Ebeveynlerin ayrılık deneyimindeki rolleri
Bir önceki başlığımızda ele aldığımız gibi, anne baba ile kurulan bağlanma örüntüleri sonraki süreçlerdeki ilişkileri, bağlanma ve ayrılma dinamiklerini önemli ölçüde belirler. Temelde güvende hissettiği bir ortamda, güvenli bir bağ kurma deneyimi yaşayan çocuklar ilişkilere ve onların yaratabileceği iyi ve kötü deneyimlere daha sağlıklı tepkiler verebilirler. Sağlıklı büyüme ortamında, sınırları belirgin ve kendine has bir var oluş içindeki “öteki” oluşur. Bunun olmasının önkoşulu ise yine görece sağlıklı bir benlik zemininin oluşabilmesidir. Yeterince sağlıklı olan birey özerk, güven duygusu gelişmiş, sevme ve sevilme becerisi olan, alma ve verme dengesine sahip olan, ruhsal olarak dayanıklı ve kendi başına kalma kapasitesi gelişkin olan kişidir. Böyle bir yapıda kişiler, sağlıklı ilişkilenir ve sağlıklı ayrılık deneyimleri yaşayabilir.
Geçmişinde güvensiz bağlanma deneyimi olan ve işlevselliği düşük bir aile ortamında yetişen bazı kişiler de ileride ilişkilerinde görece sağlıklı bir bağ kurabilirler. Çoğunlukla, bu kişilerin geçmişlerinde en az bir kişi ile olumlu bir ilişki kurabildiğine; sağlıklı yaşam becerileri ve ruhsal dayanıklılığa sahip olduklarına tanık oluruz. Sonraki yaşamlarında bazı olumlu deneyimler sayesinde hayatlarında öğrenme, farkındalık ve onarım süreci işleyebilir. Ancak, yazının motivasyonu daha çok ayrılığın sağlıklı yaşanmasını zorlaştıran örüntüler üzerine olduğu için daha çok bu durumlar üzerinde duracağım.
Bir önceki yazıda gelişimsel sürecin ilk dönemlerinde ayrılma sürecinin deneyimlenmesi üzerinde durmuştum. Daha ileri dönemlere baktığımızda, ayrılık kaygısının yoğun yaşandığı süreçlerden birinin çocuğun okula başladığı ilk günler olduğunu görürüz. Bu dönemde yaşanan yoğun kaygıya “okul fobisi” de denmektedir. Çocuk; okul için, içine doğduğu dünyadan ilk kez uzunca saatler için ayrı kalır. Bazı çocuklar için okula başlamak yoğun kaygıya neden olabilir. Ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar, sevdikleri kişilerden ayrılma konusunda aşırı ve gerçekçi olmayan duygular yaşayabilirler. Güvende hissettiği ilişkilerinden ayrılmanın yarattığı kaygı gelişimin içinde beklendik ve normal bir durumdur. Ancak bu zorlayıcı duygular şiddetli ve uzun dönemli yaşandığında bir sorun olarak ele alınması gerekebilir. Araştırmalar çocuğun ayrılma ile ilgili yaşadığı kaygıların ebeveyn tutumları ile birebir ilişkisini gözler önüne sermektedir. Çocuğun ayrılık kaygısının temelinde, anne babanın çocuktan ayrılma kaygısının yatıyor olabileceği görülmektedir. Anne babaların kendilerinin ayrılık kaygısı yaşamaları, eleştirel ya da fazla korumacı tavırları ile çocuğun özerkliğine fırsat tanımamaları ve ayrılma-bireyleşme süreçlerinin sağlıklı yürütülememesi ayrılığın çocuklar için zorlayıcı olmasına neden olabilir.
Boşanmanın da çocuğun kendi ilişki örüntülerinde yansımaları olabilir. Çocuk, boşanma deneyimini travmatik bir deneyim olarak yaşayan, ayrılmanın etkisi ile baş edemeyen anne ya da babayı gözlemlediğinde, bu durumdan olumsuz etkilenir. Anne ve babanın deneyimleri çocukların deneyimlerine de yansıyabilir. Bu ortamda büyüyen çocuklar, öğrenip içselleştirdikleri deneyimler nedeniyle kendi süreçlerinde de ayrılmakta zorlanan bireyler haline gelebilirler. Boşanma süreci ve sonrasında, birbirlerinden ayrılsalar da ebeveynlik rolleri devam eden yetişkinlerin, sorumlu bir biçimde davranmaları ve çocuğun yetiştirilmesinde ve çocukla ilgili kararların alınmasında belli bir uyumu sağlamaya çalışmaları gerekmektedir. Aksi takdirde çocukların ilişkilenme ve ayrılma süreçlerinde bazı açmazlar yaşamaları kaçınılmazdır.
Çocukların ebeveyn kaybı gibi bir deneyim yaşamaları durumunda da ileriki süreçte ayrılık konusunda zorluklar yaşanabilmektedir. Ebeveynlerin kaybı sonucunda bir yas süreci yaşanır ve hayata yeniden sağlıklı olarak bağlanabilmek zaman alır. Bu durumlarda çocukların yaşadıkları duyguları bastırmak yerine ifade etmeleri ve inkar etmek yerine acı ile yüzleşebilmeleri desteklenmelidir. Bu durumlarda da yetişkinlerin kaybı ve etkilerini onarabilmeleri, çocukların ileride daha sağlıklı bağlar kurmalarını ve ayrılma deneyimleri ile sağlıklı şekilde baş edebilmelerini sağlar.
Ayrılık deneyimlerinin zorlukları ile baş etme kapasitemizin; kök ilişkilerimiz, geçmişteki deneyimlerimiz, kişilik örgütlenmemiz ve daha bir sürü şeyden etkilendiğini görebiliriz. Ailede sağlıklı bireyselleşmenin önü açılmadığında ya yalnız kalamayan, ötekine bağımlı hale gelen ya da ayrışabilmek için nefrete teslim olan, ilişkilenmeye dair korkuları olan çocuklar yetiştirilir. Kökensel ayrılık deneyimlerinde ebeveynler bu süreçleri ne kadar iyi yönetirlerse bebek de zamanla sevmeyi - sevilmeyi, ayrılabilmeyi - terk edilmeyi, yas tutabilmeyi, arzusunu başka kaynaklara yöneltip yaşama tutunmayı ve zamanla başkalarını sevebilme deneyimlerini öğrenebilirler. Ailede her şeye rağmen yaşama dair canlılığı sürdürebilmek önemlidir. Birey, büyüme sürecinde her duygunun öyle ya da böyle kapsanabileceğini, kırmanın da kırılmanın da sevgiye eşlik edebileceğini, bazen eksik ya da yarım kalınabileceğini, bazen yenilmiş hissedilebileceğini, zorluklarla mücadele edilebileceğini hissettiği bir ortamda büyürse zor olan deneyimlerle baş etme kapasitesi gelişir.
Anne babanın çocuğunu, arzuları olan bir özne olarak tanıması onun özneleşme sürecine dışarıdan verilebilecek kritik bir destektir. Çocuğu özne olarak tanımak, onun arzularının kendi arzularından farklı olabileceğini kabul etmekle başlar. Onun eksiklerinin ve sahip olduklarının farklı olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Çocuğun farklılığını travmatik olarak deneyimlememesi ancak ebeveynlerin onun farklılığına adapte olabilmesi ile mümkün olabilir. Çocuğunu kendi eksiklerini tamamlayacak bir nesne olarak gören anne baba, onun herkesle rekabet edip başarılı olmasını beklerken, çocuğunun kendisi ile rekabet edip bireyselleşmesini hayal kırıklığı olarak deneyimleyebilir. Bu da çocuklarının öznel bir kimlik geliştirmesine engel oluşturur. İlişkinin iki kıyısında her bir taraf kendi eksikliklerini tamamlamaya çalışırsa ötekinin varlığında bireyselleşebilmek ve ötekinin yokluğunda da var olabilmek mümkün olur.
Bebeklerin bir eksiklik karşında olgun kalabilmesinin önemli bir ön koşulu, ona bakım verenlerin de eksiklik deneyimine toleranslarının olabilmesidir. Ayrılabilmek, hayır demek, sınırlar koymak, çocuktan önce onun adına düşünmemek yani bebeğin ruhsal olarak büyüyebilmesine alan bırakmak gerekir. Biraz eksik olmak/eksik yapmak doğaldır ve gereklidir de. Yoksa mükemmel olma fantezisinde, eksikliğe tahammülsüz, ilişkide kendine odaklı ve empati yeteneği de gelişmemiş bireyler yetiştiririz. Bu durumda, bağ kurmakta ve ayrılmakta sorun yaşayan yetişkinler oluşması muhtemeldir.
Bütün ayrılma deneyimlerinde can alıcı olan “olma duygumuz” dur. Bebek çevresinde karşılaştığı sevilen kişilerin varlığı sayesinde kendine güvenmeyi öğrenebilir. İç dünyasındaki eksiklikleri ve yetersizlikleri ötekilerin varlığını dayanak alarak onarmaya çalışır. Sağlıklı ve güçlü hissettiğimiz bir varoluşun mümkün olabilmesinin sac ayaklarından biri aile ile sağlıklı bağ kurmaktır. Mükemmel anne baba yoktur. Yeterince iyi anne baba olunabilir ancak. Önemli olan anne babaların aile içinde sevgilerini hissettirmeleri ve böyle zor süreçlerden geçen çocuklarının, hazır hissettiklerinde onlardan destek alabileceklerini hissettirmeleridir.
Gelişim sürecinde kötü deneyimlerin baş edilebilir deneyimlere dönüşmesi önemlidir. Böylelikle aşk ve nefret duyguları arasında salınmadan, iyi ve kötü özellikleri ile bir bütün olarak diğerlerini algılayabiliriz. Böylelikle daha dengeli, sağlıklı ilişkiler geliştirebiliriz. Tahrip etmeden sevmeyi öğrenebiliriz. Ötekine zarar verme, zarar görme ve saldırganlık deneyimleri içinde sıkışmaz ve daha olgun ilişkiler geliştirebiliriz. Dolayısıyla da daha sağlıklı ayrılık deneyimleri yaşayabiliriz. Bir sonraki yazıda günümüz ilişkilerini de hesaba katarak ayrılığın zorlayıcı hale gelebileceği durumları ele alacağım.