BERNA CAN
‘House of Cards’ ve Türkiye siyaseti
"Siyaset, mümkün olanın sanatıdır."
Otto von Bismarck
“House of Cards” dizisini izlediniz mi? Washington D.C.'nin karanlık koridorlarında, kimileri ona ‘Beyaz Saray’ diyor; dizinin başkarakteri Frank Underwood (Kevin Spacey) iktidar uğruna her türlü entrikayı ve manipülasyonu göze alan, acımasız bir politikacıyı oynuyor. Dizide, Frank'in stratejik hamleleri ve hırslı yükselişi, Amerikan siyasetinin en karanlık yönlerini gözler önüne serer. Claire (Robin Wright) Underwood ise, Frank’in hem eşi, hem ortağı hem de en büyük destekçisidir. Claire, aynı zamanda bağımsız bir güç oyuncusudur ve kendi hedeflerine ulaşmak için aynı kararlılıkla hareket eder.
Dizinin temel mesajlarından biri, iktidarın insanı nasıl dönüştürdüğü ve ahlaki sınırları nasıl zorladığıdır. Frank’in ünlü sözü, "Gücün en büyük yanı, onu asla sorgulamamaktır" gücün sorgusuz sualsiz kabul edilmesi gerektiğine dair bir uyarıdır. Bu söz, gücün sadece bir araç değil, aynı zamanda bir amaç olduğunu vurgular. Frank ve Claire, güç uğruna her şeyi yapabileceklerini göstererek izleyicilere iktidarın ve hırsın sınırlarını sorgulatır. Frank’in Oval Ofis’teki meşhur monologlarından biri, iktidar hırsını ve gücün çekiciliğini mükemmel bir şekilde özetler: "Güç, tatlıdır. Ona sahip olduğunda, onu asla bırakmak istemezsin." Bu sahne, Frank’in iktidar tutkusunu ve güce olan açlığını gözler önüne serer. Claire de benzer şekilde, güç ve iktidarın cazibesine kapılmıştır ve bu yolda her türlü etik değeri ve ahlaki sınırı zorlar.
Türkiye'deki siyasi arenaya baktığımızda, "House of Cards"taki oyunların benzerlerini görmek mümkün. AKP ve CHP arasındaki ‘normalleşme’ arayışları, Frank ve Claire’in güç stratejilerini anımsatıyor. Türkiye’nin zorlu siyasi ikliminde, partilerin ittifak kurma çabaları, bir yandan güç kazanma, diğer yandan halkın desteğini arama çabasını yansıtıyor.
Erdoğan: Oyun bozucu mu, oyun kurucu mu?
Erdoğan’ın siyasetteki manevraları, Frank Underwood’un stratejilerini hatırlatır nitelikte... Bir tarafta MHP ile kurulan güçlü ittifak, diğer tarafta CHP ile olası işbirlikleri, bu güç mücadelesinin bir parçası. Erdoğan’ın MHP ile olan ittifakı, siyasetteki güç dengesini koruma ve yargıdaki tüm olumsuz geri dönüşlere rağmen çabaların en belirgin örneklerinden biri. MHP ile kurulan ittifak, Erdoğan’a Meclis’teki çoğunluğu sağlama ve kritik kararları geçirme konusunda halen en yüksek desteği sağlıyor. Bu ittifak, aynı zamanda Erdoğan’ın siyasi gücünü pekiştirme ve rakiplerini zayıflatma stratejisinin bir parçası.
CHP’nin görece zaferi ve yeni ittifaklar
CHP’nin son seçimlerde birinci parti çıkması, Türk siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanabilir fakat nereye kadar? Bu zafer, Cumhuriyet Halk Partisi’nin AKP ile olan ilişkilerini yeniden şekillendirdi. Geçmişte birbirlerine sert eleştirileriyle anılan bu iki parti, şimdi daha yapıcı bir diyalog ve işbirliği arayışındalar. Bu, Türkiye’nin siyasi dinamiklerinde önemli bir değişiklik anlamına geliyor. CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerindeki zaferi, partinin AKP ile olan ilişkilerini yeniden değerlendirmesine yol açtı.
CHP lideri Özgür Özel, bu zaferi işaret ederek ‘normalleşme’ arayışlarıyla ilgili şunları söylemişti: “31 Mart akşamı CHP, birinci parti olduğunda ilk açıklamamızda kibre kapılmayacağımızı söyledik ve Erdoğan ile görüştük. Muhalefeti belli bir şekle sokmak için normalleşme tanımı yapmak olsa olsa ittifak ortağının gönlünü yapmaya yönelik kurulmuş bir cümledir. Muhalefet muhalefet olmaktan çıktıktan sonra demokrasi demokrasi olmaktan çıkar.”
Bu süreçte, CHP’nin seçimlerde elde ettiği başarı, partiye yeni ittifak kapılarını açtı. Bu ittifak olasılıkları, Frank Underwood’un stratejik hamlelerini anımsatıyor ve siyasetin ne kadar dinamik ve değişken olduğunu gösteriyor.
Erdoğan’ın ittifak ve muhalefete bakışı
Erdoğan’ın genel seçimler sürecinde muhalefetin iç çekişmeleri ve ittifaklarına dair yaptığı bir konuşmada dikkat çekici bir söz söylemişti: “Saat bile günde iki defa doğruyu gösterir derler. Bunlar da her hafta bir yenisini sergiledikleri krizleriyle, kavgalarıyla, çekişmeleriyle, ayak oyunlarıyla milletimize bir çeşit siyasi dejavu yaşatıyor. Eski Türkiye'yi bilmeyen gençlerimize de AK Parti'den önce siyasetin nasıl yapıldığını uygulamalı olarak bizzat gösteriyorlar. Ne diyorlar? Ya diyorlar yoksa altılı masadaki birilerini buraya Erdoğan mı gönderiyor? Ya işim gücüm yok sizlerle mi uğraşacağım? Bizim işimiz var. Ama böyle düşünmelerinden dolayı da yine ben kendilerine teşekkür ediyorum. Şaka bir yana, karşımızda gerçekten ibretlik bir tablo var.”
Bu sözler, Erdoğan’ın elleriyle böldüğü (Akşener görüşmesi buna örnektir) muhalefetin iç çekişmelerine dikkat çekerken, kendi iktidarının istikrarını ve düzenini vurguladığını gösteriyor. Bu yorum, tıpkı “House of Cards”ın ana karakteri Frank Underwood’un güç oyunlarına benzer bir stratejiyi gözler önüne seriyor: Rakiplerin zaaflarını kullanarak kendi pozisyonunu güçlendirmek.
Siyasi manzara ve stratejik hamleler
“House of Cards”ın karanlık koridorlarında güç oyunları oynadığı gibi, Türkiye’de de siyasetin oyuncuları benzer stratejiler geliştiriyor. Erdoğan ve Özel, siyasi arenada güç kazanmak ve halkın desteğini aramak için farklı taktikler deniyor. Bu süreçte ittifaklar ve işbirlikleri, siyasi denklemin belirleyici unsurları haline geliyor. Erdoğan’ın MHP ile olan ittifakı ve CHP ile olası işbirlikleri, Türkiye’nin siyasi manzarasını yeniden şekillendiriyor. Bu ittifaklar, Frank Underwood’un stratejilerini anımsatan hamlelerle dolu.
Erdoğan’ın pragmatist politikaları kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli ideallerin ve ilkelerin feda edilmesini beraberinde getirebilir. Ancak, başta CHP ve sol politikaların temelinde adalet, eşitlik ve sosyal refah gibi değerler yer alır. Pragmatik yaklaşımlar bu değerleri göz ardı ederek sadece seçimi kazanmak veya anlık zaferler elde etmek için yapılan tavizleri ön plana çıkarabilir. Bu durum, solun ideolojik tutarlılığını zedeleyebilir ve halkın güvenini sarsabilir. Oysa CHP ve sol partiler, pragmatik yaklaşımlar yerine ilkelerine sadık kalarak halkın ihtiyaçlarına cevap verecek ve uzun vadeli çözümler sunacak politikalar geliştirmeli. Bu, solun ya da kendisini sol’da tanımlayan partilerin hem kendi tabanında hem de genel seçmen kitlesinde güven ve destek kazanmasını sağlayacaktır.
Türkiye’nin son 22 yıllık siyasi hayatına bakarsak; 'normalleşme' adımları atan ana muhalefet lideri Özgür Özel’e şu soru sorulabilir: "Frank Underwood'un yerine geçmek mi istiyor yoksa Underwood'u alt eden bir lider mi olmak istiyor?"