Gazeteciliğin üzerinden bir pandemi silindiri geçti

Bu ülkede gazetecilerin ve gazeteciliğin sorunları üzerine çok yazıldı, çizildi ve bu devam edecek, etmeli. Bu salt bir mesleğin üyelerinin haklarına dair bir tartışma değil. Gazetecilerin koşulları, iyi gazetecilik ile vasat olan arasındaki farkı belirledikçe toplumun haber alma hakkının korunması da gündeme geliyor.

Oysa Türkiye’de her meslekte olduğu gibi bu alanda da artan güvencesiz çalışan sayısı haberlerin kalitesini, mesleğin itibarını, toplumun nitelikli habere erişimini tehdit eder seviyede.

Pandemi dönemi, basın özgürlüğü endeksinde dünya sıralamalarının en alt basamaklarında yer alan, ekonomik krizin derinleştiği Türkiye’de gazetecilerin koşullarını ağırlaştıran bir çarpan etkisi yarattı. Bu yazının odağında, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Doktor Ergin Bulut ile yaptığımız bir çalışmanın çıktıları yer alıyor. (Türkiye'nin farklı illerinden, farklı kurumlar için ya da serbest çalışan 18 gazeteciyle derinlemesine görüşmeler üzerinden gerçekleştirdiğimiz çalışmanın sonuçları kısa bir süre önce "Media, Culture & Society" adlı uluslararası akademik dergide yayımlandı. Okumak için tıklayın)

Pandemi, ekonomik, bedensel ve siyasal güvencesizliğin iç içe geçtiği ve bu güvencesizlik rejiminin gazeteciliği bir iktidar ajansı olmaya indirgeyenler tarafından adeta bir “şok doktrini” olarak araçsallaştırıldığı bir dönem oldu. Değerli Ergin ile yaptığımız çalışmanın sonunda pandeminin Türkiye’de zaten kırılgan durumda olan gazetecilerin üzerinden bir silindir gibi geçtiğini üzüntü ve endişeyle saptadık.

Gazeteci denilince akla hemen “fikir işçisi” tanımı geliyor. 1938 yılındaki iş kanunundan itibaren yapılan düzenlemelerde gazeteciler diğer işçilerden farklı bir konumda, “fikren çalışanlar” olarak değerlendirildi. 1961 sonrası yapılan yasal düzenlemeyle çağdaş ülkelerdeki meslektaşlarıyla büyük oranda benzer haklara sahip oldular. Ancak kağıt üzerindeki bu gelişmeler alana sınırlı yansıdı.

Bugün gazetecilerin önemli bir bölümü, kendilerine hak olarak tanınan yasal koruma şemsiyesinden yoksun olarak işçi statüsünde istihdam ediliyor, kurumsal bir çatı altında iş bulma olanağı bulamayanlar parça başı haber ücretleriyle geçinmeye çalışıyor.

EKONOMİK, BEDENSEL VE SİYASİ GÜVENCESİZLİĞİN KISKACINDA GAZETECİLİK

Şimdi artık çok gerilerde kalmış gibi gözüken 2020’nin ikinci yarısına geri dönelim. Her gün yüzlerle ölçülen can kaybı sayılarının duyurulduğu, kapanmaların arka arkaya geldiği, olanağı olanların eve kapandığı döneme...

Pandemi sürecinin başlarında sağlık haberi dışındaki haberlere talebin düşük olması serbest çalışan gazetecileri uzun süre ekonomik olarak etkiledi. Pandemi haberlerinin Sağlık Bakanlığı verileri çerçevesinde yapılması yönündeki politika özellikle farklı illerdeki vaka sayılarını, pandemi önlemlerini sorgular nitelikte haber yapan gazetecilerin soruşturma geçirmesine, azalan reklam gelirleri güçlükle yayın yapan yerel haber kaynaklarının kapanmasına, kısa çalışma ödeneğinin patronlar tarafından ucuz iş gücü istihdamı olarak kullanılmasına yol açtı.

Yaygın medyada çalışan bazı gazeteciler testlere ve gerektiğinde özel sağlık sigortaları yardımıyla daha rahat erişilebilen bir tedavi seçeneğine sahipken daha geniş kesimler bu önlemleri kendi olanaklarıyla sağlamak ve habere erişmek için toplu taşıma kullanmak gibi daha “riskli” seçeneklerle baş başa kaldı.

Güvencesizlik denilince ilk akla gelen ekonomik kırılganlık, yani düzenli bir gelir, sigorta güvencesi ve sonrasında emeklilik haklarından mahrum kalmak. Oysa ki pandemi döneminde, özellikle aşının henüz bulunmadığı dönemde, ortaya çıktı ki, gazetecilerin büyük bölümü bedensel olarak da eşit değildi ve özellikle serbest çalışanlar kurumsal bir çatı altındaki meslektaşlarına göre habere erişmede ve böylece yaşamlarını idame ettirmede daha çok güçlük yaşadılar.

BİR MESLEKİ BARİYER “TURKUAZ KART”

Aşı takviminde gazetecilere öncelik tanındı. Ancak bu ayrıcalıktan uzun süre son dönemde Cumhurbaşkanlığı Başkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından verilen ve bu kurumun etkili olduğu bir komisyon tarafından belirlenen “hak sahipleri” olarak turkuaz basın kartı sahipleri yararlandı.

Çalıştığı kurum tarafından basın iş yasası kapsamında sigortalanmayan, ya da bu karta başvurduğu halde komisyondan çıkamayan ya da kartları iptal edilen gazeteciler aşıya erişmek için biraz daha bekleyecekti. Üstelik erişilmesi güç olan sadece aşı değil, haberdi de.

Turkuaz basın kartı, başta kolluk kuvvetleri olmak üzere birçok resmi kuruluş nezdinde gazeteciliğin yegâne kriteri olarak konumlandırılıyor bir süredir. Pandemi gerekçesiyle zaten iyice sınırlanmış olan sokaktaki protestolara erişimden basın toplantılarına kadar çoğu yerde bir akreditasyon krizi olarak ortaya çıktı bu kartın yokluğu gazeteciler için. Sağlık Bakanlığı basın toplantıları, uzun süredir görülmediği şekilde, bu kartı alamayan eleştirel yayın yapan medya kuruluşu mensuplarına da açıldı.

Başta iktidarın salgın politikalarını sorgular nitelikte birkaç soruyla gündem oldu bu toplantılar. Ardından soru hakkının resmi haber kuruluşları ve yaygın medya mensuplarına öncelikli tahsis edildiği bir formül yaratıldı ve sürenin kısalmasıyla birlikte bu sorular da sorulamaz oldu. Bu süreçte tek elden yapılan resmi açıklamalar dışında bilgi toplamak isteyen gazeteciler katı bir merkeziyetçi sistemde haber kaynaklarına erişememekten, yaygın medyada çalışan meslektaşları ise kendilerine farklı kanallardan akan verileri sansür, oto-sansür nedeniyle haberleştirememekten şikayetçiydi.

Pandemi önlemlerinden geriye, artık pek de uygulanmayan, toplu taşımada maske takma zorunluluğu ve pandemi bahanesiyle kültürel alanın “hizaya çekilmesi” amacıyla ortaya çıktığı netleşen garip bir canlı müzik saatleri uygulaması kaldı. Sokağın toplumsal eylemlere kapalı hale gelmesi ve gazetecilerin burada haber izlemesinin güçleştirilmesi de bu dönemde hız kazandı.

Pandemiyle birlikte iktidar tarafından “makbul” kabul edilen gazeteciler ve ötekiler arasındaki makas daha da açıldı. Ekonomik ve sosyal güvenceden yoksul gazeteciler haberden uzaklaş(tırıl)ırken, bu riski almak istemeyenler haber merkezlerindeki suskunluk sarmalına teslim olmayı seçti. Pandemi ekonomik, bedensel ve siyasal güvencesizliğin bir mesleği ne kadar tehdit ettiğini ve her üçünün aslında birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğunu gösterdi. Şimdi de her geçen gün şiddeti artan bir ekonomik kriz var ve gözüken o ki mevcut zorluklar daha da artarken, eşitsizlikler de derinleşecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CAN ERTUNA Arşivi
SON YAZILAR