Tanığa yüklenen sorumluluk

İrlanda Katolik kilisesi tarafından işletilen Magdalen çamaşırhaneleri meselesi dünyanın tam olarak yüzleşemediği konulardan biri olarak duruyor. Görüntüde bir ıslah ve sığınma evi işlevi olan ancak daha çok kadın bedenini denetlemeye ve emeğini sömürmeye yönelik bir kurum olarak işleyen bu çamaşırhanelerin sonuncusu 1996 yılında kapatılmış. “Fuhuş” yapma ihtimali olan kadınların, yalnız annelerin, kimsesiz ve yoksul kız çocuklarının kısacası toplumun dışına itilmişlerin adeta kapatıldığı bu yerlerde binlerce kadının çalışmaya zorlandığı biliniyor. Metinlerinde bu konuyu işleyen, Claire Keegan’ın “Böyle Küçük Şeyler” kitabının sonunda yer verdiği notlarda, bu kurumlarda dokuz bin çocuğun öldüğünden ve bu kurumlarla ilgili belgelerin hasıraltı edildiğinden bahsediliyor.

Katolik Kilisesi ve İrlanda devleti işbirliğiyle işletilen bu kurumlar için 2013 yılında İrlanda Cumhuriyeti Başbakanı Enda Kenny tarafından özür dilenmiş. Ancak tüm devlet suçlarında karşımıza çıkan özür ve bağışlamanın burada da günahı temizlemeye yetip yetmeyeceği ayrı bir tartışma konusu çünkü ölülerin sesi yok, onlar adına bağışlama da etik açıdan sorunlu bir yan içeriyor ve bu durum bağışlamayı- bağışlanma imkânını askıya alabiliyor. Sonuç olarak kalanları ve tanıkları ağır bir sorumluluğun altına sokuyor.

Asıl Meseleyi Anlatmak İçin

ekran-resmi-2022-10-28-16-39-50.pngClaire Keegan, Jaguar Kitap tarafından basılan, “Böyle Küçük Şeyler” kitabını Magdalen çamaşırhanelerden yola çıkarak kurgulamış, Umay Öze çevirisiyle basılan metin direkt olarak bu konuya odaklanmıyor ancak yazar okurun sezgilerini devreye sokarak meselesini anlatmayı başarıyor. Kitapta odun ve kömür satıcılığı yapan Bill Furlong ve ailesi üzerinden bir hikâye anlatılıyor. Okur öncelikle bu aileye, ilişkilerine yaşadıkları yerin insanlarına odaklı bir anlatıyla karşılaşıyor. Keegan’ın metninde dikkat çeken, bu ailenin hikâyesini dolaylı bir anlatma şekli olarak kullanması ve asıl derdini arka planda anlatmayı seçmesi.

Bana kalırsa bu anlatma biçimi olumlanacak bir yan taşıyor çünkü yazar böylece geçmişin zorlu meselelerini anlatıya taşımanın getirdiği etik sorumluluğu yerine getiriyor. Belleğin acı veren yaşanmışlıkları anlatıya taşınırken, olayı asıl yaşayan özneleri düşünmek, fikrimce bu tarz yüzleşme metni olarak değerlendirilebilecek anlatılar için dikkat edilmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yoksa yazı niyet o olmasa bile zaten incitilmiş olanın yazı nesnesi olarak araçsallaşmasına kurbanın daha da kurbanlaştırılmasına sebep olabiliyor.

Bu nedenle Keegan metninde, Magdalen çamaşırhanelerinde kadınların çektiği acılara, zaten acıtılmış bedeni tekrar acıtmaya değil daha çok yaşananların bilincinde olup hiçbir şey yokmuş gibi hayata devam edenlere odaklanıyor ve anlatısını tanıkların konumundan yola çıkarak inşa ediyor.

Huzurlu Aile Anlatısı

Metinde konu edilen ailenin babası Bill Furlong, babasının kim olduğunu bilmeden annesiyle birlikte onlara evini açan, Bayan Wilson’ın yanında yaşama başlıyor. Annesi on altı yaşında hamile kalınca kasabanın dışında yaşayan Bayan Wilson onu hizmetçi olarak yanında tutuyor ve Furlong böylece çocukluk günlerini büyük bir evde geçiriyor.

Sonrasında yaşamını odun ve kömür satarak kazanıyor, özellikle çok bağlı olduğu kızlarına iyi bir yaşam vermek onun en önemli amacı. Yokluktan gelen bir insan olan karakter için yaşamını devam ettirecek kazanca ve güce sahip olmak edindiği ayrıcalığı sürdürmek de başka bir amaç olarak yorumlanabilir.

Eşi Elieen için de benzer bir durumdan söz edilebilir. Bu iki insan için yaşamın anlamı kurdukları düzenin sürmesi ona küçük bir zarar verebilecek her şeyin önüne geçmek amiyane tabirle söylersek etliye sütlüye karışmadan, kimsenin dikkatini çekmeden elde ettikleri konumu sürdürmek ve herkesin terbiyesine, çalışkanlığına hayran olduğu kızlarının ve ailenin bu dışarıdan görüntüsünü korumak.

Keegan’ın bu ailenin başkasına kapalı, kendince huzurlu, dünyada ve bulundukları yerde yaşananların sızmadığı bir aile görüntüsü oluşturmasının bir amacı var bana kalırsa. Yazar buradan yola çıkarak kendi konfor alanına sıkışıp, yaşamın ve dünyanın diğer insanlarına gözünü kapamış bir temsil yaratmaya çabalıyor, aile anlatısı bu açıdan yazısının asıl meselesi için işlevsel bir anlam kazanıyor.

Huzur Kaçınca

Bu huzurlu aile görüntüsü, Furlong’un manastıra odun götürdüğü bir akşam bozuluyor. Furlong yaşadıkları yerde bulunan manastır hakkında bazı söylentiler duyuyor fakat inanmak istemiyor, sonuçta insanlar konuşur diye düşünüyor belki de kendini ikna etmeye çalışıyor. Manastırda yaşayanlar hakkında şöyle söylentiler dolaşıyor, “kirli çamaşırları yıkayarak günahlarından arınan ıslahevi kızları, hafifmeşrep kızlar, evlilik dışı doğumlarından sonra buraya sığınan çocukları zenginlere evlatlık verilen kızlar…”

Sonuçta Furlong için önemli olan işini yapmak, odunu teslim edip sıcak yuvasına dönmek. Ancak o akşam manastırda rastladığı kızlar onun için bir uyanış oluyor, orada gördüğü kızların durumu metinde şöyle anlatılıyor: “Hiçbirinin ayağında ayakkabı yoktu, siyah çorapları ve gri renkli, çirkin tek tip elbiseleriyle dolanıp duruyorlardı. Bir kızın gözünde feci bir arpacık çıkmıştı, bir diğerinin saçları sanki bir kör tarafından kırkma makasıyla kırkılmış gibiydi…”

İşini bitirip oradan ayrılsa da Furlong için yaşam artık sandığı gibi aynı olmuyor çünkü bu durum onun çocukluk hikâyesiyle de kesişiyor. Bayan Wilson annesini evine almasa belki o da ya ölecek ya da evlatlık verilecek. Tanık oldukları onun için bir sorgulama vesilesi olurken, gördüklerini anlattığı eşi Elieen için bu kurcalanmaması gereken bir konu olarak kalıyor. Sonuçta onlar şanslılar, herkes meteliğe kurşun atarken kızlarıyla çok zengin olmasalar da orta sınıf bir yaşam sürdürüyorlar ve bunun korunması gerekiyor. Bu konumu koruma arzusu dışarıda ne yaşanırsa yaşansın üç maymunu oynamayı, yokmuş gibi davranmayı, evin kalın duvarlarını dışarıdan gelebilecek her şeye karşı daha da sıkılaştırmayı beraberinde getiriyor ki metnin anlatısında bu durum okura epey hissettiriliyor.

Bakışın Yönü Değişince

Keegan’ın anlatısında bir evin içinden dışarı bakmakla dışarıdan içeriye bakmak anlatının bir parçası olarak iş görüyor. Furlong bir sabah uyanıp pencereden dışarıyı izliyor, onun güvenlikli bir mekândan buz gibi sokağa, orada hayatta kalmaya çalışan hayvanlara yönelen bakışından şöyle bahsediliyor: “Furlong uyanıp perdeyi açtığında, gök belli belirsiz seçilen tek tük yıldızla tuhaf ve kapalı görünüyordu. Sokakta bir köpek buz tutan kaldırım boyunca burnuyla tangır tungur itip kaktığı konserve kutusundan bir şeyler yalıyordu…”

Bir iç mekândan dışarıya bakmak, orada sürüp giden yaşam mücadelesine tanık olmak ister istemez içinde bulunduğun sıcak mekâna şükretmene sebep olur ki Furlong için de böyle olduğu düşünülebilir. Ancak Keegan manastırda yaşananları bu huzur alanına sızdırmayı başaran, o dışarıya kapalı iç mekân duygusunu aşındıran bir anlatı yaratmayı amaçlıyor bana kalırsa.

Furlong Noel için hazırlanan kasabada, tatil boyunca havanın soğuk olacağı düşünüldüğü için yoğun bir iş dönemi yaşıyor. Devamlı odun ve kömür teslim ediyor evlere. Bir sabah yolu tekrar manastıra düştüğünde bu sefer, soğuk ve karlı havada kömürlüğe kapatılmış bir kızla karşılaşıyor, kız ondan çocuğunu rahibeye sormasını istiyor. Onu rahibeye götürdüğünde ve olayın üstüne gittiğinde anlatılanların gerçekliğini de bulmuş oluyor. Ancak o gün için, kendisine söylenen arkadaşlarıyla oynarken kömürlüğe kapatılmış yalanıyla yetinip oradan ayrılıyor.

Sonrasında, Furlong için ara ara kendi geçmişine dalıp, melankoliye kapıldığında sorduğu “her şey aynı mı kalacak” sorusunun cevabı artık belli, bir şeyler değişiyor. Çevresindekiler ona bu konuyu kurcalamamasını salık verse de o kayıtsız kalamıyor. Ailesinin Noel ayinine gitmek için kendisini beklediği bir akşam o bir türlü eve gidemiyor, bu sefer evlere dışarıdan bakıyor, pencerelerden içlerine sızıyor, soğuk bir havada dışarıda olmanın anlamı ve kendisinden yardım bekleyen birilerinin olduğu hissi onu esir alıyor.

Keegan bakışı tersine çeviriyor, konfor alanlarını dağıtıyor çünkü dışarıda birileri huzursuz, mutsuz ve acı çekiyorsa gözlerini kapaman içine huzuru getirmeye yetmiyor. Furlong başına iş açacağını bile bile manastırın kömürlüğünden kızı alıyor, korkuyor ama bir yandan kendisini sorguluyor: “Bir başkasına yardım etmedikten sonra yaşamanın bir mânâsı var mı diye düşündü Furlong. Yıllar, on yıllar boyunca, hatta bütün bir ömrü bir kez olsun o yerde olup bitenlere karşı çıkma cesaretini gösteremeden yaşayıp sonra da Hristiyan olduğunu iddia etmesi, aynada yüzüne bakabilmesi mümkün müydü insanın?”

Claire Keegan, “Böyle Küçük Şeyler”de tanık konumunu anlatıya taşıyor. Tanıklık sorumluluk gerektirir çünkü dışarıda birileri üşüyorsa, acı çekiyorsa, işkence görüyorsa senin ateşin yansa da tam olarak ısınamazsın, neşeli olsan da acı duvarlarından sızar, bedeninde yara olmaması başkasında yara açıldığını unutturmaz ve tam bir huzura erişemezsin. Keegan da metnin de buna dikkat çekiyor ve kendi ülkesinin toplumsal tarihinden bir ânı alıp tüm insanlığa sözünü iletmeye çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR