TEZCAN KARAKUŞ CANDAN
Doğanın huzuru
Ormanların katledilmesi, sera gazlarının artışı, sanayi atıkları ile suların kirletilmesi, betonlaşma, aşırı kentleşme, ısı adacıklarının oluşması, doğayı parçalayan yollar, biyoçeşitliliğin azalması gibi pek çok faktörle insan eliyle doğanın huzuru bozuldu. İklim değişti. Yazı kışı belirsiz günler yaşamaya başladık. Değişen iklimle dünyanın da huzuru bozuldu. Bozulan denge ile seller, kuraklık, artan hastalıklar, ölümler, kıtlık kapıda.
Kavrulduğumuz sıcaklardan bir ağaç gölgesi bir rüzgâr koridoru ararken "Ağaca suya toprağa ormana huzur vermedik, doğanın huzurunu bozduk. İşte bu yüzden kavruluyoruz bu sıcaklardan" sözü belleğimi yaladı geçti. Anneannem doğayla dost olmazsanız "Yazı kışı belirsiz günler görürsünüz" demişti çocukluk yıllarımızda. Tamda onu yaşıyoruz şimdilerde.
Anneannem nam-ı diğer Şirinannemiz kulağımıza küpe hikâyeler, efsaneler bıraktı bize bu dünyadan göçerken… Her çocuğun büyürken, yaşamın içerisinde kulağına doğa küpeleri takacak doğa rehberi mutlaka olmalı.
İlk doğa derslerimizi, zorlu coğrafyalarda doğayı anlayarak onunla uyum içerisinde bir yaşam süren anneannemizden aldık. Her yaz okul tatilinde gittiğimiz köyümüzde Şirinannem bize çağlar öncesinden yaşanmış birbirine aktarılan deneyimlerle doğa öğretmenliği yapardı… Bir yapının nasıl yapılacağı, bir yayığın nasıl yayılacağı, soğuk buz gibi tereyağının doğal buzdolabı yöntemi ile nasıl saklanacağı, sıcaklardan nasıl korunulması gerektiği, ağaçların hastalıklarına nasıl doğal çare olunacağı, dağda bayırda gezerken hangi bitkilerin yararlı, hangilerinin zararlı olduğu, doğa derslerimizden bazılarıydı. Doğa derslerinin sınıfı yoktu. Sınıfsız, gündelik yaşamın içerisinde her an her saniye öğrendiğimiz bir yaşam deneyimiydi. Sınıfımız doğanın kucağıydı. Yani özgür derslerdi aldığımız. Dersten kaçmak hiç aklımıza bile gelmezdi. Zaten yaşamdan da kaçılmazdı. Her gün müthiş hikâyeler efsanelerle, doğanın kucağında büyümenin keyfine ise diyecek yoktu. Toprak damları loğlamanın, kerpiç yapmanın, ağaç kokulu evlerde uyumanın, toprak zemine basmanın, sabah evi sulayarak toprak kokusuyla uyanmanın tarifsiz mutluluğu ile güne merhaba demek şimdilerde yükselen doğa turizminin en doğal haliydi bizimki. Stres toprağa verildiği için anksiyete istese de geçemezdi oralardan.
Tınaztepe ve Altın Beşik Mağarası
Sıcaktan kavrulduğumuz günlerdendi. Her seferinde Seydişehir üzerinden Antalya’ya giderken yol üzerinde zirveye ulaşıp Tınaztepe’ye geldiğimizde, Tınaztepe Mağarası’nı mutlaka gezelim sonra da İbradı ve Ormana’ya gidelim derdik. Yol üzeri dediğime bakmayın yol üstü uğranmıyor. Mutlaka bir gece konaklamak gerekiyor. Ormana konaklama için butik olanaklar sunuyor.
Sabahın erken saatinde Tınaztepe Mağarası’nın ilk ziyaretçileri bizlerdik. Mağara’nın ışıkları ilk bizim için yandı. Tınaztepe Mağarası yapılan araştırmalara göre 230 milyon yıl önce oluşmuş. Mağara 22km ve gezilebilen uzunluğu 1580 metre. Türkiye’nin en uzun mağarası ünvanını bu yüzden almış. Gidiş geliş ve küçük mağarayı gezmek için en az 2 saatlik bir süreye ihtiyaç var. Ağırlıklı yatay bir yürüme hattına sahip mağarada, 30-40 metre iniş çıkışlı merdivenlerin olduğunu da söylemek gerek. Dışarıda bunaltıcı hava sıcaklığına karşın, 18 derece olan mağaradan neredeyse hiç çıkasınız gelmiyor.
Tınaztepe Mağarası’ndan bu kez İbradı’ya bağlı Ürünlü Köyü’nde milli park içerisinde bulunan Altınbeşik Mağarası’na geçiyoruz. Köy dediğime bakmayın, bütünşehir yasası ile mahalle oldu.Yol üzerinde Manastır Kanyonu seyir tepesinden Manavgat Irmağı ve dağların ihtişamı ile gözleriniz bayram ediyor.
Altınbeşik Mağarası Antalya’nın tanıtım broşürlerinde gördüğüm içerisine botla girilen , 65 km uzakta bulunan Beyşehir Gölü’ne kadar uzanır. Üç katlı olan mağaranın 5500 metresi keşfedilmiş durumda. Türkiye’nin en büyük, dünyanın üçüncü büyük yer altı gölüne sahip mağarasında müthiş bir atmosfer yaşıyorsunuz. Başka bir dünya içerisinde olduğunuz hissiyle doğanın bize sunduğu ziyafetlerden yararlandığımız muhteşem bir ambiansla baş başa kalıyorsunuz.
Okumuşu bol olan yer İbradı
Mağara gezilerinden sonra yönümüz İbradı , Ürünlü ve Ormana. Yani düğmeli evleri ile bilinen doğa harikası yerler. İbradı’da bizi Halis Hocam buluyor. Hasan Halis Yörür emekli öğretmen, İbradılı. “Geldiğiniz yerin anlamını bilin” diye başlıyor söze. İbradı’nın florasından faunasına, kadı konaklarından, sipahi konaklarına, aydınlarına siyasetçilerine kadar müthiş bir yolculuğa çıkartıyor bizi. İbradı okumuşu bol olan, Minkarilerden, Yunus Nadi’ye, Pertev Naili Boratav’a, Muammer Aksoy’dan Hakkı Süha Okay’a, Nilüfer Göle’ye kadar uzanan özgün bir yer. Cumhuriyet’in 100 yıllık sürecinde 24 milletvekili 8 bakan, 25 Yargıtay Sayıştay ve Danıştay başkanı, Osmanlıdan bu yana 47 vali çıkartmış bu biricik yer, çok sayıda hukukçu, doktor, mühendis mimar yetiştirmiş. Halis Hocam düğmeli evleri anlatırken üç tip düğmeli evden söz ediyor. “Siz düğmeli ev diyorsunuz biz peştivanlı ev diyoruz. Birinci tip varsıl tip ev biz buna kadı tipi diyoruz. İkincisi orta halli, üçüncüsü ise gariban tipi evler. Yani evlerin şekillenişinde ve mimarisinde sınıfsallığın belirgin olduğunu böylece deneyimliyoruz.
Halis Hocam devam ediyor. “Bu evler Pisa Kulesi gibidir eğilse de yıkılmaz. Birinci tip yapılarda konağın beyinin, seyisinin özel yerleri vardır. Evin önünde mutlaka binek taşı vardır. Evlerde bizim şahnişir değimiz cumbalar vardır. Alt kat ahır, üst kat hayat yeridir.
Nefes alan evler
İpek yolu üzerinde bir eğitim merkezi olan İbradı’dan Ormana’ya geçiyoruz. Ormana’nın tarihi İbradı’dan daha eski, adını Erymna Antik Kenti’nden alıyor. Girişte sizi “doğdukları yeri unutmayanların memleketi” tabelası karşılıyor. Muhteşem düğmeli evlerin arasında dolaşırken tarihe yolculuk yapmış gibisiniz. 300-400 yıllık evler hala ayakta. Gömleğin düğmeleri gibi evler iliklenmiş. Ahşap ve taş işçiliği ile harç kullanılmadan yapılan yapılara ilişkin bilgileri, sedir kokulu restore edilmiş, düğmeli evde konakladığımız Ormana’da, sabahın erken saatinde sokakta karşılaştığımız Ormana Active’in sahibi Tolga Özgüven’den alıyoruz. İstanbul’da sahip oldukları sanayi işletmesini kapatarak Baba Evi Ormana’yı korumak, düğmeli evleri restore etmek ve kültürünü yaşatmak üzere sosyal sorumluluğun bir parçası olarak Ormana’ya yerleşmiş. Sokakta dolaşırken, ya da bir yapının başında, ya da tükenmeye yüz tutmuş zanaat işletmesinde, kültür, tarih ve yapı dersini bir arada alıyorsunuz. Mekânların hikâyelerini dinliyorsunuz.
Düğmeli evler 1 metre kalınlığında duvarlarla ahşap ve taştan yapılmış, geçmeli sedir ağaçları ile iliklenmiş ve sabitlenmiş. Büyük taşlar öne, aralarına ise küçük taşlar koyulmuş. Olası bir depremde yıkılma olasılığı düşük. Çünkü taşlar arada dans ediyor. Pasifik Ateş Çemberi’nde bulunan ve sürekli depremlerle yaşayan İnka Uygarlığında depremde dans eden taşlar gibi.
Son demirci ustası
Büyük yangından sonra, yapım için Erzincan’dan gelen ermeni ustalarla birlikte düğmeli evlerin bir bölümünde Horasan harcı da kullanılmış. Kültürler bir yerden bir yere iyi örnekleri ile taşınmış.Nüfusun giderek azaldığı Ormana’da geriye dönüşler başlamış, konaklar birer birer restore ediliyor.Taş ustaları ahşap ustaları yetişiyor. Ormana’nın ata mesleği demirciliğini yapan son demircisi Ali Amca ise elini verecek bir çırak henüz bulamamış. 75 yaşında Ali Aldemir, babasından kalan dükkânda 60 yıldır demire hayat veriyor. Satır, orak, menteşe, anahtar, nal, ocak, nacak, ihtiyaca göre her şeyi yapıyor Ali Amca.
Onca sıcaklığın içerisinde bir nefes sıhhat gibiydi doğa. Sedir kokulu nefes alan evler, dans eden taşlar, milyonlarca yıllık mağaralarla doğa bize inanılmaz deneyimler, hikâyeler sunuyor. Anneannemin kulağımıza fısıldadığı gibi “Doğanın hakkı vardır. Ormanın, ağacın, taşın, suyun, toprağın canlının hakkı vardır, onların hakkını yerseniz, doğanın huzuru kaçar dengesi bozulur.”
Yeter ki onu yok etmek yerine koruma ve geliştirmeye çevirelim yönümüzü. Dengesini bozmayalım ki doğa da bizim dengemizi bozmasın.