NURİ GÜNAY
Sarıkamış’ı anlamak yarınlar için doğru vaziyet almaktır
110 yıl önce bu günlerde, kısa bir süre önce başlamış Dünya Savaşı’nın en acı olaylarından biri yaşanıyordu. Uzun süre neler olduğunu, Anadolu’nun her köşesinden gelen yoksul halk çocuklarının nasıl can verdiğini kimseler öğrenemeyecekti. Büyük kıyımın aksine o günlerde basın “büyük zaferden” bahsediyordu. İktidar sahipleri, gazetelere böyle yazılmasını emrediyordu.
Sarıkamış’tan bahsediyorum. İlk yıllarda gizlenen, uzunca zaman “facia” diye yazılıp çizilen, aşağı yukarı yirmi beş yıldır da “kahramanlık destanı” olarak anlatılan kapkara zemheri günlerinden.
Başka bir seçeneğimiz yok mu? Ya hafıza-i beşer nisyan ile maluldür deyip unutacak ya da gerçeğin üstünü örten bir hamasetle, kahramanlık destanlarıyla mı avunacağız?
Tercihimiz unutmamak, gerçeği görmek, anlamak, bugünlerimiz ve geleceğimiz için dersler çıkarmak olmalı.
“Hasta adamı” kurtarmaya çalışmak…
Osmanlı’nın çözülmesi, dağılması bilindiği gibi çok uzun bir zamana yayıldı. Malum sonun kaçınılmaz olduğunu bugünden bakarak çok rahat söyleyebiliyoruz. Fakat aydınlar, az sayıdaki devlet adamı ve dönemin devrimcileri imparatorluğu ayakta tutmak için çok uğraştılar. Dönemin yurtseverliğinin en önemli amacı baskıcı rejime son vermek ve aynı zamanda imparatorluğu kurtarmaktı. Tarihimiz açısından oldukça önemli bir dönemeç olan 1908 Devrimi’nin motivasyon kaynağı bu iki amaçtı. Bu yılın 23 Temmuz’undan sonra Anadolu ve Rumeli’de devrimin rüzgârı esiyor, halklar olanları hürriyetin habercisi olarak görüyordu.
Ancak iktidara gelenler kısa süre içinde hedeflerinden ve vaatlerinden caydı. Halka, beraber yol yürüdükleri müttefiklerine sırtlarını döndüler. İttihatçılar, özellikle 1913 Babıali baskını sonrası yeni bir baskı rejimi kurarak demokratikleşme adımlarını sakatladılar. Osmanlı’nın bütün uluslarının barış içinde yaşaması idealinin yerini Türkçülük politikası aldı. Bu dönemdeki Türkçülük ilk dönemdeki aydınlanmacılığından, ilerici özelliklerinden çok uzaktaydı. Almanlar böyle bir Türkçülüğü, Pantürkizm’i özellikle teşvik ediyorlardı.
“İmparatorluğu kurtarma” fikri imkânsızdı, Osmanlının dağılması engellenemezdi. Hayatta kalması ancak büyük devletlerin arasındaki dengeyle mümkündü. Osmanlı iktidarındakilerin ekseriyeti büyük devletlerin en az biriyle himaye/ittifak ilişkisinde olmak gerektiğini düşünüyordu.
Anadolu ve Rumeli halkı ağır bedeller ödemişti. Balkan Savaşları büyük kıyımlara, trajedilere ve travmaya neden oldu. Ne yazık ki Osmanlının son iktidarı, emperyalistler arası denge politikalarına yaslanarak yürüttüğü tutarsız siyaseti, Dünya Savaşına balıklama atlayarak sürdürdü. Bu daha büyük felaketlere açılan bir kapıydı.
Birinci Dünya Savaşı başlayalı henüz iki gün olmuştu. 1914 Ağustosunun ilk günlerinde Almanlarla savaş anlaşması imzalandı. Akabinde İngilizler tarafından takip edilen iki Alman gemisi İstanbul Boğazı’na demirledi. Bir süre sonra gemilerin isimleri değiştirildi, mürettebatına fes giydirildi. Goeben, Yavuz Sultan Selim; Breslau, Midilli oldu.
Osmanlı görünümlü gemiler 29 Ekim’de Sivastapol Limanı’nı bombaladı. Böylece topraklarımızın kaderine dair kara bir sayfa daha açılmış oldu. Oysa bırakın savaşmayı, ordunun ve ülkenin yaşayacak dermanı bile kalmamıştı.
Sarıkamış’ta on binler can veriyor
"...Gözünü Sevdiğim Eşe
Tekerin Dayandı Taşa
Seferberliği Durdur
Elin Öpem Enver Paşa"
Savaşın ilk harekât planı Sarıkamış’a yapıldı. Atılan bütün adımlar, açılan cepheler Almanların ihtiyaçlarına dönüktü. Rusları durdurmak, geri çekilmelerin sağlamak için Osmanlı çok kullanışlı bir müttefikti. Devleti yönetenler Kars, Ardahan, Artvin gibi toprakları geri almayı, Batum’a ve hatta Bakü’ye kadar ilerlemeyi amaçlıyordu. Enver Paşa, turan hayaliyle yanıp tutuşuyordu.
Paşa, Rusları bir kuşatma harekâtıyla yenebileceklerini düşünüyordu. Alman generaller elbette bu fikri destekliyordu. Üçüncü Ordu Kumandanı Hasan İzzettin Paşa kış koşulları ve teçhizatsızlık yüzünden böyle bir harekâtı uygun bulmuyordu. Durumu incelemek için görevlendirilen Hakkı Bey ise koşulların uygun olduğunu bildiriyordu.
Enver Paşa harekâtı kumanda etmek için Alman generallerle birlikte İstanbul’dan gemiyle yola çıktı. Önce Trabzon’a oradan da Köprüköy’deki karargâha vardı.
Osmanlı Ordusu Rus Ordusundan sayıca kalabalıktı ama Ruslar araç gereç yönünden çok daha donanımlıydılar. Olduğu yerde bile erzak ihtiyacında zorlanan ordunun aç kalacağı aşikârdı. Kafkas Cephesine kışlık askeri kıyafet taşıyan gemi Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştı.
Enver Paşa için bunların önemi yoktu. Başarı askerin kalbindeki imanla kazanılabilirdi. Hasan İzzettin Paşa’nın sorumluluğunu üstüne aldı. Harekâtı doğru bulmayan komutanlar bir süre önce uzaklaştırılmıştı.
Harekât 22 Aralık’ta başladı. 9, 10 ve 11. Kolordular zemheri koşullarında hiç dinlendirilmeden yürütüldü. Ordunun gücü daha savaşmadan kırıldı. Kumandanların elinde savaş planı yapılacak doğru düzgün harita bile yoktu. Kurmaylar arasında iletişimsizlik had safhadaydı. Bu yüzden yanlış bir hamleyle askerin çok önemli bir bölümü donarak can verecekleri Allahuekber Dağları’na sürüldü. Askerler zorlukla yürüyordu. Binlerce askerimizi yitirmiş olmamızdan ders çıkartılmamıştı.
25 Aralık’ta Enver Paşa az bir kuvvetle Sarıkamış’a ulaştı. Gerçeklikten koptuğunu padişah kızı olan eşine yazdığı mektuptan anlıyoruz. “Sarıkamış önlerine çok az kayıpla geldik! Allah nasip ederse başarı kesin gözüküyor. Eğer başarılı olmazsam ben de en son askerimle birlikte öleceğim...” Nitekim o gün az bir kuvvetle Sarıkamış’a taarruz edildi. Ali İhsan Paşa’nın “Bu koşullarda taarruz olmaz,” ısrarıyla duruldu. Koşullar saldırıyı durdurunca değişmiyordu. O gece ormanlık alanda askerlerin çoğu donarak öldü.
Ruslar bu arada toparlandı, destek kuvvetler bölgeye geldi. Allahuekber Dağları’ndan gelen grup ise çoğu askeri ardında bırakarak Sarıkamış’a 27 Aralık’ta ancak gelebildi.
Ocak ayının ilk günü Ruslar yeni bir kuşatma harekâtı başlattı. Enver Paşa ise birleştirdiği kolorduları Hafız Hakkı Paşa’ya bırakarak cepheden ayrıldı.
Hakkı Paşa 4 Ocakta geri çekilme emri verdi. Ama artık çok geçti, kendisi dahi esirlikten son anda kurtuldu. Ama binlerce asker gibi kısa süre sonra tifüsten hayatını kaybetti. Enver Paşa ise İstanbul’da Sarıkamış’ta kazanılan zaferden bahsediyordu. Savaşın kazanıldığından emindi. Basına, büyük bir başarı kazanıldığı bildiriliyor, Sarıkamış-Kars demiryolunun tahrip edildiği, binlerce Rus askerinin esir alındığı söyleniyordu. Haber büyük sevinçle karşılandı.
Sarıkamış Harekâtı’nda ölen askerlerin sayısına dair otuz ila doksan bin arasında sayılar veriliyor. Gerçek sayı tartışmalı olsa da tartışılmayacak gerçek Anadolu’nun yoksul çocuklarının yanlış siyasi ve askeri tercihlerle ölüme gönderildiğidir. Yine on binlerce asker Rusların esiri olmuştur. Esir alınanların büyük kısmı ilk yıllarda ölmüş, az sayıda esir yıllar sonra evlerine dönebilmiştir.
“Bozuk para gibi harcanan” halk çocukları
Enver Paşa yaşananların baş sorumlusudur. Gazeteler ise olup bitenlerin tam tersini yazıyordu. Cephelerdeki hezimet, “zafer” yalanıyla Babıali’de sürüme sokuluyordu. Bu sansürü aşan bir durumdu ve Sarıkamış sonrası ifrata varıyordu.
Sarıkamış’ın bir facia olduğu ancak İttihatçılar ülkeden kaçtıktan sonra anlaşılmaya başlandı. 9. Kolordu Kurmay Başkanı Binbaşı Şerif Bey (İlden) esir düştüğü savaştan 1921 yılında dönebilmiş ve yazdığı hatıralarla meseleye dair ilk gerçek bilgileri vermiş, “Askeri, kumar parası gibi harcadılar” demiştir.
Bugün Sarıkamış’ı ya da onun gibi tarihsel acıları anmak, anlamaya çalışmak geleceğimiz açısından önemli. Baksanıza Üçüncü Dünya Savaşı’nı nasıl kolayca zikredebiliyorlar. Süren savaşlar ve kapıdaki savaşlar insanlığının başının belası. Filistin’de soykırım sürüyor. Suriye yeni bir iç savaşın kucağında. Önümüzdeki dönem namluların İran’a dönme ihtimali herkesin malumu.
Bu tablo karşısında ülkemizi yönetenlerin hal-i pür melali ortada. Fetihçilik, başkalarının topraklarında at koşturma hayali, “Yeni Osmanlıcılık” gibi fanteziler bugünümüzün ve geleceğimizin tehdit altında olduğunu göstermiyor mu?
Bu yüzden Sarıkamış’ta can veren memleket evlatlarını anarken, insanlarımızın iktidarlar tarafından bozuk para gibi harcanmadığı bir gelecek için mücadele etmemiz gerektiğini de idrak edebilmemiz gerekiyor.