Anlamlı bir yaşamı yaratmak

Yaşamın bir anlamı var mı, sanırım insan türünün farklı dönemlerde sorduğu ve aşamadığı sorulardan biri bu. Özellikle kriz dönemlerinde kendimizi bir varlık sorgulaması içinde bulmamız muhtemel çünkü tanık olduklarımız karşısında çaresizce imkânsıza bakarken, bu müdahil olamama, değiştirememe durumundan dolayı insan anlamsızlığın ortasına düşebilir.

Bu nedenle Terry Eagleton, Heidegger’in “Varlık ve Zaman”da ortaya koyduğu argümanların Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen tarihsel kargaşa döneminden bağımsız değerlendirilemeyeceğini, Jean-Paul Sartre’ın “Varlık ve Hiçlik”inin İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında yazılmasının tesadüf olmadığını düşünmüştü. Çünkü ona göre: “Belki bütün insanlar hayatın anlamı üzerine düşünür; ama bazıları geçerli tarihsel nedenlerden ötürü onu daha şiddetli bir biçimde düşünmeye sürüklenir.”

Yaşamın anlamının ne olduğu, bu açıdan sorgulanabilir pekâlâ ama bu soruyu farklı şekillerde de tartışabiliriz. Mesela şöyle sorarsak, dünyada anlamlı bir yaşam yaratmak mümkün müdür? Bu soru bir şeyleri değiştirir çünkü “yaratmak” fiili sizi o anlamlı yaşamın ortaya çıkmasına dâhil eder. Edilgin bir hiçlik hâlindense eyleyebilen bir varlık olduğunuzu, anlam denen şeyin -sizin için neyse- onun verili olmayabileceğini, onu mümkün kılmanın kendinizle ilgili olabileceğini hatırlatır.

Her iki soruda da ortak bir yan vardır anlam ya da anlamlı yaşam herkes için aynı anlama gelmeyecektir. Bazıları için mutluluk, bazıları için Tanrı, bazıları için ahlâk, bazıları içinse hazla ilişkili olabilir anlam yani anlamlı yaşam veya dünyada anlam şudur diyebileceğimiz bir kesinliğe erişemeyebiliriz. Anlamla ilişkilendirilen şeylerin öznel yanı, bizi onun hakkında genel bir yargıya varmaktan alıkoyar. Bu nedenle anlam sorusu karmaşık, kesinleştirilmesi çok kolay olmayan bir meseledir.

Todd May, “Anlamlı Bir Yaşam ‘Sessiz Bir Evrende Anlam Arayışı’” adlı kitabında bu çetrefilli konuyu tartışıyor. May’in yaşamın anlamını bulmaktan çok anlamlı bir yaşamı var etmenin peşine düştüğünü söyleyebiliriz ki bana kalırsa metnin bu boyutu önemli. Çünkü bu bakış yukarıda bahsettiğimiz edilgin olma durumunu aşmaya vesile olurken genellikle, çözümüne öznel alandan yaklaşılan bu sorunsalı geniş bir çerçevede değerlendirmeye izin veriyor. Böyle bir kavrayış, anlam arayışını bireysel varlık-yokluk meselesinin ötesine geçirerek ortak bir anlamlılığın mümkünlüğünü tartışmaya alan açıyor.

Evrenin Sessizliği

May meselesine ilk olarak Camus’yü dâhil ediyor, ona göre; “Camus, yüzümüzü (evren dışında) dönebileceğimiz başka bir yer olmadığını düşünmüştü. Evrenin kayıtsızlığı içinde ya da daha iyisi, anlam ihtiyacımızın evrenin sarsılmaz sessizliğiyle sürekli yüzleşmesi içinde yaşamak zorundaydık. Bu, ikili ret durumunda kalma meselesiydi: anlam arayışından vazgeçmeyi reddetmemiz ve evrenin onu bize sunmayı reddetmesi.”

Camus evrenin sessizliği nedeniyle bir anlamın olmayacağını düşünüp umutsuzluğa kapılmıştı evrenin bize sunmadığı anlamın, bizim tarafından bulunmasının zorluğu nedeniyle, insanı evrene muhtaç edilgin varlıklar olarak tahayyül etmiş bunun dışında başka türlü düşünmeyi bir intihar biçimi olarak görmüştü. Oysa konu bu kadar kolay çözüme kavuşmuyor ki May’in de kitap boyunca anlatmaya çalıştıklarından biri bu. Evren sessiz ama onun sessizliği yaşamın anlamsız olduğunu göstermez. Bu anlayış, anlamlı bir yaşam için etkin olabilme kudretimizi aşındırırken insanın dünyada yapabilecekleri olduğunu gölgeleyen bir yan da içerir.

May’in hayatın anlamı konusunda uğrak noktalarından birisi de Aristoteles düşüncesi. Ona göre insan “olgunlaşan” bir yaşam sürer, “her şeyin kendi iyisi, kendi telosu (ereği) vardır. Kişinin kim ya da ne olacağı, kendi telosuna uygun şekilde yaşamasına bağlıdır. Bu evrendeki yerini bulmak demektir.” Bu fikir insana evrende bir yer verir, onun üzerine kafa yorduğumuzda, doğamızı fark ettiğimizde evrenin bizim için seçimini görebiliriz. Yani yaşamla ilgili aradığımız şey, evrende vardır, bize düşen telosumuza (ereğimize) uygun bir şekilde yaşamaktır.

May’in deyimiyle, “Camus boş yere anlamlılık peşinde koşarken tam da Aristoteles’in daima orada olduğunu düşündüğü şeyi, şeylerin doğasına kazılı olan ve evrenin dekorasyonunun bir parçası olan şeyi arıyordu.” Bu düşüncede de anlam verili, orada duran bir şey olarak tahayyül ediliyor ve yine edilgin bir varlık anlayışı getiriyor, zaten var olan çabayı gereksiz kılıyor çünkü “evrendeki her şey kendi anlamının ateşiyle parlar ya da hiç değilse bu fitili kendi içinde taşır” fikrine sığınıyor.

Anlam sorusuna Tanrı fikrini dâhil ettiğimizdeyse bir bahşetme durumu ortaya çıkıyor, yaşamın anlamı Tanrı’nın varlığıyla belirlenirken, soru cevabını bulmuş oluyor. May bu fikirlerin hiçbirini yadsımıyor, bir insan Tanrı fikriyle veya telosuna uygun yaşayarak anlamlı bir yaşam sürdüğünü düşünebilir ancak onun sorusu daha çok anlamlı bir yaşamın insanı edilgin kılmadan, nasıl yaratılabileceği üzerine yoğunlaştığından bu fikirler tek başına meseleyi açıklamaya yetmiyor.

Çünkü May’e göre bu fikirlerde, “Camus’nün görüşü egemendir: Eğer evren bize anlam vermiyorsa, o zaman anlam da yok demektir. Sessiz bir evrende, insani olsun ya da olmasın, anlam olamaz. Bu insanlara göre, bir telosun ya da anlamı temellendiren bir Tanrı’nın yokluğu bizi nihilizme, hiçbir şeyin nihayetinde başka hiçbir şeyden daha iyi ya da daha kötü olmadığı fikrine mahkûm eder.” Böylece, baştan yokluğumuzu ilan eder anlamlı bir yaşamı yaratıp yaratamayacağımız sorusunu da iptal etmiş oluruz.

Anlamı Yaratmak Nasıl?

May’in yapmaya çalıştığı şey anlamı öznel alandan çıkarmak, kapsamı geniş, ortak bir anlam ölçütü bulunabilir mi sorusunun cevabına yaklaşmak. Burada mesele, insanın bir anlam alıcısı olmaktan çok anlamlı bir yaşamın yaratılmasında oynayabileceği rol olarak görülebilir.

May’in tartışmasının önemli bir parçasını “anlatısal değerler” bahsi oluşturuyor, bunun anlamı; “bir kişinin yaşamında ifade edilen temalar.” Bunlardan bazıları; yoğunluk, kararlılık, incelikli olma, entelektüel merak, kendiliğindenlik gibi, bir kişinin yaşamını sergileyebildiği temalar olarak karşımıza çıkıyor. Mesela, “Jimi Hendrix, yirmi yedi yaşındayken aşırı dozdan uyuşturucudan öldü. Ancak, yirmi yedi yaşına on yıllar değerindeki bir yaşamı sığdırdı. Onu tanıyanlar, onu daima sınırları zorlamaya çalışan biri olarak tanımlıyor.” Hendrix yoğun bir yaşam sürdü ve bu yaşam onu anlatılır bir yaşamla düşünmeyi sağladı. Tek başına herkes için geçerli bir anlamlı yaşam için yeterli olmasa da -çünkü bu anlatı öznel yan içerir- yine de onun yaşamının bir temasından söz edebiliyoruz.

Bu May’in düşüncesi açısından önemli çünkü anlamlılığın ortaya çıkabilmesi için, “ yalnızca kendi içinde değil, farklı yaşamlar arasında da tanınabilen belirli temalar” gerekiyor. Anlam bireysel de olabilir ancak bir tema ile ifade edebildiğimiz yaşam, onun başkaları tarafından anlatılır olmasını sağlayarak anlamlı yaşamın öznel yanını aşındırabilir. Hatırlarsak, May’in meselesi konuyu öznel alanın dışında değerlendirebilmekti çünkü ona göre, “eğer yaşamlarımız anlamlı olacaksa, bu durumda yalnızca bize anlamlı hissettirmemelidir; sadece kişisel bir beğeni meselesi olmayan bir anlamı da ifade etmek zorundadır.”

Bu nedenle anlamlı bir yaşamın yolu olarak “anlatısal değerler” tartışmanın önemli bir boyutunu içeriyor, değerler alanı bizi anlamlı bir yaşam konusunda kesin bir yere götürmese de en azından onu konuşabilmek için bir ölçüt sağlıyor. Çünkü “değerler keyfi değildir. Nedenlere karşı duyarlıdırlar. Pratikleri irdelemek için yardıma çağrılabilirler ve sırası geldiğinde de kendileri incelemeye tabi tutulabilirler. Yaşamlarımızı tesis eden karmaşık pratikler ağı tarafından sabitlenen daha geniş bir ağın parçasıdırlar.” Değerler tartışılabilir, anlamlı bir yaşamda neyin “iyi” veya “kötü” olarak tanımlanabileceği ve bunun nedenleri hakkında fikir verebilir. Bilinir olan temalar sayesinde “karmaşık pratikler ağı tarafından sabitlenen daha geniş bir ağın parçası” olarak düşünmeyi sağlar, bu “sabitlik” dünyanın deneyimleriyle ortaya çıkmıştır, zaman içindeki pratiklerin meydana getirdiği anlatıyla oluşan ölçütle ilişkilenir. Mesela, Nazizm gibi bir deneyime değerler açısından baktığımızda ölçütün ne olabileceği hakkında zihnimizde bir fikir belirir, herkes için geçerli olmasa da anlamlı bir yaşam çabasında olan için, bu pratikten çıkan anlatının bir önemi vardır. Böylece, konuyu öznelin alanından çıkarmanın daha geniş bir çerçeveden ele almanın yolunu da açmış oluruz.

Todd May’in, İrene Kitap tarafından, Bekir Aşçı çevirisiyle basılan, “Anlamlı Bir Yaşam ‘Sessiz Bir Evrende Anlam Arayışı’” kitabı, kadim bir soru olan yaşamın anlamını öznel alanın dışında tartışmaya izin veriyor. Son zamanlarda sıklıkla “yaşamak sadece nefes almak mıdır” sorusuyla cebelleşirken buluyoruz kendimizi, bu soru, May’in düşüncesiyle birlikte ele alabileceğimiz bir yan taşıyor. Çünkü yaşamdaki anlamımız sadece nefes almaya, hevessiz ve zorunlu olarak sürdürdüğümüz işlerimize, gündelik meşgalelerin alanına indirgeniyor oysa anlamlı bir yaşam evren sessiz de olsa, bize gümüş bir tepsiyle sunulmasa bile yaratılabilir, en azından kitap bize bu olasılığı hatırlatıyor.

May’in tartışması bu açıdan epey güncel çünkü insan türüne dünyada başka türlü bir yaşamın mümkün kılınabileceğini hatırlatıyor, bizi yokluğun sınırından çekip alıyor, dönüştürme potansiyeli olan, anlam yaratabilecek yetkinlikte, zaman içinde ortaklaşmış değerler etrafında buluşabileceğimizi gösteriyor.

Kaynaklar

Eagleton, T., (2013), “Hayatın Anlamı”, s. 31, (Çev. Kutlu Tunca), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR