NURİ GÜNAY
Dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan kitaplar
Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!
Şeyh Bedrettin Destanı bu dizelerle bitiyor. Nazım, bizi anlamaya, bugün olanların dünle olan bağını kurmaya ve aynı zamanda köklerimizden kopmama çağırıyor. Bugünü yarına bağlamak ise dünden ve bugünden çok başka, aydınlık bir geleceğe yönelmek, bunun için mücadele etmek demek. Şiir bu, herkes dilediği gibi tercüme eder, benim yorumum böyle…
Bugünümüz pek karanlık! Beş çocuğun, adına ev denen barakada can verdiği günlerden geçiyoruz. Yoksuluz, böyle giderse daha da yoksullaşacağız. Yoksulluğumuza fena bir yoksunluk eşlik ediyor. Toplum, dibe doğru hızla koşuyor. En temel yurttaşlık haklarından mahrum kaldığımız bir baskı rejimine mahkûm edilmek isteniyoruz. Kartlar yeniden yeniden karılsa bile açılan ellerde hep savaş, yoksulluk, düşmanlık var.
Onlar, egemenler bizim gibi değil. Karanlık dünleri bugüne bağlayanlar, yarınlar da böyle olsun istiyor.
Oysa bir asırdan fazla zamandır, ülkenin geleceği aydınlık, günleri güneşli ve güzel olsun diye mücadele etti pek çok insan. Ağır bedeller ödeyerek. Hapislere, sürgünlere, işkencelere rağmen. Sonu ölüm olsa bile doğru bildiklerinden şaşmadılar.
Tarih anlatmalı bunları, insanlar bilmeli, genç kuşaklar öğrenmeli. Bugün sahip olduğumuz hakların her zerresinde bu insanların emeğinin olduğu idrak edilmeli.
Kitaplar yazılmalı, kitaplar okunmalı.
Ne güzel ki geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlayan kitaplarımız var. Son yıllarda sayıları artıyor. Sezai Sarıoğlu bu işin ustalarından. Kaleme aldığı, “Nar Taneleri Gayriresmi Portreler”, “Bülent Uluer Anlatıyor - Çerkesim Türküm Kürdüm Sosyalistim” gibi kitaplar yakın geçmişimize dair oldukça önemli eserler.
Bilirsiniz, Sezai abinin şiiri de berceste mısra bahçesidir.
Son kitabı “Yaram Derine Düştü - Veliköylü Devrimci Öğretmen Cengiz Aksakal” uzun yılların emeğinin sonucunda Ekim ayında yayınlandı. İletişim Yayınları tarafından basılan kitap, devrimci öğretmen Cengiz Aksakal’ın hikâyesinin izinden 12 Eylül öncesine, faşizmin en karanlık günlerine, darbe sonrası Aksakal’ı katledenlerin yargılanması için verilen mücadeleye ışık tutuyor.
Bilmeyenler için kısa bir bilgi. Cengiz Aksakal 1940’ta Şavşat, Veliköy’de doğar. TÖBDER’li, devrimci bir öğretmendir. Köyünde öğretmenlik yapmaktadır. Darbeden sonra, Ekim ayında jandarma tarafından gözaltına alınır. Gördüğü işkenceler sonucunda, 12 Kasım 1980’de hayatını kaybeder. İşkenceler sebebiyle öldüğü, yani katledildiği doktor raporuyla ispatlanır.
Ailesinin sonraki yılları katillerinin cezalandırılması için verdikleri mücadeleyle geçer.
“Yaram Derine Düştü” Aksakal’la birlikte aynı zamanda Şavşat’ı, Şavşat’ın devrimci günlerini, yörenin devrimcilerini anlatıyor. Kitapta yazılarıyla yer alan isimler çok sesli bir koro gibi bir tarihsel kesiti bütün berraklığıyla görmemizi sağlıyor.
Fehamettin Aksakal’ın önsözüyle ve Sezai Sarıoğlu’nun sunumuyla başlayıp Cengiz Aksakal’ın eşi Teren Aksakal’la devam ediyoruz. Aile üyelerinin ustalıkla kaleme aldıkları yazıları okuyoruz.
Sonraki kuşak anlatıyor kitabın devamında; hiç görmedikleri dedeleri Cengiz öğretmenin onlardaki anlamını.
İlerleyen bölümlerde Şavşat’a çalınan devrimci mayanın manası yerli yerine oturuyor zihnimizde. “Şavşat’ın rüya zamanları”na uzanıyoruz.
Cengiz Aksakal’a ve dönemin Şavşat’ına dair dönemin tanıklarından Hamza Şahin, Turgut Keskin, Necla Türemen, Doğan Akhanlı, Arzu Çerkezoğlu gibi isimler yazılarıyla kitapta yer alıyorlar.
Bölgede 70’li yıllarda görev yapmış sorgu hâkimi Vahit Özsoy, emekli hâkim Akın Erol ve Savcı Ekrem Sezen’in anlatımları döneme başka pencerelerden bakma imkânını bize veriyor.
Elbette bölge ve Şavşat tarihinde çok önemli yeri olan öğretmenlerimizi görüyoruz kitapta. Fakirt Baykurt’u, Şahver Karasüleymanoğlu’nu, Şerife Tülay İnan Erkan’ı ve Enver Karagöz’ü.
Sözün kısası “Yaram Derine Düştü - Veliköylü Devrimci Öğretmen Cengiz Aksakal” dünü bu güne taşıyan bir kitap. Okunmalı, anlatılmalı.
Kitaplar okundukça, elden ele dolaştıkça yaşıyorlar. Kitabın yazarı, “Her kitap tarihe ve okura emanettir,” diyor. Tarih üstüne düşeni mutlaka yapar. Okuyucu da inanıyorum ki emaneti en güzel şekilde taşıyacaktır.
“Aynı denizde buluşan ırmaklar”
Güzel ülkemizin kuzey sınırından güney sınırına, Antakya’ya uzanalım. Dünden bugüne, bugünden yarınlara kurulan köprünün bir parçası olma amacı taşıyan bir başka kitap geçtiğimiz hafta Nota Bene Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. “Aynı Denizde Buluşan Irmaklar Hatice & Mithat Can” adını taşıyan kitabı, arkadaşım Mahir Mansuroğlu’yla beraber kaleme aldık.
Bildiğiniz gibi 6 Şubat 2023 depremlerinde on binlerce insanımızı kaybettik. 68 Kuşağı’nın mücadeleden hiçbir zaman uzak kalmamış iki insanı, Hatice ve Mithat Can da ne yazık ki altında kaldıkları enkazdan kurtarılamadı.
Oysa bu kitabı en çok onların görmesini isterdik. Depremden birkaç yıl önce böyle bir çalışmaya karar vermiş, pek çok defa yan yana gelmiş, uzun uzun sohbet etmiş, konuşmalarımızı kayıt altına almıştık. Artık son düzlüğe gelmiştik, en son 12 Eylül faşizminin karanlığını ve ilk hapislik günlerini konuşmuştuk.
Sonra depremle yıkıldık. Sadece deprem değildi insanlarımızı öldüren. Kapitalizmin insan canını yok sayan vahşeti, ülkeyi şimdiye kadar yönetmiş iktidarlar, yirmi yıldır iktidar koltuğunda oturan AKP, yerel yöneticiler, kar hırsıyla her türlü suçu işleyebilecek müteahhitler, ranta göz yuman kamu yöneticileri bu katliamın failleriydiler. Listeyi daha da uzatmak mümkün.
Onların yokluğunda kitabı tamamlamak bizim için artık bir vicdan borcuydu. Zor koşullara teslim olmadık. Elimizde olan ne varsa değerlendirdik. Olmayanlar için araştırmalar yaptık, pek çok insanla görüştük.
Artık bu kitap onların anısına çıkacaktı. Hayatlarının değişik zamanlarında Canlarla yan yana gelmiş, mücadeleyi, dostluğu paylaşmış insanların bazılarından yazılar istedik. Var olsunlar, kırmadılar bizi. Sezai Sarıoğlu, yukarıda bahsettiğim kitabının son aşamasına gelmişken, bizim kitabımıza da yazma fedakârlığında bulundu. Sevgili Haydar Ergülen, kendisinden epey geç yazı istemiş olmamıza rağmen bizi kırmadı. Çiğdem Mater, haksız yere tutsak edildiği hapishaneden bu çabaya ortak oldu. Hamide Rencüs, Akın Birdal, Gülsüm Elvan, Gül Erdost, Abdullah Aydın, İsmail Saymaz, Ender İmrek, İrfan Değirmenci, Selin Nakıpoğlu, Ali Çerkezoğlu, Emsal Atakan, Oya Ersoy, Mehmet Karasu, Eren Can; her biri kendi alanında yoğun çalışan insanlar. Onca işin gücün arasında zaman ayırdılar, emeklerini bu kitaptan esirgemediler. Var olsunlar.
Kolektif emeğin, dayanışmanın gücü ve güzelliği bizi çok mutlu etti.
Ezcümle, kitapta hayatının sonuna kadar mücadeleden vazgeçmemiş iki insanın hayat hikâyesiyle birlikte 1950’lerin Antakya’sına, Samandağ’a, Tarsus’a uzanıyoruz. Yaşanan toplumsal dönüşüme, yörenin tarihine ve kültürüne değiniyoruz. 68 Kuşağı’nın değişimini ve ülkeyi değiştirme iradesinin yarattığı etkiyi onların gözünden bir kez daha görüyoruz. 12 Mart Faşizmini, darbe sonrasında toplumsal muhalefetin tekrar nasıl yükseldiğini, Can’ların mütevazı ve fedakâr çabasını, 12 Eylül sonrasından son nefeslerine kadar doğru bildikleri yolda neler yaptıklarını anlatmaya çalışıyoruz.
Biliyoruz böyle çok insan var. Bu kitap aynı zamanda ülkemizin dört bir yanında mücadeleye omuz vermiş binlerce isimsiz kahramana saygı duruşu demek.
Sezai abinin, “Her kitap tarihe ve okura emanettir,” sözüne tekrar dönecek olursak; kitabın çıktığı günden beri gördüğü ilgi bizi mutlu ediyor.
30 Kasım’da Antakya’da, 1 Aralık’ta Samandağ’da, 15 Aralık’ta İstanbul’da kitaba emek verenler, okurlar, Hatice ve Mithat Can’ın dostları olarak bir araya geleceğiz. Zamanı olanları bekleriz.
Yazıyı ustanın dizeleriyle bitirelim. “Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana / Onların dedikleri çıkacak” diyor.
Arkasına kale gibi bir inancı almış iyimserlik bu. İnsanlığın eşit, insanca yaşayacağı günlere olan inanç. Okuduğunuz her kitabın son sayfasını çevirdiğinizde içinizin umutla dolmasını dilerim.