İttifakların liste sıkıntısı

Uzun zamandır Türkiye’de insanlar seçim sürecine girmiş kadar politize. Cumhurbaşkanlığı sisteminden hemen önce başlayan bu durum, etkisini hiç eksiltmeden bugüne kadar geldi. Bunun nedenleri arasında çalışmalarını 1 yıldan fazladır sürdüren millet ittifakının varlığı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kitlesinin motivasyonunu düşürmemek için yaptığı keskin, sert açıklamaları da var. Ve bundan insanlar yoruldu, gerildi. Seçim ve sonrasındaki değişim ülkeye iyi gelecek gibi.

1994 ve 2001 ekonomik krizleri

Süleyman Demirel Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra DYP-SHP koalisyon hükümetinde Başbakanlık koltuğuna Tansu Çiller oturdu. Ekonominin durumu çok kötüydü. Bugün bir standart haline gelen kamu harcamalarının fazlalığını bütçe taşıyamıyordu. Ülke borç bulamıyor ya da yüksek faizle kısa vadeli bulabiliyordu. Çiller ekonomiye çare olması için 1994 yılında 5 Nisan kararları olarak adlandırılan bir ekonomik model açıkladı. Çiller bu modeli açıklarken, “Gelin el birliği ile omuz omuza bu savaşı kazanalım. Ülkenin üstündeki kara bulutları dağıtalım ekonomik kurtuluş savaşından zaferle çıkalım” dedi. Türk lirasının değeri düştü hayat çok ama çok pahalı hale geldi. Tam da bugün yaşadıklarımız yani. Çiller’in bugün neden Erdoğan’ın yanında olduğunu da bu açıklama ile birlikte anlıyorsunuz. Açıklamalarında “dış güçler” bağlantısının olmaması hemen bir eksiklik olarak da dikkat çekiyor.

1999 yılında Gölcük merkezli bir deprem meydana geldi. Deprem de yıkımı da çok büyüktü. Devlet hemen müdahalede eksik kaldı. Bugün iktidar içindeki pozisyonunu anlayamadığımız MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de Başbakan Yardımcısı olarak içinde yer aldığı 57’nci hükümet iş başındaydı. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Ecevit ve yardımcıları Mesut Yılmaz ile Bahçeli deprem sonrasında devletin nasıl aciz kaldığını nedenleriyle anlatıyorlardı. Bahçeli’nin bugün söyledikleri yanıltmasın sizi.

Deprem ve arkasında yaşanan körfez krizi nedeniyle hayli kırılgan olan Türkiye ekonomisinde 2001 şubat ayında Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ve Başbakan Ecevit arasında yaşanan ve “anayasa kitapçığı fırlatması” olarak anılan tartışma nedeniyle Ecevit’in tanımıyla “devlet krizi” yaşandı. Ekonomi allak bulak oldu. Depremin etkisini zor atlatan piyasalar çöktü. (Bu kriz anında dövizi tutabilmek için 128 milyarın yanında çerez parası kalan 5 milyar Doları sattığı için Merkez Bankası yönetimi yıllarca suçlandı)

8 yıl içinde Türkiye’de yaşanan bu 3 önemli kırılmayı hatırlatmamın bir nedeni var. Bu 8 yıl içinde yaşanan ekonomik krizler ve yönetilemeyen deprem süreçleri hem hükümetleri hem de o hükümetleri oluşturan partileri tarihin tozlu raflarına gönderdi. (Katı ideolojik bir parti kimliği bulunan ve iktidarda olmasına karşın iktidar dışıymış gibi davranma başarısı gösteren MHP’yi ayrıca değerlendirmek lazım burada) 1999 seçimlerinde DSP yüzde 22, MHP yüzde 17, ANAP yüzde 13 oy alarak hükümet ortağı oldular. Deprem ve ekonomik kriz sonrasında Bahçeli ortaklarından bağımsız olarak erken seçim çağrısı yaptı ve 3 yıl sonra 2002 yılında erken seçime gidildi. DSP yüzde 1,2, MHP yüzde 8, ANAP yüzde 5 oy aldı. Bir deprem ile ekonomik kriz ve aniden alınan erken seçim kararı hükümet ortağı partileri çökertmeye yetmişti. Hatırlatıldığı zaman unutulan bu tablonun ne kadar ağır olduğu hemen fark ediliyor. Seçmen refleksine de dikkat bu arada.

Krizler ve Erdoğan farkı

Bu hatırlatmayı Recep Tayyip Erdoğan’ın farkını anlatmak için yaptım. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının başlangıç tarihi 17/25 Aralık 2013’den itibaren son 10 yıl içinde DSP, ANAP ve MHP’nin karşı karşıya kaldığı krizlerin daha ağırına pek çok kez tanıklık yapıldı. Bugün kalıcı hale gelmiş ve teknik olarak 5 Nisan 1994 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerinin ortamındayız. Benzerlikleri hayli fazla. Ülke tarihinin en büyük depremlerinden birini yaşadık. Devlet hemen müdahale edemediği gibi çok ama çok da yetersiz kaldı. Bu aczi üstlenen hiçbir kamu görevlisi de ortaya çıkmadı. Depremde yaşananları da buna ekleyin.

Muhalefetin ilk bilmesi gereken şey; Erdoğan’ı tanımadan onun siyaset yapma biçimini anlamadan onunla mücadele edemezsiniz. Bir örnek olarak, Bakanların, kamu görevlilerinin hatta askerin bile “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” başlayan cümle kurmasını önce yadırgadık ama sonra alıştık gibi. Hala garip gelse de. Bunun yeni bir şey olduğunu sanıyorduk. Ama değilmiş. Abdullatif Şener “neye niye itiraz ettim” adını verdiği bir kitap yayınladı. Dönemine ilişkin çok yararlı bilgileri aktarıyor kitabında Şener. Dönemin Başbakanı Erdoğan ile en büyük sıkıntılardan birisini Galataport ihalesinde yaşamış Şener. Galataport ihalesi Şener’in yargı kararları doğrultusunda direnmesi üzerine iptal edilir. Bu iptal kararı sonrasında toplanan ilk bakanlar kurulu toplantısında gerginlik yaşanması beklenirken farklı şeyler yaşanmış. Erdoğan kızdığını belli etmek için “Latif” diye seslenmiş ve “Şu Galataport’u iptal ettin etmeye de o ne biçim açıklamaydı” diye çıkışmış. Şener “nasıl açıklama yaptım ki” diye sorunca Galataport ihalesinin gerçekleşmesi için baskı bile yapan Erdoğan bugün alışık olduğumuz o tarzını ilk kez 2006 yılında ortaya koymuş:

“Öyle açıklanır mı? Başbakanımızın talimatı doğrultusunda iptal ettim demeliydin.”

Demirel ve Özal cumhurbaşkanı oldukları zaman ilk olarak partileri kaybettiler. Erdoğan partisini kaybetmedi. Çünkü dersini iyi çalışmıştı. Ahmet Davutoğlu ile deneme yaptı. Hükümeti de partiyi de fiilen kendi yönetti. Özal gibi kriz anında değil sürekli hükümete başkanlık yaptı. Davutoğlu bundan rahatsız olunca riske girmeden onu hemen değiştirdi. Davutoğlu’nun partide hakimiyet kurması halinde kurucusu olduğu partinin içini boşaltarak yeni parti kurma planlarının bile masasında olduğu anlatılıyordu o günlerde.

Özetle, Çiller’i, Ecevit’i, Erbakan’ı, Yılmaz’ı götüren krizler o zaman iktidarda olsaydı Erdoğan’ı, son 10 yılda yaşananları göz önünde bulundurduğunuz zaman galiba sarsamayacaktı bile. Bu süreçte pek çok tanıklık yaptığımız krizi veri alarak kuruyorum bu cümleyi. Bunun nedenleri üzerinde uzun uzun durulması gerekir. Bu süre içerinde yeniden değerler ve politik kimlikler üzerinden elindeki medya gücü ile üretilen seçmenin de mutlak dikkate alınması gerekir.

Milli Yol Partisi

Millet ittifakı cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk ziyaret ettiği partilerden birisi BBP’nin kurucu lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun en yakınında bulunan Remzi Çayır ve arkadaşlarının BBP’den ayrılarak Kurdukları Milli Yol Partisi’ydi. 1 yıl içinde örgütlenerek seçimlere katılma başarısı elde eden ve politik olarak kendisini cumhur ittifakının karşısında konumlandıran parti ilk seçimine doğal olarak kendi amblemi ile girmenin planlarını yapıyor. Cumhur ittifakından kendilerine dolaylı da olsa “sizin kapınızı çalmayız” mesajı da gelmiş. Bundan da memnunlar. Milli Yol Partisi, MHP ve BBP tabanına en kolay dokunacak organizasyona sahip bir parti. Millet ittifakına da adayına da yakın duruyorlar. Önümüzdeki hafta kararlarını açıklayacaklar. Buradan Kılıçdaroğlu’na gelecek açık destek özellikle MHP ve BBP’nin etki altına almaya çalışacağı kafası karışık milliyetçi seçmen için yol gösterici ve kolaylaştırıcı olacak. Eski Ülkü Ocakları genel başkanlarının oluşturduğu “Ülkücü İrade Platformu” da karar aşamasında. Oradan da açık destek kararı gelmesi halinde, Kılıçdaroğlu’na en uzak seçmen kitlesini etkileyecek bir siyasi iklime tanıklık yapılabilir.

Millet ittifakında liste sıkıntısı

Milletvekili listeleri her parti için sıkıntı demektir. 6 partinin ortak liste çalışması yapması büyük sıkıntı demektir. Liste meselesi emek ve özgürlük ittifakında da her şeyin “süt liman” gözüktüğü cumhur ittifakında da sıkıntılı.

Millet ittifakında tüm seçim bölgelerinde kendi logosu ile seçime gideceğini açıklayan İyi Parti bu ısrarını küçük tavizlerle sürdürüyor. CHP ile yapılan görüşmelerde aralarında tek milletvekili çıkarılan Bayburt, Tunceli’nin de bulunduğu 9 ilde ortak listede yapılma konusunda anlaşmaya varmışlar. (Buna bir il daha eklenebilir) İçinde, Eşref Fakıbaba’nın transferine karşın Urfa’nın yer almadığı Hakkari, Ağrı, Muş, Bitlis, Iğdır, Bingöl, Diyarbakır, Şırnak, Siirt, Batman ve Van gibi İyi Partinin diğer millet ittifakı partilerine göre daha zayıf olduğu varsayılan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun 11 ilinin 8’inde İyi Parti kendi listesiyle seçimlere girme ısrarında.

Temel Karamollaoğlu ise seçmenin kafasının karışacağı modellere uzak duruyor. Deva ve Gelecek Partisi’nin Saadet Partisi çatısı altında seçimlere muhafazakâr blok olarak girmesine çalışıyor. SP, HDP’nin de seçimlere katılmamasıyla sandıkların denetimde hayli etkin bir duruma geliyor. Bu nedenle SP çatısında ısrar var.

CHP burada da uyumlu tavrını sürdürüyor. İyi Parti’nin yumuşamaması halinde diğer 4 parti ile ortak listeler hazırlama eğiliminde. Ama öncelik İyi Parti’yi ikna etmek. Çünkü İyi Parti her seçim bölgesinden oy alarak ülke genelindeki oy oranını arttırmak istiyor. Ama hesaplamalara göre ülke genelinde alabileceği yüzde 2 ya da 3 oy artışı parlamento zemininde 30/40 milletvekilinin eksik çıkmasına neden olabiliyor millet ittifakı açısından…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR