EMRE EREN KORKMAZ

EMRE EREN KORKMAZ

Önlenebilir ölümlerin ülkesi

Birleşik Krallık’ta (BK) Covid -19 kaynaklı ölümlerden bahsediyorum. Elbette farklı ülkeler ve koşullar için de bu cümle söylenebilir, ancak BK nezdinde 90 bin kişinin yaşamını yitirmesinde alınan ve alınmayan politik kararların belirleyiciliğini görmemek mümkün değil.

Dünya genelinde yaşanan ölümlerin çoğunun gerekli basit önlemler alınmadığı için yaşandığı ve bunun sorumlusunun kapitalizm olduğu savunulabilir elbette, ancak BK nezdinde Boris Johnson hükümeti yerine başka bir hükümet olsaydı bu kadar büyük bir kıyım olmayabilirdi ve 90 bin kişinin önemli bir kısmı halen sevdikleriyle birlikte yaşamlarını sürdürebilirdi.

Biraz hafızalarımızı tazeleyelim.

Pandeminin Çin’de ortaya çıktığının anlaşıldığı ilk dönemlerde ilgili birimlerin acil toplantılarına Boris Johnson’un katılmadığı, bu esnada boşanmaya çalıştığı eşiyle ve doğuma hazırlanan partneriyle ilgilendiği basına yansıdı. Ancak mesele sadece başbakanın özel yaşamıyla ilgili değildi, bakanların kendi aralarında ta Çin’deki salgın nedeniyle Londra’da toplantı yapılmasıyla dalga geçtikleri de öne sürüldü.

Dahası BK’da en önemli ulusal tehdit salgın hastalık-pandemi olarak tanımlandığı, bunun terör saldırılarından da ciddi bir mesele olduğu resmi belgelerde belirtildiği halde 2019 yılında olası bir pandemiye hazırlık için depolarda bekleyen ürünlerin tarihlerinin geçtiği ve yenilerinin alınmasının ertelendiği, hükümetin bu konuda ilgili birimlerin talebine karşın gerekli bütçeyi ayırmadığı da yine basının dikkatinden kaçmadı.

Bu tespit belki komplo teorilerine temel olabilir, ama nedeni basit. Britanya dünyanın her köşesinden insanların sürekli gelip gittiği (iş, turizm, göç vb amaçlarla) bir ülke olduğu için dünyanın bir köşesinde ortaya çıkan bir salgının tespit edilene kadar Britanya topraklarına ulaşması kuvvetle ihtimal.

Söz konusu hazırlıklar yapılmadığı ve depolardaki ürünlerin son kullanma tarihleri geçtiği halde paketlere yeni tarih basılıp dağıtıldığı kısa sürede fark edildi. Dahası pandeminin tüm dünyaya yayılması sonucunda koruyucu ekipman bulmak da zorlaşınca sağlık çalışanlarına yetecek ekipmanın kalmadığı anlaşıldı. Bu dönemde topluma maske takılmasının tavsiye edilmemesi ve soranlara verilen “maskenin etkin olup olmadığını inceliyoruz” cevaplarının da mevcut maske sıkıntısından kaynaklandığı sonrasında basına yansıdı. Yeterli maske geldikten sonra da “söz konusu incelemeler” bitti ve maske kullanmak zorunlu hale getirildi.

Ancak yine de ders çıkarılmadı. Koruyucu ekipman edinmek için bu alanda yıllardır üretim ve ticaret yapan şirketlere değil, hükümet üyelerinin kendi yakın arkadaşlarına ihalelerde öncelik verilmesi bir başka skandaldı. Bu işten hiç anlamayan yakın arkadaşlarına ihaleleri dağıtırken bu dönemde alınan ekipmanlara piyasa fiyatına nazaran 10 milyar pound daha fazla ücret ödendiği de anlaşıldı.

Pandeminin Britanya topraklarına gelmesiyle hastanelerde yoğunluğu azaltmak ve yer açmak amacıyla bakım evlerinden gelen yaşlıların ani bir talimatla bakım evlerine geri gönderilmesi salgının ilk merkezinin bakım evleri olmasına neden oldu. Hastanelerden test yapılmadan ve birçoğu virüsü kapmış halde bakım evlerine gönderilen yaşlılar orada hem diğer kalanlara hem de çalışanlara bulaştırdı ve bakım evlerindeki ölüm sayısı bir anda binlerle sayılmaya başlandı.

Sadece Mayıs ve Haziran aylarında bakım evlerinde Covid’den ölenlerin resmi sayısı 18 bin 500 iken bu dönemde yıllık ortalamaya nazaran 28 bin fazla ölüm olduğu da belirtiliyor. Bu sayıya yeniden hastaneye kabul edilip hastanede yaşamını yitirenler dahil değil.

Pandeminin neredeyse ilk yılına gelmemize karşın İngiliz hükümeti halen vaadini verdiği ve birçok ülkede etkin şekilde kullanılan temas takip sistemini kuramadı. Bu alanda harcanan 22 milyar poundun boşa gittiği, işin başına konudan anlamayan (ve yine) yakın arkadaşların atandığı bu mesele halen çözüme ulaşmış değil. Bugün halen temas takip sistemi yeterli düzeyde çalışmıyor.

Aradan 1 yıl geçtiği halde halen online eğitim için etkin bir altyapı sağlanamadı. BK’da hızlı internete ulaşımın sadece % 8 olduğu ve toplumda dijital eşitsizliğin derin olduğu biliniyor. 5 Ocak’ta tüm okulların kapanmasıyla birlikte çok sayıda öğrencinin internete ve laptopa ulaşamadığını belirten sendikalar da ücretsiz internet ve laptop dağıtılmasını talep ediyorlar.

Ağustos ayında insanları dışarıda yemek yemeye özendiren kampanyanın ardından ekim ayında üniversitelerin açılmasına da izin verildi. Uluslararası öğrencilerden ve yurt kiralarından büyük gelirler elde eden üniversiteler de gelirlerini kaybetmemek için dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri dar yurt odalarına kapadı. Artık dönem başladığı, kiralar ödendiği ve yurtlarda öğrencileri zorla tutmanın vaka sayısını ne kadar arttırdığı anlaşıldığı için üniversite yönetimleri de Ekim’de almaları gereken kararı Ocak ayında alıp tamamen online eğitime geçtiler.

Okullar Şubat ortasına kadar kapalı

Son bir yıl içinde hükümet üç kez lockdown ilan ederek kapanma kararı aldı. En son karar ise 4 Ocak akşamı alındı. Tam da okullar 4 Ocak’ta açılmış ve dönem arası tatili nedeniyle haftalardır evlerinde oturan çocuklar okulda bir gün karıştıktan (ve virüsleri paylaştıktan sonra) akşam okullar kapatıldı ve en azından Şubat ortasındaki ara tatile kadar da kapalı kalacak. Bu, öğretmenler sendikasının kampanyası ve velilerin çabasıyla oldu ve yaklaşık 2 haftadır süren kampanyaya aldırış etmeyen hükümet okulları bir gün açtıktan sonra bu kararı alarak şu anki artışa özel bir katkı sunmuş oldu. Tüm okullar kapandı, ancak anaokulları halen açık, çünkü anaokulu öğretmenlerinin güçlü bir sendikal örgütlenmesi yok.

Aslında bu lockdown’lar da İtalya, İspanya ve Çin’de olduğu gibi sert, gerektiğinde polisin devreye girdiği kapanmalar şeklinde olmadı. Evinde çalışamayanlar işine gidiyor, alışveriş ve spor için dışarı çıkmak serbest. O nedenle şehirlerde kalabalık azalsa da sokaklar tamamen boşalmış değil.

Johnson hükümeti ekonomiyi sürdürmek amacıyla üç kez lockdown, onun dışında da yerellerdeki vaka sayılarına göre belirlenen tier sistemine başvursa da bu kararların ekonomiye zararı çok daha büyük oldu. Sürecin başında meseleyi ciddiye alıp 2 hafta tamamen kapanma fikrine şiddetle karşı çıkan hükümet toplam vaka sayısını, hastanede kalan insan sayısını ve bunun sonucu olarak “kabul edilebilir” ölüm sayısını kendi belirlediği ölçülere göre bir düzeyde tutmaya çalıştı ve sonunda ipin ucunu kaçırdı, bugüne gelindiğinde iş tamamen kontrolden çıktı.

Ekonomik yıkım

Ekonomiyi yürütelim derken finansal şirketlere, sigorta şirketlerine ve rantiye ekonomisinden yararlanan kesimlere kulak veren Johnson hükümeti ekonominin daha da kötüleşmesine ve bilhassa turizm, restoran, kafe gibi sektörlerde büyük bir yıkımın ortaya çıkmasına neden oldu.

BK hükümetine Çin’i örnek alın demek burada çok tepki çekecektir. O nedenle kendisi gibi bir ada devleti olan ve aynı kültürden gelen Avustralya ve Yeni Zelanda’nın uyguladığı politikaları da takip etmediler. Vaka olduğunda sert bir kapanma ve etkili bir temas takip sistemi kuramadı. Halen de kuramıyor. Bir ada devleti olmanın, karasal sınırı olmamanın avantajını kullanamıyor.

Pandeminin ilk dalgasında ülkedeki eşitsizliğin ve yoksulluğun etkisiyle ölenlerin çoğunun azınlık ve siyah topluluklardan olmasının Beyaz İngiliz toplumunda meselenin ciddiyetini anlamaya engel olduğu anlaşılıyor. Bu ırkçı fikirlere de kaynak olmanın dışında maske kullanımı gibi önlemler de tavsiye edilmediği ve yaz döneminde hastalığın etkisinin zayıflaması ile hükümet üzerinde etkin bir baskı kurulmadı. Sonbaharda Kuzey İngiltere’de salgın yaygınlaştı, hükümet Manchester ve Liverpool’un İşçi Partili belediye başkanlarıyla bir süre kavga etti. Sonra virüsün yeni versiyonuyla pandemi güney bölgelerine de yayıldı, tüm uyarılara ve birçok bölgede yasaklara karşın Noel kutlamalarında ısrar edilmesi ile bugünkü vahim tabloyu (günde 60 bin üstü vaka ve 1200 üstü ölüm) ortaya çıkardı. Bu durum hükümet üzerinde en sonunda öğretmenlerın ve sağlık çalışanlarının sendikaları ve örgütlenmeleri sayesinde baskı kurulmasını sağladı ve okulların kapanması ve üçüncü kapanma bu sayede hükümete dayatıldı.

Tüm bu kötü yönetim pratikleri olmasaydı Britanya’da bu kadar büyük bir kayıp olmaması mümkündü. Ancak suçu sadece Johnson hükümetine atmak da yeterli olmayacaktır. Yıllardır sağlık sisteminin ticarileşmesi yolunda atılan adımlar Britanya’da halkın çok gurur duyduğu ücretsiz sağlık sisteminin gerilemesine neden olmuştu. Merkezi sağlık sisteminin kaldırılarak bölgesel özerk birimlere bölünmesi, bunların başına CEO mantığıyla hareket eden yöneticilerin gelmesi, ticarileşmenin önünün açılması, sağlık sisteminde ucuz göçmen emeğine dayanılması gibi çok çeşitli faktörler sağlık hizmetine ulaşımın önüne yeni setler çıkarmış, pandemi karşısında sistemin zayıflıkları iyice görünür hale gelmiştir.

Yaşlı kıyımı

Benzer şekilde yaşlı bakım evlerinin ticarileşmesi ve yaşlı bakımında yükün küçük işletmelere verilmesi pandeminin ilk döneminde yaşanan yaşlı kıyımına da altyapı oluşturmuştu. Küçük aile işletmelerinin kurduğu ve 30-40 yaşlının kalabildiği yüzlerce bakım evinde neredeyse tüm yaşlılar ve çalışanlar covide yakalandı. Hükümetin koruyucu ekipman iletememesi ile de bu trajedi katlanmış oldu.

Birleşik Krallık’ta pandeminin ilk yılının bu genel değerlendirmesi bir yandan kapitalizmin temel özelliklerine işaret ederken diğer yandan ülkede son yıllarda ticarileşme ve sosyal devlet uygulamalarındaki gerilemenin sonuçlarını ve ayrıca Johnson hükümetinin beceriksizliğini ve çürümüşlüğünü gösteriyor. Dünyanın en zengin birkaç ülkesinden olan BK’da tüm bunlar birleştiğinde 90 bin kişi gerekli önlemler alınmadığı için ölüyor. Şu aşamada pandemi kontrolden çıktığı için tüm toplum aşılanana kadar bu sayının ne kadar yükseleceğini tahmin etmek de mümkün değil.

Başta da dediğim gibi yaşamını yitiren 90 bin kişinin önemli bir kısmı şu an yaşıyor olabilirdi. Bu hastalığa yakalanıp türlü sıkıntılarla uğraşan milyonlarca insanın önemli kısmı da bu dertleri yaşamayabilirdi. İşini kaybeden, işyeri kapanan çok sayıda insan bugün ekonomik zorluklarla mücadele etmeyebilirdi.

Birleşik Krallık’ta nüfusun yüzde 1’inin gelirlerin yüzde 25’ine sahip olması ve en zengin yüzde 1’in tahmin edilenden 800 milyar pound fazla parasının olması da önlenebilirdi ve daha adil, daha eşitlikçi bir toplum da olabilirdi. Önlenebilir sorunların çözülmemesinin nasıl bir kayba, şiddete ve bedele neden olduğunu bu pandemi bir kez daha somut şekilde gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMRE EREN KORKMAZ Arşivi
SON YAZILAR