NESİN?

SEDAT BOZKURT


Bizi bize en iyi anlatan yazarımızdır Aziz Nesin. Hayatın nasıl olması gerektiğini sadece anlatmazdı, aynı zamanda yaşayarak da gösterirdi. Öykülerinin kahramanları ve konuları o kadar sahicidir ki bugün bile çoğumuz “Aziz Nesinlik öykü” dediğimiz pek çok olayla karşılaşırız. “Aziz Nesinlik” dediğimiz şey öykü değildir aslında, karşımızda duran gerçektir.

Böyle gelmiş böyle gitmez” Nesin’in çocukluk dönemi anılarından oluşur. Okuduğunuz zaman “bunları ben yaşasaydım ben de Aziz Nesin olurdum” diyeceğiniz bir yaşam öyküsüdür bu. Sıradan anı kitabı olarak bakmayın, sıkı politik tavırlı ve somut itirazlar barındırarak isyan eden bir kitaptır. 13 yaşında evlenen 15 yaşında Aziz Nesin’i doğuran ve 26 yaşında ölen annesinin ölümüne “Hiçbir anne yaşamadan ölmemeli!” diye itiraz eder ve itirazlarını sık sık “Böyle gelmiş böyle gitmez” diyerek dile getirir kitabında…

Asıl adı Mehmet Nusret’tir. Aziz’i babası Abdülaziz’in Aziz’idir. Soyadı Kanunu çıkınca babası Aziz Nesin’i görevlendirmiştir soyadını bulması için. O da basit ama her tekrarda hatırlatıcı olsun diye “Nesin”i tercih eder. Kendisine her “Nesin” diye seslenildiği zaman ne olduğunu düşünmesi için bu soyadını tercih ettiğini anlatır. Düşünün; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” çağında, kendine “Nesin?” diye sorulmasını isteyen bir yazar hayatımıza girdi, bizi bize anlattı ve arkasında derin bir boşluk bırakarak uzaklaştı.

Bir kitap okudum hayatım değişti” klişesini kullanmak değil niyetim ama bu kitap beni ve hayatımı çok etkilemiştir. Bazı kitaplar size, tren rayları gibi uzun görünen bir dünya tahayyülü hattı çizer. Ufku da vardır bu hattın ve burası size ait dünyaya açılan bir penceredir, oradan bakarsınız hızla akıp giden hayata, olaylara... Bir süre sonra sizin politik kimliğiniz olur bu pencereye sığan dünya... İşte o zaman, hayatınız boyunca soyadınız olmasa da sürekli kendinize yönelttiğiniz bir sorunuz var demektir: Nesin?

Yazımın yayımlandığı gün 14 Mayıs 2023 Pazar yani seçim günü ve seçim yasakları var. Yasaklardan biri “seçim ve seçim sonuçları” hakkında haber ve yorum yapma yasağı. Seçim dediğiniz siyasetin kendisi. Mantığı olduğunu kabul ediyorum ama seçim, en yoğun ve somut siyasi faaliyettir. Bu siyasi faaliyetin olduğu gün siyasete bulaşmama yasağı bana Aziz Nesin’i anımsattı ve o nedenle okumanız için bu yazıya konuk ettim.

Bugün gençler kendi gelecekleri için, genç olmayanlar da onların gelecekleri için sandık başına gitti. Seçime katılım oranı muhtemelen rekora yakın olacak. “100 yılın seçimi” diye boşuna söylenmiyor. Sandığa yansıyan milli irade mutlak uygulanacaktır. Demokrasiye geçmek bazen sıkıntılı olabilir, bunlara da tanıklık yapılacağını biliyoruz.

Ama işleyecek!

Cumhuriyetimiz henüz 100 yaşında. Cumhuriyetimizle yaşıt ve hayatta olan vatandaşlarımız var. Yani genç daha. Hataları var, yanlışları da oldu…

Hangimizin olmadı ki? Enseyi karartmayalım.

Son yıllarda çok ayıp işler oldu. Utanma duygusu kayboldu, değerler aşındı, yok oldu. En büyük kayıp bu.

Eskiyi sürekli anmamızın nedeni eski olması değil, çok kıymetli olması.

O günlerde evlerde et pişerken pencereler kapatılırdı kokusu komşuya gitmesin diye. “Olan var olmayan var” diye hassasiyet gösterilirdi. Koku komşuya ulaştıysa porsiyonlar küçülür, paylaşma büyütülürdü.

Her suç örgütü, mafya lideri kapağı yurtdışına attıktan sonra burada devleti yönetenlerle birlikte yaptıkları hukuksuzlukları, yolsuzlukları anlatıyor. Bundan büyük ayıp olur mu? “Devleti soyan hükümet” kavramına tanıklık yaptık, doğru olma ihtimalini bile reddederek hala olayın şaşkınlığını yaşıyoruz. Bu ülke fakir insanların ülkesi. Hem de son noktasına kadar bundan yakınmayan fakirlerin…

Şimdi seçim yasaklarını ihlal etmeden bir cümle kurayım: Bu kadar fakirliğe karşın niye destekleri hala büyük? Bu sorunun yanıtı biraz insanlara özgü duygularda gizli. İnsan dediğinizde hep olumlu nitelikler aklımıza geliyor ama hep öyle değil. Çaresiz insanlardan, insana özgü o olumlu davranışı, erdemi bekleyemeyiz. Bu biraz insan denilen canlının yük kaldırabilme kapasitesiyle de ilgili.

Ortak bazı zayıf taraflarımız da yok değil. Mesela, tuttuğumuz takımların dışındaki maçlarda hep yenilene üzülürüz, yenene sevinmeyiz. Bu aslında en kıymetli tarafımız. İyi ki böyleyiz.

Çok acayip işlere tanıklık yaptık bu dönemde. Pek çok haksızlığa, hukuksuzluğa muhatap olduk. Anayasa yok sayıldı, kasetlerle siyaset yol aldı, devlet kurumlarıyla hoyratça kullanıldı, meydanlarda doğrular dile getirilmedi. Seçim kotarmak için insanlar öldü. Vasat altı bile kıymete bindi. Yürekli avuçlarında cinayete kurban giden yavrularının hesaplarını sokaklarda soran annelerin itilip kakıldığına tanıklık yaptı bu kör olası gözlerimiz. Görmeseydik onları keşke.

Daha önce tanıklık yapmadığınız acayiplikleri, kimin döneminde yaşadıysanız müsebbibi odur. 6 cumhurbaşkanı 11 başbakan izledim gazeteci olarak. Hiçbirinde tanık olmadığım meselelere hem tanık hem de muhatap oldum ve nedeninin kim olduğunu da doğal olarak biliyorum!

Gazetecilik bu dönemde çok hırpalandı, aşındırıldı, çürütüldü ama derlenip toparlanacak. Buna meslek örgütleriyle el atacağız, çünkü siyasetçilere dokundurmamak lazım. Bizim bu çabamıza okurlarımız, izleyicilerimiz de destek verecektir çünkü gazetecilik halk ile yapılan kolektif bir faaliyettir. O nedenle taraflıdır, kamudan, halktan yana... Köşeler, ekranlar kimsenin babasının malı değildir, okura, izleyiciye aittir. Bugün bulundukları yazı yazdıkları, yorum yaptıkları zeminler üzerinden kendilerine farklı kimlikler edinmeye çalışanlara aldanmayın. Çoğu kendi yazdıkları senaryonun dönemsel rolünü oynuyor. Bu gibi durumlarda aklınıza hemen Hulki Cevizoğlu gelsin. İktidar medyasında “gazeteci” kimliğinin sağladığı avantajla gariban, ekmeği peşindeki besicinin hakkını gasp eden Ankara temsilcisinin ilk ve yalnız olduğunu düşünmeyin. Önümüzdeki dönemde iş takipçisi, dengeci ve palavracı zübüklerle tanıştığınız zaman bazen şaşıracak ama sık sık “ben tahmin etmiştim” diyeceksiniz. Bunları konuşmak zorundayız. Çünkü çürümenin nedeni bakteridir ve küçük bir parçası yeni döneme sıçrarsa orayı da çürütür.

Çok güzel bir coğrafyada yaşıyoruz bunu unutmayın. 12 Eylül askeri darbesi bu ülkenin en kıymetli insanlarını yok etti. Memleket kendini hala derleyip toparlayamadıysa nedeni budur. Şimdi de memleketin en parlak çocukları yurtdışına sürgüne gönderiliyor. Bu gençler ve bu gençlerin çocukları bizlerin bu memlekette -her türlü olumsuzluğa karşın- yaşadığımız keyifleri yaşayamayacaklar, eksik kalacak hayatlarından hep bir şeyler…

Bu zalimlik!

Sokaktaki her çocuktan sorumluyuz. Göremiyor olmamız bizi bu sorumluluktan kurtarmaz ve sokaktaki çocukların geleceği tehlikede.

Yarın yani 15 Mayıs sabahından itibaren -belki hemen ve her şey değil ama- pek çok şey değişecek. Bunu verdiği oy ile seçmen yapacak. Şahane bir döneme tanıklık yapıyoruz, lütfen, yüzyılda bir gerçekleşen bir ay tutulması, güneş tutulması gibi çok dikkatli izleyin, hiçbir karesini kaçınmayın.

Ve bu değişimin en önemli aktörlerinden biri, üstelik sadece tek bir oy kullanarak siz olacaksınız.

Unutmayın!

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR