CENGİZ ERDİNÇ

CENGİZ ERDİNÇ

Kontrgerilla: Soğanlı mı soğansız mı?

Polislerin 8 Eylül 2015 gecesi Akçakale yolunda durdurduğu TIR kamyonu çok karışık bir yumağın ipucuydu. Şoför Yalçın Kaya, yükün kuru soğan olduğunu söyledi, irsaliyesi ve faturası yoktu. Polisler arama yaptı, soğan çuvallarının altında görünen kolilerde 259 bin metre “infilak fitil” vardı. Adı fitil olarak geçse de IŞİD’in intihar yeleklerinde kullandığı ip şeklinde güçlü bir plastik patlayıcıydı. Altı ton ağırlığındaki bu patlayıcılar Trend Madencilik adına alınan 20 tonluk bir partinin parçasıydı. Daha önemlisi, İstanbul’a da üç minibüsle 230 koli patlayıcı gönderilmişti.

Şoför sıkışınca konuştu. Bu işi devlet adına yaptığını, kolileri Dinar’da yüklediğini, Nuri Gökhan olarak tanıdığı kişinin ‘patlayıcının IŞİD’e gönderildiğini, Kilis’ten gönderilen patlayıcılar yakalandığı için Akçakale yolunun tercih edildiğini’ söylediğini anlattı. Akçakale kapısının Suriye bölümü o dönemde IŞİD kontrolündeydi.

7 Haziran’daki seçimlerin ardından bambaşka bir dönemin kapısı açılmıştı. Soğanların altında gizlenmiş patlayıcılarla yüklü kamyonların yakalanışından sadece iki hafta önce Suruç’ta, IŞİD’in intihar bombacısı Rojova’daki çocuklara oyuncak götüren 33 genci katletmiş, yüzden fazla kişi de yaralanmıştı.

Şoförün Gökhan dediği kişi Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli Yüzbaşı Gökhan Nuri Bozkır’dı. HTS kayıtları ve ifadeler Üsteğmen Ahmet Yasin Güneş’in de malzeme alımlarının parasını ödeyen kişi olduğunu gösteriyordu. Ahmet Yasin Güneş adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı ve iddianamede adeta buharlaştı.

Özel Kuvvetler mensupları geçmişte boy gösterdiği olaylar pek de hayra alamet değil. Yüzbaşı Mehmet Ali Çevikel 1977 yılında otomobil çalarken yakalanmıştı. Bir yüzbaşının otomobil hırsızlığına kalkışması saçmaydı. Fakat gizli ellerin çalıntı otomobillere bomba yerleştirip sağda solda patlattığı günlerdi.

Çevikel, Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçmış, 16 Şubat 1978'de Ankara’da bir evde 110 tane fünye, bir miktar TNT kalıbı, saniyeli fitil gibi malzemelerle yakalanmıştı. Bombalar “kontrgerillayı sorgulayan” CHP Milletvekili Süleyman Genç'in evine ve Halkevlerine atılan bombalarla aynıydı. Ordu depolarında bulunan bu malzemeleri kullanılmış gibi gösterip el altından MHP teşkilatlarına dağıtan bir organizasyon vardı. 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi’nde yapılan katliamda kullanılan bombalar da bu organizasyonun eseriydi. Soruşturma 12 Eylül’ün tozu dumanı arasında, görgü tanıkları bulunmasına rağmen kapatıldı.

Yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır’ın adı 2006 yılında “Sauna Çetesi” soruşturmasında duyuldu. Kendisini “derin devletin adamı” olarak tanıtan Kasım Zengin, Ankara’da bir saunaya el koymaya kalkmış, soruşturmada Nuri Gökhan Bozkır’dan çıktığı anlaşılan devlet sırrı niteliğindeki belgeler ele geçirilmişti. MİT’e çalıştığını söyleyen Kasım Zengin, Bozkır’ın da içinde bulunduğu “Türk Mukavemet Teşkilatı” diye bir yapıdan söz ediyordu. Nuri Gökhan Bozkır’ın 2007’de TSK’den çıkarılmasıyla sonuçlanan davadaki avukatı ise eski bir Özel Kuvvetler mensubu olan Levent Göktaş’tı. Göktaş 2005 yılında askerlikten ayrılıp avukatlığa başlamış, 2009 yılında Ergenekon soruşturmasında tutuklanmış, beş yıl hapiste kaldıktan sonra tahliye edilmişti.

Sauna Operasyonu’nu izleyen Atabeyler Operasyonu’nda da “Özel Kuvvetler” mensupları ve ağır silahlar vardı. Fethullahçı polis ve savcıların ön ayak olduğu ve ordunun “zayıf karnına” yönelen bu operasyonları Rahip Santoro cinayeti, Hırant Dink cinayeti, Malatya Zirve katliamı ve en sonunda ünlü “Ergenekon Soruşturması” izledi. “Komplo davalar ve yerleştirilmiş delillerle” muhalefet sindiriliyor, ordunun bütünü dizayn ediliyordu. 2009’da Bülent Arınç’a suikast palavrasıyla başlayan “Kozmik Oda” skandalı patladı. Özel Kuvvetler’in kalbine girilmiş 11 ve 16 numaralı odalar dört gün boyunca aranmıştı (Veritabanını taramak için bilgisayara girilen 21 kelime içinde “Hablemitoğlu” adı da vardı).

Bozkır, soğan TIR’larıyla başını ikinci kez derde sokmuştu. Peki neden IŞİD’e silah satıyorlardı? Bu bir devlet görevi miydi? Bu soruların cevabı gelmedi. Soruşturmada buharlaşan Ahmet Yasin Güneş’in, soğan TIR’larından bir buçuk yıl önce, 14 Ocak’ta 2014’de Adana’da yakalanan “MİT TIR’ları” soruşturmasında gizli tanık olarak yer aldığı ileri sürüldü. Bozkır da MİT TIR’ları soruşturmasına karıştı ama sıfatı belli değildi.

Bozkır kayıplara karışsa da, patlayıcıyla yakalanan kamyonun sahibi ve onun kardeşi adına Delta Defence adını taşıyan bir şirket kurdu. Öte yandan, Bozkır’ın avukatı Levent Göktaş da kurduğu beş farklı şirketle savunma sanayiinde faaliyet gösteriyor, Göktaş ve Bozkır ilişkisi sürüyordu.

Fethullahçıların 2010 referandumunun ardından HSYK’yı ele geçirerek AKP’ye kazık atması AKP-Cemaat ortaklığını sarsmış, 8 Şubat 2012 günü yaşanan MİT krizi bir başka kırılma noktası olmuştu. Çözüm Süreci’ni sona erdiren KCK operasyonları ve MİT TIR’larının durdurulması yine Cemaat damgasını taşıyordu.

Akın Birdal suikastının azmettiricisi Semih Tufan Gülaltay, Ergenekon soruşturmalarından tahliye olan 27 isme AKP’den teklif geldiğini ileri sürdü. Levent Göktaş da AKP ile yakınlaşan bu isimlerden biriydi, hatta bu dönemde AKP’den gelen istek üzerine Vatan Partisi çevrelerinden uzaklaştığı ileri sürülüyordu. Fakat bu yakınlaşma çok sürmedi; AKP bu ekip yerine SADAT ile flört etmeye başlamış, sonuçta tercih edilen SADAT olmuştu.

Levent Göktaş, 15 Temmuz’da Boğaz Köprüsü’nde uzun namlulu silahla öldürülen ve Tayyip Erdoğan’ın yakınındaki isimlerden biri olan Erol Olçok’la Çerkeslik bağıyla yakındı. Göktaş, avukatlık kariyerinin belki en önemli işini Sezgin Baran Korkmaz’la “icralık” olan İnan Kıraç’ın hisselerini geri alarak yaptı. Hala karanlıkta kalan bu alışveriş, para aklama suçuyla yargılanan Korkmaz yurtdışına kaçtığı sırada “mal varlıklarına da tedbir konmuşken” yapıldı.

Bu isimleri bir araya getiren Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 günü öldürüldü. Cinayet üzerine yapılan spekülasyonlar birkaç başlıkta toplanıyordu. Fethullahçı yapılanmayı deşifre eden “Köstebek” adlı kitabı şimşekleri üzerine çekmişti ve kitabın kayıp taslağında ölümcül bilgiler vardı. Hablemitoğlu AKP’nin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başına getirmeyi düşündüğü isimdi. Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetlerini deşifre etmişti ve son olarak bürokraside büyük bir örgütlenmeyi gösteren “Ankara Üniversitesi’ndeki diploma yolsuzluğunu” ortaya çıkarmıştı.

Fethullahçılarla ilişkili olduğu anlaşılan yeşil.org adlı sitede cinayetten bir hafta sonra çıkan bir analiz “Hablemitoğlu makası yanlış ucundan tuttu” başlığını taşıyordu ve MİT müsteşarlığına aday olmasının cinayeti hazırladığı ileri sürülüyordu. Cinayet UMUT operasyonundan hemen sonra 14 Mayıs 2000 günü Ankara’da Yeni Peçenek köyünde arazide bulunan silahlarla bağlantılıydı.

Tozlu raflarda bekleyen soruşturma 2015 yılında Zihni Çakır’ın, Nuri Gökhan Bozkır’ın Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili açıklamalarını sosyal medyada dile getirmesiyle canlandı. Deliller Nuri Gökhan Bozkır’ı doğruluyordu. Bozkır bir süre sonra Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından Türkiye’ye getirildi. Şubat ayında yaşanan gelişmelerden sonra azmettiricinin Levent Göktaş olduğu ima ediliyordu. Bozkır’ın ifadeleriyle önce biri Levent Göktaş’ın yardımcısı astsubay olmak üzere iki kişi tutuklandı. Göktaş gazetecilere “kaçmıyorum buradayım” mealinde açıklamalar yapsa da hisselerini yakınlarına devretmiş, ama kısa süre sonra geri almıştı. Geçen hafta yedisi Özel Kuvvetler mensubu dokuz kişi için gözaltı kararı verildi. Levent Göktaş da bu listedeydi ama çoktan gitmişti.

Hablemitoğlu cinayeti, azmettiricisi ya da faili kim olursa olsun net bir kontrgerilla cinayeti olarak pek çok sırrı açığa çıkaracak bir yumak olarak duruyor.

Peki ya 'soğan TIR’ları? Akçakale’de yakalanan kamyondan sonra aynı ekip, 25 Ağustos 2015’te İstanbul’a üç minibüsle 230 koli infilak fişeği daha gönderdi. Daha net söylemek gerekirse intihar bombacılarının kullandığı plastik patlayıcı! Akçakale’deki kamyondan ayrılan ve kamuoyunun bilgisinden kaçırılan bu davanın odağında da Ahmet Yasin Güneş var ama yok.

Sanıklardan Serkan Yağmuroğlu “Mehmet Oktar’ın öncülüğünde İstanbul’a üç minibüs ile gittiğimiz doğrudur, Arif İzzet Sarıtaş bunun devlet işi olduğunu söylemişti. ‘İşin içinde bir binbaşı bir üsteğmen bir de MİT’çi var’ demişti. Ben de kendisine inandım. İnanmamdaki en büyük etken de Ahmet Yasin Güneş isimli üsteğmenin çalıştığı yeri bile söylemesiydi. Burada Ahmet Yasin Güneş’in neden bizlerle tutuklu olmadığını anlamakta zorluk çekiyorum” diye sormuştu.

25 Ağustos 2015 tarihinden sonra sadece İstanbul’da üç IŞİD canlı bombası patladı.

Filmi biraz daha geri sardığımızda, IŞİD’e patlayıcı götüren TIR’ların yakalanışının hemen öncesinden başlayarak, Suruç ve Ankara Gar katliamı da dahil, IŞİD’in yedi ayrı canlı bomba eyleminde 199 kişi hayatını kaybetti. IŞİD’de bağlı Adıyamanlı Türklerden oluşan 60-70 kişilik Dokumacılar grubu istihbaratçılarla içli dışlıydı ve Diyarbakır mitingindeki bombanın ve Suruç’taki katliamın failiydi. 10 Ekim’de Ankara Garı’nda Cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamını yapan IŞİD üyeleri de 10 gün öncesinden polis ve istihbaratçılar tarafından biliniyordu.

Sahi Ahmet Yasin Güneş nerede?

Dün yapılan duruşmaya Ankara’dan bağlandı mı?

İstanbul’da gönderilen 230 koli patlayıcının nereye gittiğini izah etti mi?

IŞİD’e patlayıcı satışı gerçekten “devlet görevi” miydi?

Boş verelim bu soruları.

Kontrgerillayı nasıl bilirsiniz? Soğanlı mı soğansız mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
CENGİZ ERDİNÇ Arşivi
SON YAZILAR