunda karmaşık bir yapılanmayı öne çıkardı. Bu durum

güçlü sermaye ve yeni teknolojiye sahip küresel su şirketlerinin ülkemizdeki su sektörü alanına girişine de zemin yarattı. Bunlar, ellerindeki teknolojiyle belirli bir kalite standartlına ulaşamayan yerli firmaların, hisselerini satın almaya başladılar. Bazı yabancı teknik işletmelerde su hizmetleri ile (şehir / tesis işletmesi, arıtma, endüstriyel su çözümleri) su pazarına girdiler.

1997 yılında Fransa merkezli Danone, yerli marka Hayat Su' yu bünyesine kattı. Danone Türkiye' de 'Danone Hayat' çatısı altında ambalajlı su ürünleri faaliyetlerini yürüttü. Danone ,2013 yılında da Sırma Su' yu alarak pazardaki payını artırma stratejisine devam etti.

Dünyanın ambalajlanmış su piyasası liderlerinden Nestle Waters, 2001 yılında Nestle Pure Life markasıyla, Türkiye su pazarına girdi.2006 yılında Türkiye' nin en büyük su şirketlerinden Erikli 'yle birleşti. Nestle' nin bu şirketteki ortaklık payı yüzde 60 oldu. Bu ortaklık yabancı bir şirketin yerli bir su markası üzerinde çoğunluğu ele geçirmesine örnek teşkil etti.

Coca- Cola daha önce sahibi olduğu Turkuaz adlı suyun yerine, yüzde 20,1 hisseyle Damla Su' ya ortak oldu. Pepsi-Cola Agua ile su pazarına girdi. Saka suyun hisselerinin yüzde 90'nını 2016 yılında Japon içecek üreticisi DyDo DRINCO satın aldı. 2011- 2012 döneminde Pelit Su' yu. Abu Dhabi merkezli Agtha Grup satın aldı. Öte yandan şehir suyu arıtma ve endüstriyel arıtma gibi hizmet pazarına da Veolia ve SUEZ gibi büyük yabancı şirketler girdi. Yabancı firmaların pazar payı her yıl giderek artmaktadır. Bu ortaklardan biri su satışında lider konumundadır.

Denetim yetersizliği ve kaçak dolumlar

Türkiye' de bazı kayıt dışı su şirketleri, arıtılmamış musluk suyunu plastik şişelere doldurup bunlara sahte etiket yapıştırarak, satışa sunmaktadır. Bazıları da denetimden kaçmak için sıkça adres değiştiriyor. Kendilerine yönelik etkili bir denetim yapılmadığı anlayışında olan bu şirketlerin yetkilileri çok rahat bir şekilde faaliyet yürütüp, insan sağlığı ile oynayabilmektedirler. Vatandaşlar, bu kişilere ve firmalarına karşı yetkililerce kesilen cezaların caydırıcı olmasını talep etmektedirler.

damacana-pqet-sise.jpg

Damacana ve pet şişelerin insan sağlığına etkileri

Uzmanlar, damacana ve plastik şişelerde uzun süre bekleyen suların güneş ışığına ve sıcaklığa maruz kaldığında kabın yapısındaki kimyasal bileşenlerin ve mikroplastiklerin suya geçtiğini ifade etmektedirler. Damacanada plastiğin kırılganlığını önleyen ve sertliğini veren Bisfenol A(BPA) maddesidir. Bu madde, bebek biberonlarında, şeffaf ve sert yapılı plastik ambalaj materyallerinin üretiminde kullanılır. BPA' ile ilgili olarak büyüme bozuklukları, kalp hastalıkları, diyabet ve doğumsal kusurlara neden olduğuna ilişkin tartışmalar da devam ediyor. Damacana suların raf ömrü 3 aydır.

Damacana, iyi yıkanmadığında mikrop üremesi söz konusudur. Damacanalar üretim tarihinden itibaren en fazla 5 yıl veya 75 kez kullanılabilir. Bazı markalar, maliyetten kaçmak için ömrünü tamamlamış damacanaları halâ kullanabilmektedirler. Eskişehir 'de yaşayan bir vatandaş, 8 Ağustos 2020 tarihinde sipariş verdiği damacananın 2006 yılında üretilmiş olduğunu tespit edince bu durumu basınla paylaşmıştı.

Damacana suları 15 saat içinde tüketilmelidir. Ya da bu süre içinde su, cam kaplara aktarılmalıdır. Plastik ambalajlı su serin (5-15 derece) mümkünse karanlık bir yerde saklanmalıdır. Kokulu ve rengi bulanık olan, kapağında logo ve marka ismi ve ürün emniyet bandı bulunmayan, dolum ve son tüketim tarihleri olmayan plastik ambalajlı sular satın alınmamalıdır. Doğal kaynak suyunun pH derecesi 7 ile 8,5 arasında olmalıdır.

Türkiye ' de damacana ve pet şişeden su kullanımı sadece bir tüketim alışkanlığı değil, güven, çevre ve sınıf sorunlarının iç içe geçtiği toplumsal bir olgudur.

Su sektöründe kontrolsüz zamlar ve tekelleşme

Belediyelerin kamusal görevi olan temiz su temini,1990' lardan sonra piyasanın mantığına teslim edildiği için, dar gelirli vatandaşlar, bugün damacanalara ve plastik şişelere hapsedilmiş suyu yüksek fiyatlarla almak zorunda kalmaktadırlar.

Özellikle büyük su şirketleri; dağıtım, depolama ve lojistik gibi faaliyetlerin maliyet kalemlerini bahane ederek kısa aralıklarla, özellikle suyun çok tüketildiği yaz aylarında yüksek fiyat artışlarına başvurmaktadırlar. Bazı belediyeler ve esnaf odaları, damacana ve pet şişe satış fiyatına yönelik asgari tarifeleri açıklasalar da piyasa dağıtımcıları ve etkin markaların fiyat uygulamalarını kontrol edecek denetim mekanizması yetersiz olduğundan bu tarifelere genelde pek de uyulmamaktadır. İstanbul'da 19 litrelik damacana suyun resmi fiyatı 110 TL olmasına rağmen bazı su markalarının sahada eve teslim fiyatları 135 TL' den başlayıp 190-195 TL 'ye çıkabilmektedir.

Sektör araştırmaları, damacana içindeki suyun gerçek maliyetinin satış fiyatının yalnızca yüzde 1-3'ünü oluşturduğunu gösteriyor. Yani 150TL ye satılan bir damacananın içindeki su maliyeti 1,5-3 TL arasında hesaplanıyor; geri kalan tutar dağıtım, ambalaj, pazarlama ve hizmet bedelleri olarak açıklanıyor. Küçük pet şişe su satış fiyatları da tartışma konusu. Büfelerde 10-15 TL ' ye satılan 330 ml'lik plastik şişe suyu, bazı restoranlar, kafeler ve havaalanlarındaki işletmelerde 40-70 TL arasında satılabilmektedir.

İstanbul Sucular ve Meşrubatçılar Odası verilerine göre TESK ve oda tarafından belirlenen tarife uygulanmıyor. Oda Başkanı Ahmet Turan Akkaya, basına yaptığı açıklamada, " Hiçbir gerekçe yokken yapılan zamları kabul etmiyoruz. Markaları Ticaret Bakanlığı'na şikayet ettik" dedi. Akkaya pazarda yerli markaların gerilediğini ve 22 su firmasının yabancı sermayeye ait olduğunu belirterek, fiyat oluşumunda yabancı şirketlerin etkisine dikkat çekti.

Ambalajlı su fiyatını hızlı ve kontrolsüz bir biçimde yükselmesi sadece ekonomik değil, sosyal ve çevresel sonuçlarda doğurmaktadır. Park ve bahçelerdeki banklarda oturarak gününü geçiren bir emeklinin, ya da işsizin susuz kalmaması için cebinde mutlaka parasının olması gerekmektedir. Fiyat artışları konusunda yetkililerin ve tüketici hakları savunucularının şeffaf denetim açısından önemli adımlar atması gerekiyor.

Sektörün son durumu ve satış istatistikleri

Türkiye' nin su sektöründe bir tekelleşme söz konusudur. Bugün yabancı şirketlerin ortak olduğu firmalarla yerli firmalar kendi aralarında örgütlenmişlerdir. Sektör sorunlarının çözümü için ilk kez 1988 yılında sektör içinde ilk kez GESUDER (Geri Dönüşüm Ambalajlı Doğal Kaynak Su Üreticileri Derneği) ardından 1999 yılında ise KASUDER (Kaynak Suyu Üreticileri Derneği)kuruldu. 2000 yılında bu iki dernek ortak bir kararla birleşerek SUDER’i (Ambalajlı Su Üreticileri Derneği) kurdular. SUDER'in yapısında 2025 yılı itibarıyla 38 kurumsal su firması bulunmaktadır. Bu üye firmalar ülkedeki ambalajlı suyun yaklaşık yüzde 75' ini üretiyor. TMMOB ' un 20008 tarihli raporunda ambalajlı su hizmeti veren 260 firma olduğu açıklanmıştı. SUDER' dışındaki su firmalarına ait güncellenmiş bir listeye ulaşmamamıza rağmen bu sayının ortalama 350 civarında olduğu ifade edilmektedir.

SUDER' in 2024 verilerine göre Türkiye de su pazarı hacmi yüzde 8,7’lik büyüme ile 11,8 milyar litreye ulaşmıştır. Bu hacmin 5,2 milyar litresi yüzde 3' lük küçülme ile damacana su satışından 6,6 milyar litresi de yüzde 20' lik büyüme ile pet şişe suyu satışından gelmiştir. Satılan suların tonaj olarak toplamının yüzde 44' ünü damacana suları oluştururken, diğer ambalajlı sular ise yüzde 56' sını oluşturmuştur. Sektördeki ciro 2024 yılında yaklaşık 52,5 milyar TL' ye ulaşmıştır. TÜİK verilerine göre 2024 yılında toplam ihraç edilen ambalajlı su 389.493 ton ve toplam ciro ise 80.588.615 dolardır.

Suların taşınmasında kullanılan milyonlarca plastik şişe veya damacana insan sağlığını ve doğayı tehdit etmektedir. Türkiye ' de su kaynaklarının ve su hizmetlerinin serbest piyasa ekonomisine dahil edilmesini meşrulaştırma çabalarına son verilmelidir.

damacana-biohazard.jpg

Damacana veya pet şişelere hapsedilen su, toplumun elinden alınmış bir yaşam hakkının simgesidir. Suyun pahalılaşması, yoksulluğun derinleştiği ülkemizde doğrudan halk sağlığına etki etmektedir. Suyun değeri piyasa koşulları ile ölçülemez; su bir insan hakkıdır. Türkiye' de su politikaları belirlenirken şirketlerin kâr hesapları değil, halkın temel ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Suyla ilgili karar alma hakkı, suyla bağlantılı halka aittir.

Suyun tüm canlılar için yaşam kaynağı olduğunu kabul edip, temiz suya, fiziksel ve ekonomik olarak eşit biçimde erişimini savunan, su hakkını önceleyen ve ekolojik sistemi koruyup geliştiren modellerin bir an önce hayata geçirilmesi şarttır. "Türkiye' de su krizi var." söylemi özeleştirme gerekçesi olmamalıdır. HES' lerle inşaat ve enerji şirketlerine yeni yatırım alanları açılmasının olumsuz sonuçlarını kamuoyu yaşayarak öğreniyor. Ambalajlı su sektörünün kendisini çevre dostu olarak göstermesi de tam bir aldatmacadan ibarettir. Musluk suyuna karşı oluşturulan yanlış algının kırılması gerekiyor.

Belediyelerin, su arıtma tesislerini çağdaşlaştırması musluk suyuna ilişkin laboratuvar sonuçlarını düzenli olarak kamuoyuna açıklaması ve eski boruları yenilemesi gibi çalışmalar halkta suyun şirketlerin değil kamunun malı olduğu algısını yeniden yaratacaktır.

Doğal su kaynaklarının korunarak, suyun yeniden kamusal denetim altına alınması, ücretsiz veya düşük maliyetli erişimin sağlanması gibi çalışmalar su hakkı gaspını önleyecek çözüm önerileri olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
HASAN AYDIN Arşivi