AYŞE YILDIRIM
İki gazeteci öldürüldü ve herkes yemeğini yemeye devam etti
1994 yılında Ruanda’da en az 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu, radikal Hutular tarafından katledilmişti.
İşte bu katliamı anlatan 2004 yapımı Hotel Ruanda filmi gösterime girdiğinde büyük ilgi uyandırmıştı.
Film bir yandan Ruanda’da yaşanan soykırımı, şiddeti, zulmü anlatırken diğer yandan uluslararası güçlerin bu vahşete tepkisizliğini de gözler önüne seriyordu.
Ruanda’da bir köyde yaşanan katliamı görüntülemişti gazeteci. Bu görüntüleri dünyanın görmesi halinde “birilerinin yardıma geleceğini“ düşünen filmin kahramanı Ruandalı’ya şöyle diyordu gazeteci:
“Bence insanlar bu görüntüleri gördüklerinde ‘Aman Tanrım ne kadar korkunç diyecekler ve yemeklerini yemeye devam edecekler.“
Üstelik Ruandalının “Böyle bir canavarlığa tanık olup nasıl müdahale etmezler ki“ sözleri üzerine bu gerçek sözler çıkıyordu gazetecinin ağzından.
Nitekim katliamdan 20 yıl sonra BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon da doğruluyordu bu sözleri. Soykırımı engelleyemedikleri için BM’nin hala utanç içinde olduğunu söyleyen Moon, "Çok daha fazlasını yapabilirdik. Çok daha fazlasını yapmalıydık“ diyordu.
Gazetecilik dünyanın bir çok ülkesinde zordur, hele de savaş gazeteciliği.
Türkiye’de gazeteciliğin özellikle de son yıllarda nasıl zor koşullarda yapıldığını bilmeyen yoktur. Hele de gazeteciliğin doğası gereği muhalifsenez ve elbette Kürt gazeteciyseniz.
Gerçekten gazetecilik yapmakta kararlıysanız başınıza her an bir şey gelebileceğini bilirsiniz ama Kürt ve muhalif bir gazeteciyseniz başınıza bir gün mutlaka bir şey geleceğini bilirsiniz.
Gece yarısı kapınız kırılıp gözaltına alınabilirsiniz, işkence görebilir ölümle tehdit edilebilirsiniz, haberleriniz haber notlarınız “suç unsuru“ sayılabilir, tutuklanabilir ya da öldürülebilirsiniz. Çalıştığınız gazetenin, televizyonun kapısına kilit vurulabilir hatta bombalanabilir.
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin işte o Kürt gazetecilerden ikisiydi. Zor koşullarda, zor coğrafyalarda gerçeğin peşinde koşan isimlerdi.
Dün Halep'in 90 kilometre doğrusunda Fırat Nehri üzerinde yer alan Teşrin Barajı ile Sirin beldesi arasındaki yolda SİHA saldırısında öldürüldüler. Aracın şoförü Eziz Hec Bozan ise yaralandı.
Yaptıkları tek şey gazetecilikti. Şam'da değil de Kuzey ve Doğu Suriye'deki gelişmeleri canları pahasına takip ediyorlardı. Türkiye'nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Kürt güçlerin öncülük ettiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki çatışmaları izliyorlardı.
10 Aralık’ta sosyal medya hesabından bir gazeteci olarak "savaş gerçekliğini" şöyle ifade ediyordu Daştan:
"Rojava hem büyük risklerin hem de kazanımların olacağı bir dönemden geçiyor. Savaş gerçekliği çok ayrı... Savaşa 'üçüncü' gözle bakmak, görmek ve yazmak da ayrı bir durum."
Nitekim bölgede yaşananları aktarırken sık sık dezenformasyon ve manipülasyonlara da dikkat çekiyordu.
18 Aralık’ta Türk SİHA'larının Kobane ve çevresini hedef aldığını söylüyordu. O SİHA’lardan biriyle öldürüleceğini henüz bilmeden.
Dün, 15.20 sıralarında meslektaşı Cihan Bilgin ile içinde olduğu araç SİHA tarafından vurulmadan önce sosyal medya hesabından son olarak şu bilgiyi paylaşmıştı Daştan:
"Ateşkes iddialarının aksine Türkiye ve bağlı çeteleri Kobane başta olmak üzere Rojava’ya büyük saldırı hazırlığında."
Suriye’de iki gazeteci Türkiye’ye ait olduğu iddia edilen SİHA (Silahlı İnsansız Hava Aracı) tarafından öldürüldü dün.
Trol hesaplar paniğe kapıldı. İki gazeteciyi hemen "PKK propagandası" yapmakla suçlamaya başladılar. O kadar ki "Türk SİHA’ları tarafından etkisiz hale getirildiler" diye yazdılar.
Şam’dan değil de Kobane’den haber geçerseniz, orada neler olduğunu yazarsanız "terörist" olursunuz. Şam’a gider Esad’ın Saray’ını gezerseniz "başarılı gazeteci" ilan edilirsiniz.
Türkiye’nin bugünkü gerçeği ne yazık ki bu.
Türkiye medyasının çok büyük bir bölümünün yanlı, eksik ya da iktidar diliyle habercilik yaptığı sırada diğer taraftan haber veren iki gazeteci öldürüldü dün.
Arkadaşlarının öldürülmesini protesto eden 9 gazeteci ise Van’da gözaltına alındı.
Savaşı, savaşın gerçeğini görmek, duymak isteyenlere ulaştırmaya çalışan iki gazeteci öldürüldü dün.
Ama onların ölümü her gün Suriye’yi konuşan Türkiye medyasının çok büyük bir bölümü için haber değeri bile taşımadı.
Eminim duymuşlardır. "Aman Tanrım ne korkunç" dediklerini bilemem ama "yemek yemeye devam ettiklerini" söyleyebilirim.
Oysa ortada büyük bir suç var ve bir gün mutlaka bu suçların hesabı sorulacak.