NURİ GÜNAY
Halkın iktidara karşı belediyeleri savunması mümkün mü?
İktidarın on yıla yakın zamandır sürdürdüğü kayyım siyasetinin CHP’li belediyeye sıçramasıyla yeni bir dönemin kapıları açılmış oldu. Esenyurt’un ardından meselenin İBB’ye, Ekrem İmamoğlu’na vardırılmak istendiği herkesin malumu. Bir başka gerçek ise İmamoğlu isminin önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri için öne çıkıyor olması.
Olası adaylar arasında adı geçen bir diğer isim Ankara’nın başkanı Mansur Yavaş. Bilindiği gibi konser tartışmasının en son vardığı yer, belediyeye soruşturma açılması oldu. Olası iktidar hamlelerinin nereye kadar gidebileceği, muhalefetin ortaya koyacağı mücadeleye bağlı. Hukukun, demokrasinin iktidar tarafından dikkate alınmadığı ortada. Elinden ne gelirse onu yapacak.
Ana muhalefet partisinin ve toplumsal muhalefetin, iktidar cephesinin salvolarıyla bilinen ezberlerle başa çıkamayacağı bilinmeli. Haklı olmak da, seçimlerde ortaya konmuş halk iradesi de yetmeyebiliyor. Yerel yönetimleri kazanmak kadar korumak da esaslı bir mücadele konusu. Mücadelenin başarılı olabilmesi için halkın sürece dâhil olması gerekiyor. Bunun için yapılan bir plan, ortaya konan bir program var mı bilmiyorum.
Diğer yandan birçok belediye 31 Mart yerel seçimleriyle AKP’den CHP’ye geçti. Kürt halkının ağırlıklı olduğu, kayyımlar tarafından gasp edilmiş belediyelerin büyük çoğunluğu DEM Parti tarafından kazanıldı.
Sanırım yeterince zaman geçti, yurttaşlar olarak soru sorabiliriz. İktidardan alınan belediyelerde somut, halk çıkarına, kamu yararına dönük bir değişim var mı?
İstanbul ve Ankara ikinci dönemine girdi. Bu kentlerde atmosferin değiştiği bir gerçek. Fakat yapılanlar yeterli mi? Neoliberal belediyecilik anlayışının, piyasacılığın karşısında halkçı bir yerel yönetim anlayışının nüvelerini görebiliyor muyuz?
Seçimlere giderken CHP, “İşimiz gücümüz Türkiye” sloganını kullanmıştı. Çalışmaya, çalışkanlığa yapılan bir vurguydu, politik bir tercihe işaret etmiyordu. AKP’den bıkmış kesimlere bu kadarı bile yetti. Fakat bu rengini pek belli etmeyen tarz her zaman yeterli olur mu? Ya da iktidar baskısı karşısında halkla beraber karşı koyabilmek için seçim kazanmak yeterli mi? Belediyecilik anlayışında esaslı bir fark ortaya koymak gerekmez mi?
Tekerrür etmese de tarih çoğu zaman öğreticidir. Geçmiş deneyimler, başarılarıyla ve başaramadıklarıyla tekrar tekrar değerlendirilmeli ve örnek alınmalılar.
Halk için halkla birlikte
Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez, yalnızca sosyalistlerin değil, sol yelpazenin hepsinin sahip çıktığı bir isim. 1979 yılında Fatsa, halkın doğrudan katılımının sağladığı gerçek bir demokrasi örneği haline gelir. Kısa sürede altyapısı olmayan ilçenin altyapıya kavuşur. Çamurlu yollar imeceyle temizlenir. Tefeciliğe, karaborsaya son verilir. İlçede kadına yönelik şiddet son bulur. Halkla birlikte yöneten bu anlayış Fatsa’daki sağ partilerin bile desteğini alır. İktidarın hedefi olur Fatsa, 11 Temmuz 1980’de adına “Nokta Operasyonu” dedikleri bir saldırı başlatılır. Yapılan 12 Eylül’ün provasıdır. Terzi Fikri haklı davasından bir adım geri atmaz. Fatsa deneyiminden çıkarıla çok ders vardır. Ama en önemlisi sonraki kuşaklara verdiği ilham ve bıraktığı mirastır.
Fatsa’dan önce, CHP içinden çıkan “Toplumcu Belediyecilik” anlayışıyla ortaya koyulan belediyecilik örnekleri çok kıymetlidir. Her biri, iktidara, yerel mütegallibeye direnerek çok önemli işler başarmıştır.
1973’te seçilen Vedat Dalokay’ın Ankara’da yaptıkları başkent için tarihsel önemdedir. Ulaşımdan barınmaya, su sorununa kadar halkın temel haklarını koruyan pek çok adım atılır. Attığı her adım Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti tarafından engellenmek istenir. Dönemin valisi, devletin değil hükümetin valisidir. Ne kadar tanıdık değil mi, her projeyi iptal ettirmek için yargıya başvurur. MC Hükümeti’nin siyasi ve ekonomik baskısı o kadar artar ki, belediye, işçilerin maaşlarını ödeyemez hale gelir. Dalokay, bir gün Demirel’in arabasının önünü keser. Başbakandan “tamam” cevabı alır ama yalandır. Başkan bunun üzerine üç günlük açlık grevine başlar. Bu kararlılığın karşısında hükümet geri adım atar, işçilerin maaşları ödenir. 1976 yılında belediye işçileri grevdedir ve Dalokay grevi destekler. Bu grev aynı dönemde DİSK’in ülke çapında ilan ettiği genel yasla “bağlantılı” ilan edilerek görevden alınır. “Yasa dışı, anayasa dışı bir yazı üzerine, işi bırakıp gidersem anayasa suçu işlemiş olurum” diyerek belediyeyi terk etmez.
1971’de, ara seçimlerde İzmit’e başkan seçilen Erol Köse, “Ezenin karşısında, yoksulları, ezilip sömürülenleri korumak amacıyla bu yola çıkmaya karar verdik,” der. Belediye gecekondu alanlarını düzenler, daha iyi yaşanacak hale getirir. Kamu kaynaklarının çarçur edilmemesi için çalışır. Belediye pek çok işi kendisi yapar ve maliyeti düşürür. İzmit Belediyesi kentin su sorununu 45 km uzaklıktaki Keltepe Dağları’ndan su getirterek çözer. Aynı şekilde İzmit’in elektrik sorunu da hızlı şekilde çözülür. Köse, İzmit Koyu’nun çevresinde tüm alanları kamulaştırmış, buraların yağmalanmasının önüne geçmiştir. Toplu ulaşımda atılan adımlar ise ülkemiz tarihinin kamusal ulaşım meselesine dair en önemli örnekleri arasındadır. 1976 yılında İzmit’te ekmek fırınlarının ekmeğe yaptığı zamma karşı belediye, halkı korumak için fırınlarla kavgaya girişir. Belediyenin konuyla ilgili soruşturma başlatmasına karşı fırıncılar ekmek üretmez. Belediye çevre il ve ilçelerden ekmek taşıyarak İzmit’i ekmeksiz bırakmaz. Daha sonra un tekellerinin direnci kırılır ve fiyat düşürmek zorunda kalırlar.
Adana’ya gidelim. Ege Bağatur, 1973 yılında seçilir. Dürüstlüğü, mertliği, eşitlikçiliği ile herkes tarafından sevilmektedir. Bugün de Adanalıların kullandığı İnönü Parkı işgal altındadır. Mafya bu parkın her tarafına, keyfine göre lokanta, kafe, dükkân yapmıştır. Şimdiye kadar herkes çekinmiştir, devlet göz yummuştur ama Ege Bağatur kararlıdır. “Burası benim, seni vururum” diyen mafya babasına boyun eğmez, “İşgalcisin, halkın parkı senin işyerin olamaz” der. 1975 yılında Belediye Meclis toplantısında parkın boşaltılma kararı alınır ve o esnada salonda bulunan “Asfalt Rıza” lakaplı mafya babası, silahıyla, meclisi yöneten başkan Ege Bağatur’a defalarca ateş eder. Bağatur, ağır yaralanır, ölümün kıyısından döner, yaşama tutunur.
Çanakkale’de motor ustası olan Reşat Tabak, AP’yi yenmeyi başarır, başkan olur. Şeffaf bir belediyecilikle halkın gönlünü kazanır. Her şey kentin kamusal ihtiyaçlarına göre planlanır. Belediye gelirleri kısıtlıdır, çalışanların maaşlarının ödenmesinde zorlanılmaktadır. İşçi çıkarmak yerine başka çareler düşünülür. Belediyenin kaynakları zorlanarak kamusal yatırımlar yapılır. Yalnız şehir merkezinde değil köylerde de elektrik, su, kanalizasyon gibi eksiklerin giderilmesi sağlanır. 1969 yılının sonlarına doğru Çanakkale halkına ucuz, sağlıklı ekmek sağlayabilmek için ekmek fabrikası açılmıştır. Bu adımı başka CHP’li belediyeler de örnek almış ve hayata geçirmiştir. Bu dönem belediye, Sosyal Yapı Kooperatifi’nin kurulmasına öncülük etmiş, hayata geçirilen sosyal konut projesiyle pek çok kişi uzun vadeli taksitlerle ev sahibi olmuştur.
Gelelim halkın, işçi sınıfının dostu, İstanbul’un efsane başkanı Ahmet İsvan’a. İsvan, 1973 yerel seçimlerinde rekor bir oyla belediye başkanı seçilir. O da MC Hükümeti’nin baskısı altındadır. Kaynaklar kısıtlanır, atılan her adım engellerle karşılaşır. Belediyecilik halk için, kamusal yarar için yapılmalıdır, onun anlayışı böyledir. Ulaşımda önceliği nitelikli, ucuz, kamusal bir ulaşım hakkıdır ve bu konuda çok ciddi adımlar atılır. 1977’de Halk ekmek fabrikasını kurarak, İstanbullulara ucuz, temiz, sağlıklı ekmeğe ulaşma imkânı sağlar. Herkes denize girebilsin diye sahilleri halka açar. Taksim’de Divan Otel’in arkasındaki parkı tellerle çeviren Koç’lara boyun eğmeyen, parkı halka kazandıran O’dur. Kamu malına çökmüş pek çok büyük sermaye sahibinden arazileri söküp alır. Büyük şirketlerin yaptığı kaçak yapıları yıkar. Taksim Meydanı’nda bir gazinocuya ait kaçak yapıyı yıktığında şunları söyler: “Bugün yıkacağımız, sadece bir kaçak binadan ibaret değildir… Bu binayla birlikte paranın belediyemizde her kapıyı açabileceği görüşünü de yıkıyoruz. İsvan 1976 ve 77, 1 Mayıslarının başarılı ve güzel geçmesi için taşın altına elini koymuş, belediyenin bütün olanaklarını işçi sınıfının bayramı ve mücadele günü için seferber etmiştir. 12 Eylül Faşizmi bu yüzden Ahmet İsvan’ı da hedefe koyar. DİSK Davası’nda yargılanır ve DİSK’lilerle birlikte 1983’e kadar hapiste kalır.
Şimdinin belediyecilik anlayışıyla nereye varılır?
Şüphesiz 12 Eylül’den günümüze kadar da pek birçok örnek var. Özellikle 1970- 80 arasını örnek vermemin nedeni, tercih edilen siyasetin ülkemiz, kentlerimiz ve halk açısından yarattığı sonuçlar.
Osman Özgüven’in Dikili başkanlığı dönemi, Maçoğlu’nun Ovacık deneyimi oldukça önemli. Ya da bugün ülkemizin bazı ilçelerinde örnek gösterilebilecek belediyeler yine var. Fakat bunlar ne yazık ki genel bir yönelimi temsil etmiyor.
Karayalçın’ın Ankara’da barınma meselesinde yaptıkları da öyle. Fakat sosyal demokratların 89 seçimlerinde yakaladığı ivmenin sonrasında nasıl heba edildiğini de biliyoruz.
Yerel yönetimlerde halkın çıkarını, kamusal faydayı esas alan toplam bir yönelim ortaya çıkmazsa en iyi ihtimalle kötünün iyisi diyebileceğimiz sonuçlar ortaya çıkacak. Uzun yıllardır süren talanın, yağmanın, yolsuzlukların ardından hak ettiğimiz bu mudur?
Bunları, her şeyin piyasalaştırıldığı neoliberal bir çağda söylediğimi biliyorum. Ya da yerel yönetimleri engellemek için iktidarın akla gelmeyecek baskı yöntemleri icat ettiğini de. Elbette kolay değil. Lakin başka türlü başarılı olmak zor.
Bugün kamusal faydayı gözeteceğim, halkın haklarını savunacağım demek de yetmiyor. Bunun için canla başla direnmek gerekiyor.
Rüzgâr, belki bir dahaki seçimlerde de sizden yana eser, yine seçilebilirsiniz. Olmaz değil. Fakat tek gaye bu mu? Bu dönemin Ahmet İsvan’ı, Vedat Dalokay’ı olmak çok daha onurlu değil mi?
Halkın yararına, kamunun hizmetine dair yapılan her şey yerel yönetimleri iktidar karşısında da güçlendirir. Şu Kent Lokantası işine bakın. İktidarın şu yoksulluk ortamında acayip asabını bozuyor. Gelgelelim engellemek için de bir şey yapamıyorlar. Biliyorlar çünkü böyle bir şey yapsalar halkın nasıl öfkeleneceğini.
Ulaşım başta olmak üzere kamusal haklar konusunda bu anlayışla yeni adımlar atılsa, bu dönemin halkçı, toplumcu belediyecilik örnekleri çoğalsa, o zaman görün iktidarın hukuksuzluğu karşısına halkın nasıl dikileceğini.