İBRAHİM GÜNDÜZ

İBRAHİM GÜNDÜZ

'Denetlenmeyen' madenin 'devlet hakkı' itirafı

Sosyal medyada bir video paylaşıldı... Kırşehir’in Karıncalı ilçesinin kırsalında, köylerin tepesinde günlerdir dolaşan bir helikopterin görüntüsü... Altında özel bir düzenekle uçan helikopter, belli ki saha taraması yapıyor... Bölgedeki madenleri araştırıyor... Bir yıl önce Fatsa’daki köylerin üzerinde de yine özel tertibatlı bir uçak günlerce dolanmıştı...

1-002.jpeg

Türkiye’nin her bölgesinde, her dağında, her köyünde bu manzaraları görebilirsiniz... Birileri milli piyango çekilişi yapar gibi milletin yaylalarını, meralarını, ormanlarını, köylerini, dağlarını ihaleye çıkarıyor ve satıyor... Eline ruhsatı alan ya helikopter uçuruyor ya uçak... Ya da uydu görüntülerini satın alıyor... Sonra da eline kazma-kürek verdiği, dozerlere bindirdiği birtakım insanları ortalığa salıyor... Maden arıyorlar... Aradıklarını bulduklarında da ÇED’li ya da ÇED’siz fark etmez anında harekete geçiyorlar... Öncelikleri altın, gümüş, bakır, nikel... Ama şart değil, mermer de olur, manganez de... Sadece taşa bile razılar... Mıcır haline getirip çimento fabrikalarına, devlete ya da isteyen herkese satıyorlar... Hani, “Taşı toprağı altın” diye bir deyim vardı ya artık bunu “Memleketin taşı toprağı maden” diye çevirebilirsiniz...

Devlet onların hizmetinde. Valiler, kaymakamlar, özellikle iktidar partisi belediye başkanları ve ilgili bakanlıkların tüm yerel birimleri onların hizmetinde... Vatandaşlar, köylüler, çiftçiler ise baş belası fazlalıklar... Hala zeytin, fındık, üzüm üreteceğiz diye direniyorlar... Hatta buğday, arpa, şeker pancarı üretmek isteyen bile var. Onların hayvanlarını otlattıkları meralar, yaylalar artık anlı şanlı maden kartellerinin siyanürleme sahası... Bazıları laftan da anlamıyor... “İş, istihdam, ekonomi” diyorlar ama kavrayamıyorlar... Ya cahiller ya da terörist... Ya da birilerinin ajanı...

Bugün Kızılcahamam’ın dağları, Gölbaşı’nın buğday tarlaları, Kırşehir’in tahıl deposu ovaları, Eskişehir’in üretim üssü vadileri birilerine ihale edilmiş... Altın diyorlar, bakır diyorlar... Linyit kömürü ya da mermer diyorlar... O da olmazsa çimento üretiriz diyorlar... Bugün Türkiye tükenen vahşi kapitalizmin neoliberal düzeninin ağır saldırısı altındadır. Bu ağır saldırının acı sonuçlarından birisini daha dün 13 Şubat’ta yaşadık...

“Asli Kusurlu” Kurum, Bakan oldu

Türkiye 13 Şubat 2024 günü tarihinin en büyük çevre felaketlerinden birisini yaşadı. Erzincan-İliç’deki Çöpler Altın Madeni’nin 256 metre yüksekliğindeki SİYANÜRLÜ LİÇ GÖKDELENİ çöktü... Dokuz insanımız diri diri toprağın altına gömüldü... Katiller de suçlular da ortada ama görmezden geliniyor...

Facianın ardından İliç Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan Bilirkişi Raporunda, eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ve bakanlık yetkilileri ASLİ KUSURLU bulundu.

Bilirkişi Raporunda Murat Kurum’la birlikte 13 kişinin ASLİ KUSURLU, 26 kişinin de TALİ KUSURLU olduğu belirtildi. 262 sayfalık Bilirkişi Raporu’nun altında 9 ODTÜ, 2 Cerrahpaşa ve 1 İTÜ hocası ile bir AFAD mühendisinin imzası bulunuyor.

Anayasa ve yasaların geçerli olduğu, demokratik bir ülkede olması gereken, dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un yargılanmasıdır. Meclis’te Araştırma Komisyonu kuruldu. Murat Kurum’un komisyonda dinlenilmesi için CHP milletvekilleri Komisyon Başkanı Atay Uslu’ya dilekçe verdi.
Olması gereken Murat Kurum’un derhal milletvekilliğinden ve Meclis Çevre Komisyonu Başkanlığı görevinden istifa etmesi, Araştırma Komisyonu’nun sorularını yanıtlaması ve ardından da hakkında yargı sürecinin başlatılmasıydı.

Peki olan ne?

Murat Kurum, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yeniden Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak atandı. Yani yargılanması gereken bir kişi, yine yeniden aynı bakanlığa “Bakan” olarak atandı. Bu aslında Çöpler Faciasıyla ilgili soruşturma yürüten adli makamlara da en üst dereceden verilmiş bir mesajdır: Sizin “ASLİ KUSURLU” bulduğunuz kişiyi, “Bakan” olarak atadım mesajı verilmiştir. Yani diğer asli ve tali kusurluların da korkmasına gerek yoktur. Çünkü en üst düzeyde korumaları vardır. Ama bütün bunların bir nedeni var, lütfen sabredin ve makaleyi sonuna kadar okuyunuz...

2-001.jpeg

Yeniden çalıştırma planları

Bir tarafında Sabırlı deresi, diğer tarafında maden çukuru, Munzur’un yamaçlarına gökdelen gibi inşa edilen siyanürlü liç sahası... Kuzeyinden Güneyine, Doğusundan Batısına fay hatlarının dans ettiği bir bölgede dünyanın en tehlikeli madenini, Fırat nehri gibi Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en stratejik su kaynağının dibine kurmuşlar...

Köylüsü çığlıklar atmış, akademisyeni anlatmış, gazetecisi yazmış, avukatları dilekçeler vermiş, siyasetçileri tekrar tekrar dile getirmiş ama dinleyen olmamış... Üstelik daha kötüsü yolda... Bu kadar ciddi bir felaketin yaşandığı ve daha büyük bir felaketin kapıda olduğu bir EKOKIRIM MERKEZİNİ yeniden çalıştırma planları yapılıyor...

Yüzde 80’i ABD-Kanada, yüzde 20’si Çalık Holding’e ait olan ANAGOLD Şirketi Meclis Araştırma Komisyonu’na 51 sayfalık bir rapor göndermiş. Daha doğrusu milletvekillerinin sorularını yazılı olarak yanıtlamış.

Kıdemli Jeoteknik Mühendis

51 sayfanın özeti: Her şeyi kitabına uygun, dört dörtlük yapılmış ama ah şu KIDEMLİ JEOTEKNİK MÜHENDİSİ yok mu... Bütün suç onunmuş! Faciayı öngörememiş... Yaklaşık 2 bin kişinin çalıştığı ve şirketin “en kârlı madenimiz” diye övündüğü maden kalp krizi geçiriyor ama kimse farkına varamıyor!
Ne CEO ne Türkiye Müdürü ne Başkan Yardımcısı ne bölüm başkanları... Kimse ne olduğunu kavrayamıyor... Elini sallasan başkandan ve müdürden geçilmiyor ama kimsenin adam yutacak çatlakları yorumlayabilecek kapasitesi yok. Varsa yoksa kıdemli jeoteknik mühendis! Riski görememiş, tehlikeyi sezememiş, alarm vermemiş ve görevini yapamamış... Bunu anlatıyorlar...

Bir taşeron kadar olamadılar

Bilirkişi raporlarından öğreniyoruz ki, o gün o madende belki de en akıllı davranıp inisiyatif alabilen kişi taşeron firması Mürekkepçiler’in sahibi Hüseyin Mürekkepçi. 13 yıldır o madende çalışıyor olmanın verdiği tecrübe ve öngörüyle, çatlakları ve yarılmaları gördükten sonra sıkıntının büyük olduğunu anlayan Hüseyin Mürekkepçi, saat 11.00 sıralarında önce kendisine ait olan iş bölümünü durduruyor. O işi durdurunca ona bağlı diğer firmalarda işi durdurmak zorunda kalıyor. Yani Mürekkepçi bu kararıyla yüzden fazla insanın canını kurtarıyor.

Yani CEO, Türkiye Müdürü, Başkan Yardımcıları, Müdürler vs diğer bütün yöneticilerin yapamadığını o yapmış ve personelini ve araçlarını kurtarmıştı. Yani Hüseyin Mürekkepçi yapılması gerekeni yapıyordu ama sabah 07.30’dan itibaren liç sahasında ortaya çıkan ve her geçen dakika büyüyen çatlaklardan saat 10.00 sıralarında bütün yöneticiler haberdarken, kimsenin aklına Denver’e aramak gelmiyordu. CEO orada, Türkiye Müdürü orada, Operasyon Müdürü bile orada...

İliç’de kıyametin koptuğu saatler, ABD’nin Denver şehrinde gece saat 21.00 - 24.00 arası... Yani kimse henüz derin uykuda falan da değil. Derin uykuda olsalar ne olur... Evi yanan adama, “Aman rahatsız etmeyelim, uyusun, sonra anlatırız mı” dersin! Sanırsın ki dumanla haberleşme çağındayız. Bir tıkla insanların yüz yüze görüştüğü ve her türlü görseli gönderdiği bir çağda kimse aklına Denver’la irtibata geçmek gelmiyor!

Şimdi bunu anlatıyorlar. Ve buna da inanmamızı bekliyorlar... Yani tek suçlu kıdemli jeoteknik mühendisi...

3.jpeg

Herkese bilgi vermişler

Meclis’e gönderdikleri savunmalarında, “madendeki herkese bilgi verdik” diyorlar. Madem herkese bilgi verdiniz ve sahayı boşalttınız da neden o kamyonlar vızır vızır çöken liç sahasının altında çalışıyordu? Neden Uğur Yıldız kamyonuyla birlikte o maden ocağına gömüldü. Madem herkese haber verdiniz de çatlaklar insan yutacak boyuta ulaşmışken neden hala üç çalışanınız liç sahasının üzerinde fotoğraf çekmeye çalışıyordu?

Neden üst düzey mühendisler o kritik zamanda liç sahasının üst bölgesine gittiklerinde hemen kendilerini emniyete aldılar da konteyner bölgesindeki işçiler orada bırakıldı?

Sabah 07.00’de görüyorlar

Sabah 07.00’de işçiler sabah vardiyasına başladıklarında olayın farkına varıyorlar. Çatlakları görüyorlar. Saat 08.00’de madendeki hemen bütün yöneticiler liç sahasındaki çatlaklardan haberdar oluyor. Bunu kendi savunma metinlerinde ve konuşmalarında açıkça söylüyorlar. Peki en kârlı madenimiz dediğiniz madeniniz çöküyor, çatlaklar büyüyor, tehlike ortada, madendeki bütün yöneticiler duyuyor, görüyor da bir kişinin aklına WhatsApp üzerinden çatlakların fotoğraflarını Denver’a göndermek gelmiyor mu? Saat 13.37’de o gün İliç-Çöpler madeninde en üst yetkili olan Kanadalı Ian Guille mail atmış! Ama öncesinde hiçbir iletişim yok! Ne bir telefon ne bir WhatsApp mesajı! Neden!? Hani mahkemelerde söylerler ya: Eşyanın tabiatına aykırı. Evet aynen öyle...

Olay ilk net emarelerini verdiği zaman İliç’de sabah saat 08.00, Denver’da ise gece saat 22.00
Yani gece yarısına kadar ve olayın netleşmesine kadar 4-5 saat geçiyor. Facianın yaşanmasına kadar ise 7 saat geçiyor...

Hiç mi akıllı yönetici yok

Dönüp dolaşıp kıdemli jeoteknik mühendisinin hatalı olduğunu söylüyorlar. Koskoca bir madenin kaderi bir jeoteknik mühendisinin bakış açısına, yorumuna ve kararlarına terk edilmiş ve bunu bir savunma olarak maden şirketi yapabiliyor. Diyelim ki jeoteknik servisin başındaki mühendis hatalı davranıyor, peki bu madende hiç mi akıllı bir yönetici yok? Bu madenin diğer müdürleri, başkanları, CEO’ları ne iş yapar? Başkanları, başkan yardımcıları ve genel müdürleri ne yapar?

Hadi diyelim jeoteknik mühendisi yanlış yorumladı, peki oksit birimimin başındaki müdürler neden müdahale etmedi ve bu ciddi konuyu üst amirlerine taşımadılar? Taşıdıysalar ki taşıdıkları ayan beyan görülüyor... Çünkü sabah saatlerinden itibaren madenin bütün üst düzey yöneticileri liç sahasının üzerinde tur üzerine tur atıyor. Peki neden gerekli adımları atmadılar? Şimdi bütün madenin kaderi bir kişinin ağzına bakıyormuş gibi bir senaryoyla, milletvekillerini ve milleti ikna etmeye çalışıyorlar.

Evet bizce de bütün madenin kaderi bir veya birkaç kişinin ağzına bakıyordu ama o ağız kıdemli jeoteknik mühendisi değildi...

4.jpeg

Denetlenmiyormuş

Şirketin Meclis’e gönderdiği savunma yazısının 16’ıncı sayfasında: “Maden sahası birçok Bakanlık tarafından belirli dönemlerde denetlemesine rağmen, yığın liç serim işleminin resmi bir denetlemeye tabi olduğunu belirten bir mevzuat bulunmamakta ve yığın liç serim işlemi DENETLENMEMEKTEDİR” deniliyor.

Evet aynen böyle yazıyor!

Milyonlarca ton cevherin gökdelen gibi yığıldığı ve her gün üzerine tonlarca siyanürlü suyun basıldığı yığın liçleri DENETLENMİYORMUŞ!

Araştırma Komisyonu’na gelen üç bakanlığın en üst düzey yöneticileri de aynı şeyi söylemişti: YIĞIN LİÇİNİN BİZİMLE İLGİSİ YOK!

Peki kiminle ilgisi var!? Biz ve bizim gibi bu alanda mücadele veren insanlar yıllardır ne anlatmaya çalışıyordu? Neden bu facia yaşandı?

“Devlet Hakkı” dedikleri

Gelelim işin mali boyutuna... Anagold yöneticileri vekillerin bu yöndeki sorularını da yanıtlamış...
Devlet hakkı konusunda kafasının karışık olduğunu gördüğüm Komisyon Başkanı Sayın Atay Uslu’nun bu bölümü dikkatle okumasını öneririm:

Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in soru önergesine verdiği yanıtta, 2019 yılında maden şirketlerinin 39 ton dore altından 2 milyar 242 milyon dolar kazandıklarını ve bunun sadece 42 milyon dolarını “devlet hakkı” olarak ödediklerini açıklanmıştı. Yani yüzde 2.

SSR Mining-Çalık Holding ortaklığındaki ANAGOLD şirketi Meclis Araştırma Komisyonu’na gönderdiği 51 sayfalık savunma yazısının 16’ıncı sayfasında, 2023 yılı sonuna kadar toplamda 93 ton 670 kilogram altın, 17 ton 600 kilogram gümüş ve 13 bin 303 ton bakır keki ürettiklerini açıklamış. Yani yıllık ortalama 7 ton 200 kilogram altın, 1 ton 400 kilogram gümüş ve 1478 ton da bakır üretmişler. Şirketin resmi beyanları bunlar...

Şirket bugüne kadar ödenen toplam devlet hakkını da 91 Milyon ABD Doları olarak açıklamış. Bu yıl içinde de 2023 yılı için ödenecek devlet hakkı bedelinin 14 Milyon 600 Bin Dolar olacağını yazmış.

Bir ton altın kasaya, bir milyon dolar devlete

Yani kaba bir hesapla gümüş ve bakır hariç Bir Ton Altını kasalarına koyarken, devlete de Bir Milyon Doların altında bir ödeme yapmışlar.

Peki bu kazandıkları altın-gümüş ve bakırı, 2010 yılından itibaren yıllara göre döviz ve metal fiyatları üzerinden hesapladığınızda ne çıkıyor karşınıza:

Şirket 14 yılda ürettiği toplamda 93 Ton 670 kilogram altından 5 MİLYAR 281 MİLYON 93 BİN 768 ABD DOLARI KAZANMIŞ: (5.281.093.768 DOLAR.)

Anagold Şirketi 14 yılda 17 Ton 600 kilogram gümüş üretiminden de 14 Milyon 914 Bin ABD Doları kazanmış.

5 Milyar 444 Milyon Dolar

Şirket 14 yılda 13 Bin 303 ton bakır üretiminden de 148 Milyon 256 Bin 726 ABD Doları kazanmış. Şirket kendi beyanına göre 14 yılda kasasına tam 5 MİLYAR 444 MİLYON 265 BİN 394 ABD DOLARI koymuş. Ödediği devlet hakkı ise 2023’ü de hesaba katarsak 105 milyon dolar... Bir yanda 5,5 milyar dolar bir yanda 105 milyon dolar. İşte altının adaleti de kazancı da bu. İşte bu nedenle birilerinin gözleri kara ve paradan başka hiçbir şey görmüyor... İşte bu nedenle ne ormanları ne suları ne de buğday tarlalarını görüyor gözleri...

Önceki ve Sonraki Yazılar
İBRAHİM GÜNDÜZ Arşivi
SON YAZILAR