BANU GÜVEN
Kızıl Goncalar’ı eleştirenler neyi ıskalıyor?
YAZIYI BANU GÜVEN'İN SESİNDEN DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Kızıl Goncalar ile ilgili tekrar yazmayacaktım, ne var ki, seküler kesimden bu ve benzeri dizilere yönelik eleştiriler ve “Ramazan sahnesi” tartışması üzerine yazmak istedim.
Bence söz konusu her iki dizinin de çok önemli bir işlevi var. Ortak noktaları, birbirlerinden çok uzakta olan dünyaları çarpıştırarak, önyargıları sert biçimde kırmak. İki dizinin de merkezinde kadınlar var. Kızılcık Şerbeti daha orta şeritten giderken, Kızıl Goncalar’ın senaryosunun odağında çok hayati bir konu var. Bir kız çocuğunun eğitim hakkının tarikatçı erkekler tarafından gasp edilmesi, kadınların birey yerine konulmaması. Bu pratikleri hali hazırda yürüten İsmailağa Cemaati kaynaklı baskılar, Kızıl Goncalar’ın RTÜK’ten aldığı cezalar bu yüzden. Dizi ekranlara döndüğünde, senaryoda “anlamlı” bir değişiklik yapılmış olması da bu yüzden. Farkedenleriniz olmuştur, İsmailağacılar’ın jargonuyla bire bir uyumlu “Efendi Hazretleri” sıfatıyla anılan cemaat lideri, dizi geri döndüğünde “Mürşid Efendi” olmuştu. Bu İsmailağa’nın baskısını savuşturmak için yapılmış bir değişiklik, ama senaryonun merkezindeki konunun önemini azaltmıyor. Yani anlamlı, ama bu bir belgesel değil, kurmaca olduğu için o kadar da önemli değil. Dizide kız çocuklarının eğitim hakkı ve eşitlik etrafında gelişen ana temada değişiklik yok. Önemli olan bu. Kızıl Goncalar dizisini, tarikat ve cemaatleri hoş gösterdiği iddiasıyla eleştirenlerin, bunu nasıl gözden kaçırdığını anlayamıyorum. Bu tür eleştiriler, ancak bazı sahneleri bağlamından koparıp, aceleci bir yaklaşımla değerlendirmekle açıklanabilir.
Cüneyd karakteri de düzenin kurbanı
Dizinin bence en önemli karakteri Zeynep’in zorla evlendirildiği Cüneyd karakterinin özünde iyi, zeki ve bilgili bir genç adam olarak çizilmesi de bazılarını rahatsız ediyor. Oysa dizide Cüneyd’in de bir kurban olduğunu görüyoruz. Kimse nedense okuldan alınan ve cemaatin kurslarına gönderilmek istenen küçük Efe karakterini konuşmadı. Küçücük çocuğun, üzerinden sarkan bir cüppeye sokulup okuldan koparılması ve bundan üzüntü duyması, annesinin bundan duyduğu rahatsızlık, bunlar da hiç konuşulmadı. Bunun yerine seküler eğitim alan Mira ile Cüneyd arasında, “Ramazan kim” sorusuyla başlayan diyalog konuşuldu.
Zorunlu din dersi varken…
Evet, bazı meseleler senaryoda kimi zaman “kör göze parmak” misali diyaloglarla ele alınıyor. Bunu daha önce yazmıştım. Bu diyalogu dinlerken de yine aynı şeyi düşündüm. Bu tür diyaloglar bende, çok iyi giden dizinin akışını orta yerinden bölen reklamlar gibi bir etki yaratıyor. Diyalog “Ramazan kim” ile kalsaydı, yine o kadar göze batmazdı. Ramazan’ın ne gün başladığını önden bilmeyen seküler aile çocuğu sayısı az değildir çünkü. Ama günümüzde orta öğretim öğrencilerinin Ramazan, Recep, Şaban’ı bilmemesi imkansız, çünkü 1980 darbesinden sonra, bir asker olan Kenan Evren’in marifetiyle hayatımıza giren bir “zorunlu din dersi” gerçeğimiz var. Bu diyaloğu yazan senarist, seküler kesimin çocuklarının, istemeseler bile, zorunlu din dersi nedeniyle Sünni İslam’a yabancı kalamadığından habersiz olabilir mi? Dolayısıyla izleyenler “Amma da yaptınız” demekte haklı, ama diziyi cemaatlerin ekmeğine yağ sürmekle itham etmek bence haksızlık.
Bu tepkinin ardında, eleştiride bulunan kesimin algısındaki seçicilik var. Bu konuda çok hassas olan bu kesim, senaryoya limon sıkan başka diyaloglara hiç eleştiri getirmedi. İlk yazıda da belirtmiştim. Mesela Levent Alkanlı’nın, parası olmadığını söyleyen işsiz gazeteci kızkardeşi Hande’ye, “Yok mu Avrupa’dan bir fon, bir şey” gibi bir ifadeyle karşılık vermesi bu kör göze parmak diyaloglardan biriydi. Özetle, senaristler bazı çatışmaları sırf diyaloglara başvurarak daha görünür hale getirmek adına, karakterleri bir anda karikatürize ettiklerinin ve senaryoyu banalleştirdiklerinin farkındalar mı acaba? Bu tür diyaloglar, dizinin bütününe yayılan toplumsal ve felsefi tartışmaları gölgede bırakıyor, diziye haksızlık ediyor.
Oyunculara alkış!
Kızıl Goncalar’ı yazarken, oyuncuların da hakkını teslim etmek gerekiyor. Oyuncu kadrosu bu kadar iyi performans sergileyen az dizi izledim. Bambaşka bir rolle, eşcinsel olduğu için ailesi tarafından öldürülen Ahmet Yıldız rolüyle Zenne filminden tanıdığımız Erkan Avcı, diziyi sürükleyen karakterleriden Sadi Hüdai Efendi’ye öyle bir can veriyor ki… Cüneyd’i canlandıran Mert Yazıcıoğlu müthiş bir oyuncu. Bu mesleği seçmiş olması, film ve dizi alemi için büyük kazanç. Zeynep’in babası Naim Efendi rolündeki Mert Turak, o cüppeyle beraber karakteri de üzerine giymiş. Hasna rolünde Selen Öztürk, kızı Feyza rolünde Zehra Kelleci, Müyesser Hanım’ı oynayan Asiye Dinçsoy keza öyle. Zeynep’i canlandıran Mina Demirtaş, Mira’yı canlandıran Esma Yılmaz da kendilerinden isteneni hakkıyla veriyorlar. Özgü Namal da ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bir kez daha hatırlattı. En ufak bir abartı olmadan hakkını veriyor karakterinin. Gördüğüm ilk andan itibaren, Meryem rolü iyi ki Özgü’nün olmuş diye düşündüm. Özcan Deniz de rolüne her geçen bölümde daha çok ısındı, artık gerçekten doktor Levent Alkanlı. Diziye yeni giren karakterler de başka bir dünyanın daha kapısını açacak. Herkesin kendi merkezinden dünyayı, hayatı nasıl algıladığını bize gösteren Kızıl Goncalar’ın her bölümünü, hala iple çekiyorum.
Kızılcık Şerbeti: Kim daha ahlaklı kavgası
Kızılcık Şerbeti’ni ise geriden gelerek izlemeye başladım. Seküler ve dindar kesim arasında, bugünün koşullarında, iletişim ve etkileşimin kaçınılmaz olduğu hakikatinden yola çıkıyor dizi. Bununla birlikte Kızılcık Şerbeti’nin senaryosu beni yoruyor, ama seküler-dindar temsili nedeniyle değil. Tek bir çevre içinde permütasyon usülü süren ilişkiler ağı, senaryoyu zayıflatıyor.
“Seküler kesim sürekli kötüleniyor” diyenler, nasıl oluyor da, dizinin en baba dindar karakteri olan Apo Bey’e biçilen rolü görmüyorlar? Senaryoyu dizinin seküler karakteri, Semanur’un kocası zayıf bir karaktere sahip gibi gösteriliyor diye eleştirenler, diğer seküler karakter Rüzgar’ı neden görmüyor? Kıvılcım karakterinin imam nikahı kıyıp kapanan kızının başörtüsünü çıkarmaya çalışmasını da sekülerlerin kötülenmesi olarak algılayanlar var. Oysa Kıvılcım dizinin aynı bölümünde “başörtüsüne karşı olmadığını, ama kızının zorla kapatılmasına karşı olduğunu” izah ediyor. Bu arada imam nikahı kıydırıp kızı zorla kapatan adam da dizinin en kötü karakterlerinden. Karakterler dindar ya da seküler olmalarından bağımsız olarak iyi ya da kötü olabiliyor, hata da yapabiliyor. Aynı gerçek hayatta olduğu gibi. Ama iki kesimden de bazı kanaat önderleri, kendilerini ait hissettikleri kampı temsil eden karakterlerin diğerinin karşısında kusursuz ya da daha az kusurlu görünmesini istiyor.
Asıl konuşulması gereken kızların eğitim hakkı…
Bu dizilere seküler kesimden gelen tepkiler, bence dinsel dogmalara ve kadına bakışa eleştirel bir yaklaşımın sergilendiği büyük resmi ıskalıyor. Iskalanan asıl önemli konuysa, Anayasal bir güvence olan eğitim hakkının, tarikatlar ve bazı cemaatler tarafından hali hazırda ayaklar altına alınıyor olması ve bu duruma göz yumulması. Biz senaryo tartışırken, gerçek hayatta, cemaat ve tarikatların eğitimden alıkoyduğu çocuklar var. Kızıl Goncalar’ın her bölümünde işaret ettiği bu gerçeği değiştirmeye çalışmak ve bu duruma göz yuman iktidar, emniyet ve yargıdaki yetkililerinden hesap sormak, kulağa beceriksizce gelen 30 saniyelik bir diyaloğu günlerce konuşmaktan daha öncelikli değil mi?