Gençler gitmek istiyormuş, acaba neden?

-Abi duydun mu Meksika’dan Amerika’ya girişleri kısıtlamışlar…

-Öyleymiş ama ben konuştum, “sıkıntı yok” dediler.

Mahalle marketinin sebze meyve tezgahında eşelenen üç beş vatandaştan biriyim. Çalışanların arasındaki bu diyaloğu duyunca ister istemez kulak kabartıyorum. Seslerini açaltıp fısıldaşmaları, merakımı iyice kabartıyor.

-.. Gidersen 30-40 yıl memlekete geri dönemezsin dediler. Parayı verdim. Haftaya bana eyvallah abi.

Diğeri sırtını sıvazlıyor, “yaparsın koçum, yolun açık olsun” havasında.

Elimdeki domatese bakarken düşünüyorum:

Bundan 10 yıl önce şişme botlara doluşarak, ölümü göze alarak Ege’den Yunanistan’a geçmeye çalışan göçmenleri gördüğümde “Yarın öbür gün aynı gözü karalık, aynı çaresizlikle hareket eden pekâla biz olabiliriz!” demiştim.

Elbette burada aktardığım örnek, bir savaştan canı pahasına kaçmakla aynı şey değil.

Fakat Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, geleceğe dair en ufak bir ümit bırakmamış olmalı ki yurtdışına göç rakamları son yıllarda katlanarak arttı. (*)

AKP’nin yaptırdığı gençlik anketinde bile yurtdışına gitmek isteyenlerin oranı yüzde 41!

Ekonomi, işsizlik, eğitim, gelecek kaygısı diye sıralanıyor nedenler… Hepsi başlı başına “gitmeyi istemek” için yeterli sebep.

Ancak yüzdelerin toplamı, sorunların ağırlığı ve mutsuzluğun derinliğini anlatmaya yetmiyor.

Gestalt kuramındaki gibi, parçaların toplamından daha fazlasını içeren bütüne bakmalı.

Asgari ücretle veya emekli maaşıyla geçinmek imkânsızdı, artık beyaz yakalı da geçinemiyor…

Eğitim yerlerde sürünüyor… Ülkenin en oturmuş kurumlarına, üniversitelerine bile rant uğruna dalıyorsun, mahvediyorsun!

Bir ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni, devlet okullarını hallaç pamuğu gibi atarken merdivenaltı, paralı, uydur kaydır müesseseler inşa etmekle övünüyorsun.

Hoyratlık, kuralsızlık, vandallık

Değil İstanbul’da, her yerde barınmak devasa bir sorun. Köye dönmek desen, o da artık zor bir seçenek. Hangi köy kendine yetebiliyor? Tarımı, hayvancılığı bitirdiler. İnsanların arsasına, zeytinliğine, ormanlara bile çöktüler.

En önemlisi; ne hukuk var, ne Anayasa, ne bir gelecek güvencesi… Can Atalay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş’la sembolleşen hukuksuzluk, herkesi kuşatıyor, boğuyor!

Hepsini geçtim, canın koltukta yaşıyorsun:

Deprem kuşağındasın ama afet hazırlığında arpa boyu yol alabilmişsin.

Yapılan tek faaliyet, bina yıkıp yenisini yapmak! Sadece benim yakın çevremde, herkes evini yıkım veya fahiş kira yüzünden terk etmek zorunda. Aralarında 80 yaşını geçenler var.

Kadınlar her gün takır takır öldürülüyor, ama sen bırak korumak için adım atmayı daha da güçsüz kılmak için elinden geleni ardına koymuyorsun.

Her gün çocuklar, işçiler ölürken “kaza” deyip geçiyorsun.

Bunlara göz yumanlar hayvan işkencesine, katline de güle oynaya el kaldırır elbet!

Tepeden aşağıya hoyratlık, kuralsızlık, vandallık

Daracık kaldırımlarda gazlayan motorlular, trafik kurallarını yok sayan ve ölümüne gazlayan araçlar.

Çöplerini denize, sokağa atanlar, sanayi ve ev atıklarını denize, ırmağa boşaltanlar…

Sorsanız “ülkemi çok seviyorum” der ama ne başkasına, ne doğaya, ne de zavallı bir canlıya merhamet gösterir.

Küçük girişimcinin ümüğünü sıkarken en zengine kıyak üzerine kıyak, vergiden muafiyet gözümüzün içine sokula sokula verilir.

Doktoruna, bilim insanına, sanatçısına, sporcusuna sahip çıkmak bir yana, kaçmaları için ellerinden gelen yapılır…

Patolojik şiddet sarmalı

Kara para cenneti, uyuşturucu trafiği ve insan kaçakçılığı rotası, mafya devlette her şey var.

“Ekonomi sorunu” enflasyonun, işsizliğin çok ötesinde: Paranın değeri yok. Gıda başta, pek çok temel ihtiyaç, en zengin ülkelerden bile daha pahalı. Esnafla müşteri arasında acı espriler uçuşuyor: “Bugün kaç lira oldu soğan?”

İfade özgürlüğüne saldırılar, Kürtlerin halayıyla kalmıyor, Instagram’ın bir hamleyle kapatılmasına uzanıyor.

Göç araştırmalarında hep pandemi etkisinden bahsediliyor ancak Türkiye özelinde depremin ardından yaşananlar, umutsuzluğun, kahrolmanın zirvesiydi. Sosyal medyayı böyle bir zamanda kapatarak herkesi diri diri gömebileceklerini göstermediler mi?

Meclis’ten, Saray’dan esip gürleyenler, her eleştiriye “vatan, millet” diye cevap verenler… Kendi çıkarları, açgözlülükleri uğruna bu güzel ülkeden kaçışı hızlandırdıkları, umutsuzluğu körükledikleri için hâlâ seviniyor olabilir.

Güzel, iyi, düzgün olanı yıkmaya, bozmaya yönelik patolojik bir şiddet sarmalının esiri bir toplum yaratmak için adeta bir seferberlik halindeler.

Samimiyetle merak ediyorum, verdikleri zararın boyutunu idrak edebiliyorlar mı?

Rakamlarla Türkiye’den kaçış

-2020’de 2 bin 580, 2021’de 4 bin 989 ve 2022’de 19 bin 470 Türk vatandaşı kaçak yollardan ABD’ye geçti. Bu rakamın 2023 ve bu yıl iyice katlanarak artması bekleniyor.

-Son TÜİK rakamlarına göre bile Türkiye’den göç edenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 53 artış göstererek, 714.579 oldu. Bunun 291.377’si Türk vatandaşı.

-Türkiye'den göç eden nüfusun yaş gruplarına bakıldığında, en fazla göç edenlerin yüzde 15 ile 25-29 yaş grubunda olduğu görülüyor. Bu yaş grubunu yüzde 12,9 ile 30-34 ve yüzde 12,5 ile 20-24 yaş grubu izlemiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
MEHVEŞ EVİN Arşivi
SON YAZILAR