EMRE EREN KORKMAZ

EMRE EREN KORKMAZ

Pandemide Göç: Gelenler ve geri dönenler

Birleşik Krallık’ta pandemi nedeniyle hükümetin uyguladığı politikalar sonucunda ölü sayısı 100 bini geçerken bir türlü bitmeyen lockdown’lar (ekonominin ve okulların kapanması-seyahat kısıtlamaları) ile hem kapanan işyerlerinde hem de işsiz kalan insan sayısında rekor artışlar yaşanıyor. Bunun üstüne Brexit de eklenince BK’dan ayrılan göçmenlerin sayısı da oldukça arttı. 15 Ocak’ta basına yansıyan verilere göre son 1 senede BK genelinde 1,3 milyon göçmenin ülkeyi terk ettiği, bu sayının Londra’da 700 bine ulaştığı belirtiliyor.

BK’dan göçmenler ayrılırken Türkiye’den BK’ya yönelik göçün artması ilginç değil mi? 100 bin ölüyle dünyada pandemiden en çok etkilenen birkaç ülke arasında olan, ekonomisi daralan, iş imkanlarının oldukça azaldığı ve ülkede yıllardır yaşayan insanların dahi tutunamadığı bir ortamda, hem de yılın önemli bir bölümünde Konsolosluk da kapalı olmasına karşın 2020’nin ilk 9 ayında 10 bini aşkın aile Ankara Anlaşmasına başvurdu. Son 3 ayda ise, son sayılar net olmamasına karşın, günde 400’ü bulan başvuru sayısı ile yaklaşık 10 bin ailenin daha bu vizeye başvurduğu tahmin ediliyor. Peki, toplamda 20 bin ailenin son 1 senede, pandemi/lockdown/kriz şartlarında İngiltere’ye göç için sıraya girmesini nasıl yorumlamalıyız?

Önce bir arka plan değerlendirmesiyle başlamakta fayda var.

Ankara Anlaşması ve 20 bin aile

Bu sayılar Ankara Anlaşması olarak bilinen “Türk İş İnsanı Vizesi” ile ilgili rakamlar. Bu vize Avrupa Birliği anlaşmaları içinde olduğu için Brexit’le beraber 31 Aralık’ta yürürlükten kalktı. Artan talep de anlaşma bitmeden bundan yararlanmak içindi. Ankara Anlaşması ile aslında tüm AB üyelerine başvurmak teoride mümkün olsa da birkaç istisna dışında yalnızca BK bu başvuruları kabul ediyordu. Bu vize ile özel bir sermaye şartı olmadan, bir iş planı sunarak İngiltere’ye gelip şirket kurup ticaret yapmak mümkün oluyordu. Bu görece daha kolay yol sayesinde 2010-2019 sonu arasında 9 bin başvuru olmuşken, 2020’de bu sayı 20 bini buldu.

Ancak bu, tek vize imkânı da değil. Hem İngiltere’ye hem de diğer Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine öğrenci, akademisyen, yatırımcı ve çalışan olarak binlerce insan göç etti. Bu sayılara aile üyeleri de dahil edilince sayı katlanarak artıyor. Herhalde pandemi olmasaydı ve ekonomik koşullar daha uygun olsaydı bu sayının çok üstünde başvuru olacağını tahmin etmek zor değil.

Türkiye’den Son Göç Akımı

Türkiye’den son yıllarda Batı’ya göç üzerine çok çalışma yapıldı. Gidenler, dönenler, motivasyonları, neler yaptıkları, memnun olanlar, pişman olanlar üzerine geniş bir külliyat oluştu. Boğaziçi, İTÜ gibi birçok üniversitede bilgisayar mühendisliği gibi bölümlerin mezunlarının neredeyse hepsinin yurtdışında iş bulduğu öğrenildi, bu kadar yıl ülkede okuyup yetişen gençlerin bilgi ve birikimlerini yurtdışında kullanmalarının ülkemiz için yarattığı kayıp hesaplanmaya çalışıldı.

Araştırmalar görüşmelerin yapıldığı döneme dair özgünlükleri yansıtsa da göçün sürekliliğini sağlayan bazı temel konuların paylaşıldığını ve göç edenlerin yaş, vasıf ve siyasi görüş açısından oldukça heterojen bir topluluk olduğunu anlıyoruz. Yani sadece hükümete muhalifler göçmüyor, iktidar partisine oy verenler de oldukça fazla. Yalnızca beyaz yakalılar değil her sınıftan aileler göç ediyor. Sadece gençler değil emekliler dahil her yaş grubundan göç edenler var. Bunlarla beraber göç edenlerin büyük çoğunluğunun üniversite mezunu olduğunu söyleyebiliriz.

Ortak sebepler arasında özellikle çocukların eğitimi, çifte vatandaşlık, daha iyi çalışma şartları/iş ortamı arayışı öne çıkarken ülkedeki siyasi durum, ekonomik zorluklar, geleceğe yönelik umutsuzluk, eğitim sisteminin kötüleşmesi, torpil, ayrımcılık, yoğun ve stresli çalışma yaşamı, hak ettiği değeri görememe gibi konular da şikayetler arasında yer alıyor. Bunların yanı sıra şayet araştırma seçimler, referandum, bir dönem Ankara ve İstanbul’da yoğunlaşan terör saldırıları ve darbe girişimi sonrasında göç edenler arasında yapılıyorsa ülkedeki siyasi koşullar ve güvenlik sorunu da göç sebepleri arasında öne çıkabiliyor.

Bu göç bir tepkiyi içeriyor ama anlık bir karar da olmuyor. Sonuçta ailecek karar veriliyor, mevcut düzen bozuluyor, birikimler ortaya konuyor, varsa ev, araba satılıyor ve çok yoğun bir araştırma yapılıyor. Yurtdışına göç meselesi üzerine uzun bir süre düşünülüyor, belirli bir birikimin sonucunda bir noktada artık tamam denilerek harekete geçiliyor. Daha önce göç edenlerden, göçmenlerin Facebook gruplarından, konuyla ilgili danışmanlık ve vize şirketlerinden bolca bilgi alınıyor, sorular soruluyor, saatlerce ilgili konuda videolar izleniyor. Bir ülkeye karar verildiyse oradaki şehirlere bakılıyor, şehir belliyse iş imkanları ve iyi okul şartları göz önüne alınarak mahallelere bakılıyor, çok sayıda hesap ve planlama ile geliniyor.

Buna rağmen göç genellikle sınıfsal durumu düşüren bir etkide bulunuyor, gelindiğinde pratik yaşamda karşılaşılan zorlukları aşmak da ciddi bir mücadeleyi içeriyor. Bazıları bu şartları aşıp düzenli bir yaşam kurabiliyor, çoğunluğu Türkiye’ye nazaran daha düşük şartlarda ama birçok temel hedefe ulaşabildiği için kalmayı tercih ediyor, bir kısmı da birikimini bitirdikten sonra geri dönüyor.

Özcesi Ankara Anlaşmasının sona ermesi bu imkândan yararlanmak isteyenlerin yoğun şekilde başvurmasına neden oldu ancak BK’ya veya birçok ülkeye göç etmenin birçok farklı yöntemi var ve bu yönelimin sönümlenmesi için de bir sebep görülmüyor.

Peki pandemi şartları?

Türkiye’den göç etmek konusunda temel sebepler mevcut olduğu sürece siyasi görüşü, yaşı, vasfı, sınıfı gibi yönlerden bu heterojen topluluğun göç etme isteğinin süreceğini tahmin etmek zor değil. Lakin göç edilecek ülkedeki durumlar değişirse ve göçe sebep olan beklentilerin karşılanması mümkün değilse göç kararının da bundan etkilenmesi gerekmez mi?

Daha iyi eğitim ve çalışma şartları, yaşam koşulları gibi sebepler öne çıkıyorsa okulların ve işyerlerinin kapalı olduğu, seyahat yasaklarının olduğu, sağlık sisteminin çökme aşamasına geldiği, salgının kontrolden çıktığı, daha bulaşıcı yeni varyant nedeniyle ülkelerin sınırlarını BK’dan gelecek uçaklara kapattığı bir dönemde bu ilginin artmasını nasıl yorumlamalıyız? Gelenler aileden aldıkları parayla macera peşinde koşan gençler değilse ve oturum izni almak için uzun bir araştırma ve başvuru sürecini geçiyorsa ve hedef ülkede yaşananlar bu kararı değiştirmiyorsa bunun altındaki mantık ne olabilir?

Biraz da siyaset

Bu sorunun cevabına dair benim geliştirdiğim argüman ülkedeki siyasi duruma dair bazı tespitleri içerecektir. Bu çok yeni bir konu olduğu için bu görüşlerimi bir araştırmayla temellendirmem mümkün değil. Ancak yıllardır göç alanında çalışan siyaset bilimi disiplininden bir akademisyen olarak İngiltere’ye göç edenlerle ve göç etmeyi düşünenlerle de gündelik yaşamda sıkça karşılaştığım için bu gözlemlere dayanarak geliştirdiğim yaklaşımı paylaşmak istiyorum.

Son yıllarda yurtdışında yaşama olan ilgide ülkede otoriterleşmeyle beraber eğitim ve çalışma yaşamındaki kötüye gidiş ve her alana yayılan torpil, adamcılık, ayrımcılık gibi konuların önemli bir yeri olduğunu görmek mümkün. Bundan 4-5 yıl öncesinde gelenlerle yapılan görüşmelerde bunun geçici bir çözüm olduğu daha sık vurgulanıyordu. Ülkede şartlar değişecek, en azından eğitim koşulları düzelecek ve geri dönülecek. Bu esnada çocuklar İngiltere’de okula gidecek, çifte vatandaşlık alınacak ve ardından geri dönülecek. Bu geri dönüş beklentisinin gerçekçiliği ayrı bir tartışma konusu olsa da genel olarak bunun geçici bir göç olduğu vurgusu öne çıkıyordu. Tabii Gezi’nin de hatıralarda etkisinin sürdüğünü belirtmek gerekir.

Son dönemde ise bu geçicilik düşüncesi eskisi kadar dile getirilmiyor. Uzun yıllar kalma perspektifi öne çıkıyor. Bu da ilk dönemdeki zorluklarla bir şekilde baş etme yönlü eğilimi güçlendiriyor. Bu geri dönmemek için gidiş pandemi şartlarında BK’da koşullar oldukça kötü olmasına karşın gelme kararındaki ısrarın bir nedeni olabilir. Yoksa koşullar pandemi sonrasında düzeldiğinde geçici olarak, kısa süreliğine, öğrenci veya start-up/yatırımcı vizeleriyle veya bir iş sözleşmesiyle gelmek de mümkün olabilirdi. Bu yönde düşünüp erteleyenler de vardır ancak 2020 yılındaki büyük yönelim bunu dahi beklemenin tercih edilmediğini gösteriyor. Herhalde yerleşip bir düzen oturana kadar pandemi biter diye hesaplanıyor.

Yönetim değişse de bir değişim olmayacak düşüncesi

Özcesi insanlarda ülkede şikâyet ettikleri konularda iyiye yönelik bir değişim olmayacağı algısının oturmaya başladığını düşünüyorum. Ancak burada şöyle bir fark var. Bu düşünce mevcut siyasi iktidar kesinlikle gitmez diye düşünüldüğünden değil. Ben daha kapsamlı ve muhalefeti de içeren bir sebebin olduğunu düşünüyorum. Sonuçta ülkede siyasal iktidarı alabilecek iki büyük ittifak var, millet ve cumhur ittifakları ve bunların oy oranları da birbirine çok yakın. Yakın zamandaki yerel seçimler de iktidarın değişebileceği, seçimler yenilense dahi yeniden alınabileceğini kanıtlıyor. Benim son dönemdeki gözlemlerim seçimlerle iktidar değişse dahi temel meselelerde bir değişim olmayacağı düşüncesinin gelişmesinin göçe yaklaşımı da etkilediğidir.

Ülkemizde düzen değişikliği ve reform talebinin belki de tarihteki en düşük seviyede olduğunu düşünüyorum. Toplumun yarısı istikrarlı olarak son 20 yıldaki değişimlere, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşı çıkıyor, ancak yerel seçimlerde büyükşehirleri almış olmanın da bir rüzgar ve heyecan yaratmadığı görülüyor. Örneğin pandemi şartlarında muhalefetin elindeki yerel yönetimlerde hangi yaratıcı yöntemlerle toplum içinde dayanışma ağları gelişiyor, topluma nasıl yardımcı olunuyor sorularının özel bir cevabı yok.

Muhalefetteki figürlere ve partilere bakıldığında eleştiriler torpil, ayrımcılık gibi konulara yoğunlaşsa da örneğin Babacan ve Davutoğlu 1,5 sene öncesine kadar iktidarda en üst konumlardaydılar, şimdi muhalefet ittifak yapıp iktidara gelse büyük ihtimal yine bu kişiler karar alıcı konumlarda olacaklar. İyi Parti ise birkaç yıl öncesine kadar MHP’nin içindeydi, Akşener’in bakanlık dönemlerindeki faaliyetleri de biliniyor. Bu ittifakın lideri konumundaki CHP’nin lideri ise sıkça sağ-sol yok, bunlar eskide kaldı diyerek tabanını ikna etmeye çalışıyor ve ittifakın mevcudiyetini her şeyin önüne koyuyor. Sadece seçim sonuçları dahi ülkemizde yüzde 35-40’lık bir kesimin kendisini solda değerlendirdiğini gösterirken ve yüzde 50’si mevcut yönetime oy vermezken iktidara aday muhalefet ittifakında sol parti yok. Dünya görüşleri, ekonomi yönetimi, siyaset anlayışı, eğitime-çalışma yaşamına bakışları açısından iktidar koalisyonuyla muhalefet ittifakı arasında fark oldukça silik. HDP ise oy oranı ile normalde iki ittifak arasında kendisine yol açıp pazarlık yapması gerekirken gelinen noktada muhalefet ittifakına destek vermeye mecbur durumda kalıyor. Parlamentonun işlevsizliği de ayrı bir konu. Arada bir birkaç solcu vekilin teatral nutuklarının sosyal medyada paylaşılması dışında bir ilgi görmüyor.

Özcesi iktidarla benzeşen, ona meydan okumayan, ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle iktidarın oy oranının biraz düşmesi ile başa geleceğini düşünen bir muhalefet var. Ama bu ülkede iktidarıyla muhalefetiyle düzenden memnun olmayan geniş bir kesim de mevcut. Buna karşın düzen değişikliği ve reform talebinin de gündemde yer alamaması bu yaşamdan memnun olmayan insanlarda geleceğe dair arzu ve tercihleri etkiliyor. Bu yaklaşımı siyasal açıdan ilgili insanlar net şekilde ifade ederken bu şekilde formüle etmese dahi ülkede şikayet ettiği konuları ifade eden göçmenlerin ve göçmen adayların gelecek planlarında kalabildiği kadar kalmak perspektifi de bu sonuca ulaşmamı sağlıyor.

Bunu bir tespit olarak değerlendirip test etmekte fayda var. Ama göç kararında göç edilen ülkedeki şartların belirleyiciliği net bir konu. Şayet bir ülkede yeni bir göç akımı başlıyorsa onun sebeplerini göç edilen ülkede aramak normal. Bu göç akımında öncesinde kalanlar bunu geçici bir olgu olarak tasarlarken sonrasında gelenler daha kalıcı bir perspektifle, evini barkını satıp tüm birikimini koyup, pandemi ve kriz şartlarında dahi yola düşüyorsa bunun nedenlerini de anlamak gerekiyor. Ben bu değişimi ülkede muhalefetle iktidarın aynılaşması ile kişiler değişse de yönetim anlayışı değişmeyecek algısının benimsenmesine bağlıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMRE EREN KORKMAZ Arşivi
SON YAZILAR