Sansür, reyting ve vasatlık kıskacında medyanın bilim sınavı

CAN ERTUNA


Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü verilerine göre Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 165. sırada. Medya sermaye ilişkileri bağlamında bakıldığında medyanın, özellikle geleneksel medyanın oldukça büyük bölümü iktidarın denetimi altında.

Alternatif/eleştirel medya da pahalı bir iş kolu olan gazeteciliği sürdürebilmek için büyük kaynak sıkıntılarıyla boğuşuyor. Basın ve ifade özgürlüğü önündeki engeller, sansür ve oto-sansür mekanizmalarının haber üretiminde belirleyici olması demek.

Bilim iletişimini de politikadan bağımsız bir alan olarak düşünmemek gerekiyor. “Hakikat sonrası toplum” inşasının, popülist siyasetin sistemli bir çabayla dahil olduğu bir strateji haline geldiği, bilgiden çok kanaatlerin bir yönetim aracı olarak kullanıldığı dünya ve Türkiye’deki örneklere bakılınca ortada. Pandemide ya da sağlık sisteminin işleyişi konusunda bunu yaşadık, yaşıyoruz. Depremde keza öyle, toplumsal sorunlar ve uluslararası ilişkilerde yine öyle... Basın özgürlüğü ile bilim haberciliğinin kalitesi ya da safsataların yayılması ve egemen anlatı haline gelmesi arasında doğrudan bir bağlantı var.

Sansür, oto-sansür ve “akredite” konuklar

Pandemide vaka ve kayıp sayılarının olandan az verildiği yönündeki iddiaları hatırlayalım. Ölüm istatistikleri ve bazı büyükşehir belediyelerinin elindeki verilerle uyuşmadığı yönündeki ana akım yaygın medyada pek de yer bulamayan haberleri hatırlayalım mesela. Ya da depremde tüm sorumluluğun gözlerini rant hırsı bürüyen müteahhitlere havale edilmesini… Merkezi ya da yerel idarelere, projeler altında imzaları bulunanlara yaygın medyanın anlatımında pek de sıra gelmemesini düşünelim.

Hesap sorulmadıkça ya da güçlü kolektif bir çağrı yapılmadıkça yeni felaketlerin, insan yaşamının her geçen gün ucuzlatıldığı bu ülkede yeni hayatlara mal olacağını biliyoruz. Sırf iktidar sahiplerinin canını sıkmamak için alanında uzman birçok bilim insanının, verilere hâkim oda ya da meslek örgütü temsilcilerinin ekranlara çıkartılmadığını, sayfalarda yer alamadıklarını görüyoruz. Eski ana akımın haber merkezlerinde kalan, habercilik heyecanı henüz sönmemiş bir avuç muhabirin yöneticileri tarafından, yetkililerden rahatsızlıklarını belirten telefon almama kaygısıyla baskılandıkları, oto-sansüre itildikleri bir dönem bu. Resmi demeçlerin yaygın medya tarafından tek hakikat olarak sunulması medyanın içindeki herkesin malumu. Ya da sırf ekrana çıkma akreditasyonu var diye, yani “konuları yine izin verilen sınırlar dahilinde tartışabildikleri için” onaylı sınırlı sayıda konuğun, iç siyasetten, İsrail’in Gazze savaşına, hukuk skandallarından, ekonomik duruma kadar her konuda konuşturulduklarını hatırlayalım yine. Konularının uzmanı olan gazetecilerin, dış politika yorumcularının ve bilim insanlarının marjinalize edilip yaygın geleneksel medyada üzerlerinin çizildiğini, bunun yerine kıymeti kendinden menkul vasat bilgi havuzundaki söylemleri yalan yanlış yeniden üreten o sürekli görüş verdirilen 10-20 kişiyi düşünelim. Bu ülke yayıncılığının en önemli sorunlarından biri “kadrolu konuk” uygulamasıdır. Yani aylık teliflere bağlanan bir avuç ismin, stüdyolarda farklı konularda saatlerce konuşturularak yayın saatinin geçiştirilmesi.

Bu çarpık uygulama, yayın kuruluşları için gerçekten alanında uzman muhabirlerin çalıştırılmasından siyasi ve maddi acıdan daha maliyetsiz işleyiştir. Haber ekiplerinin yurt dışı ya da yurt içinde haber takip etmesi pahalı bir operasyondur ve çıkabilecek özel, nitelikli haberlerin belirli güç sahiplerini rahatsız etme ihtimali de vardır. Üstelik medya iktidarı denetleme ya da 90’lar Türkiye’sindeki gibi iktidarla pazarlık etme gücünü yitirirken aynı zamanda kendi arasındaki rekabeti de bir kenara bırakmış durumda ve bu da habere ve nitelikli habercilere ayrılan kaynağın kısılmasına yol açtı. Eskiden özel haber yapma yarışındaki haber merkezlerinin gizli sloganı artık, “olduğu kadar…”.

Bir gelir kapısı olarak sağlık iletişimi

Eleştirel yayıncılığıyla tanınan bazı gazete ve kanalların da bilimi magazinleştirmede diğerlerinden geri kalmadığını hatırlamamız lazım. Piyasada popüler olan ve popülariteyi “uç şeyler” söyleme özelliklerine borçlu olan isimlerin, reyting için birer sponsorlu içerik makinası gibi çalışan program kuşaklarına buyur edildiklerini de hatırlayalım. Sağlık haberciliğinde “kelle paça için Covid’e karşı etkili” diyen profesörün popülaritesini hatırlayalım mesela. Ya da İstanbul Tabip Odası tarafından bir ay meslekten men cezası verilen alternatif tıpçının sorgulayıcı haber bülteniyle tanınan kanalda en popüler gündüz kuşağı konukları arasında olmasını... Saygın kanallardan birinin, tanınmış doktor konuğunun takviye gıda firması sponsorluğunda program yapıp sürekli bunları önermesini düşünelim. Parayla ekrana çıkan doktorları, sürekli yinelenen sponsorlu tüp bebek programlarını ya da her türlü derde deva gibi sunulan kök hücre temelli tedavilerin özel bir hastaneyle ilişkili doktorlar tarafından piyasaya pompalanmasını da atlamayalım.

Medya kuruluşları, sağlık, eğitim, teknoloji gibi konuları haber kisvesi altında pazarlayabileceği sektörler olarak gördüğü için hem kimi oldukça tehlikeli yanlış bilgileri nasıl yaygınlaştırdığını hem de gerçekten kamuyu yakından ilgilendiren sorunların sansür ve oto-sansür cenderesinde nasıl geçiştirildiğini düşünelim. Nitelikli bilim haberciliği için, bu alanlara ilgi duyan, entelektüel seviyesi belirli bir noktada, yabancı bilimsel yayınları olmasa dahi popüler bilim mecralarını takip edebilecek düzeyde yabancı dil bilen ve buna diğer işlerin arasında zaman ayırabilecek kadar rahat çalışabilen muhabir ve editörlerin yokluğunda piyasa halkla ilişkiler kampanyaları, dezenformasyon ve yanlış bilgi ile boğulmaktan nasıl kurtulabilir?

Sağlık, eğitim, teknoloji gibi konulara reklam ve sponsor geliri üzerinden kazanç, sosyal bilimlerin alanına giren konulara reyting iştahıyla bakan bir medya, nasıl ıslah olur? Evrensel gazetecilik ilkeleri çerçevesinde eleştirel habercilik yapma çabasındaki medya kuruluşları asgari ücretin az üzerindeki maaşlarla nitelikli habercileri nasıl istihdam edebilir? Basın özgürlüğü yoksa nitelikli habercilik de eser miktarda. Bilim haberciliğinde yakındığımız çoğu konu, medyanın ekonomi politiği haricinde düşünülemiyor ne yazık ki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
CAN ERTUNA Arşivi
SON YAZILAR