Temsilde belediye meclislerinin önemi

2 hafta önce “12 Eylül’ün tasfiyesi” başlıklı yazımda uzun uzun demokrasiyi anlatmaya çalışmıştım. Zordur demokrasiyi anlatmak da anlamak da. Anlasanız bile gereğini yerine getirmekte zorlanırsınız. Kolay değildir. Demokrasi, özgürlükler sizi rahatsız etse bile içinize sindirebilmeniz gereken rejimin adıdır. Burada hep hoşunuza giden işler olmaz. Pek çok kez de hoşunuza gitmeyen işler olur. Ve siz bunu hoşgörüyle karşılamak zorundasınızdır. Bu, aynı zamanda yetiştiğiniz, kimliğinizin, kişiliğinizin oluştuğu çevre ve kültür ile de ilgilidir.

Demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan partiler, en çok başarılı oldukları, güçlü oldukları zamanlar eleştirilmelidir. AKP’yi güçlü olduğu zamanlarda eleştirmeyenlerin şimdi eleştirmek için sıraya girmelerinin hiçbir anlamı olmadığını görüyorsunuz. Bu mutlak kural gibidir siyasette. Tarihsel olarak baktığınızda da, kayıt altına alınarak bugünlere taşınanlar hep eleştirenlerdir, eleştirilenler değil. Basının da en önemli görevi eleştiridir, bunun nedenini “eleştirmeyen basın suçludur” yazımda anlatmıştım.

Yerel yönetimlerin en önemli katılımla karar alma sistemi belediye meclisleridir. Belediyelerin bu en üst düzey karar organları, son dönemde, AKP ile ziyadesiyle gördüğümüz gibi vatandaşın derdini çözmek yerine, başkan eğer muhalefetten ise onun üzerine baskı kurmak için kullanılmıştır. Mesela İstanbul’daki taksi sorunu veya toplu ulaşım projeleri ve bunun için kredi kullanılması konusu. Bu örneklerin sayısını pek çok yerel sorunla birlikte hemen hemen her il ve ilçede arttırabilirsiniz.

Buradaki meseleye sayısal çoğunluktan bakmak en az bugüne kadar işleyen sistem kadar sıkıntılıdır. Belediye meclis çoğunluğuna, hatta meclis üyeliklerinin tamamına sahip oldukları için CHP’liler haklı olarak bunu büyük başarı olarak sundular. Bu politik olarak başarıdır ama demokratik olarak sakattır. Mesele o çoğunluğa sahip olanların daha önce sürekli yanlış yapmalarıydı, çoğunluğun ellerinde olmaları değil. Ellerindeki çoğunluğu politik fayda için kullanmalarıydı. Vatandaşın ihtiyaçlarını bile bu politik faydanın arkasına koyabilmeleriydi. Başarı, bunun yerini almak olmamalıdır. Hatta kararların tamamı kamu yararına olmalıdır ve bu nedenle oy birliğiyle alınmalıdır. Meclis üyesinin de bundan başka kaygısı bulunmamalıdır.

Seçimlerde ülke barajına karşı çıkılırken en temel yaklaşım seçmenlerin büyük bölümünün TBMM’de temsil ediliyor olmamasıydı. Bugünün ittifak modelleriyle oluşan TBMM’deki temsil oranının yüksekliği sizi yanıltmasın. 2002 seçimlerinde 2 parti seçim barajını aşarak TBMM’ye girmişti. Ve seçmeni temsil etme oranları da sadece yüzde 53 idi. Yani hemen hemen her 2 seçmenden birisinin temsil edilemediği bir parlamento vardı o dönemde. O dönemin kendine özgü denetim mekanizmalarının varlığı, demokratik olmasa da bu temsil sıkıntısını bir biçimde tolere etmişti. Mutlak AB üyelik süreci o dönemin iktidarının hem parlamento içi hem de parlamento dışı en geniş destek aldığı alandı. 2002 seçimlerinde DYP yüzde 9,4 ile seçim barajının altında kaldı. Barajı geçen bu 2 parti, 4 milyonu DYP’nin, toplamda 20 milyona yakın oyun çöpe gitmesini demokratik açıdan dert etmediler. Bunlardan birisi AKP, diğeri de bir seçim öncesinde baraj altı kalan CHP idi.

Mahalli İdareler ile Mahalle muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkındaki Kanun 1984 yılında çıktı. Kanun numarası 2972. İçindeki pek çok şey değişti ama adı aynı kaldı. Bu kanuna göre, belediye meclis üyeleri nispi temsile göre seçiliyorlar ve yüzde 10 barajı mevcut. Yani bütün partilerin aldıkları oyun yüzde 10’u ile birlikte, aldıkları oy yüzde 10’un altında kalan tüm partilerin oyu çöpe gidiyor. Örneğin 30 bin seçmen bulunan bir seçim bölgesinde eğer oy verdiğiniz partinin oyu 2999’da kaldı ise o oyların tamamı çöpe gidiyor. 3001 oy alan tek parti ise üyeliklerin tamamı da o partiye geçiyor. Teorik olarak abartılı bir örnek verdim. Benzer örnekler farklı oranlarda, son yerel seçim sonuçlarına göre mevcut.

(Bu seçim baraj meselesi, 12 Eylül darbesiyle siyasal hayatımıza girdi ve siyasetçiler hoşlandığı için onların keyfine göre devam etti ve oran yine onlar için sıkıntı yaratınca düşürüldü. Barajı savunmak için o dönem söylenen “temsilde adalet, yönetimde istikrar” da hiçbir zaman gerçekleşmedi)

Son yerel seçimlerdeki CHP’nin kalesi olan yerlerden örnek alalım. CHP Kadıköy’de, belediye meclis üyeliklerinde yüzde 70 oy almış. AKP’nin oyu ise yüzde 13. Bu orana göre 37 belediye meclis üyesinin 36’sı CHP’ye sadece biri AKP’ye gelmiş. AKP’li seçmen tek üye için 11 bin oy verirken CHP’li seçmen tek üye için yaklaşık 2 bin oy vermiş. Kadıköy’de yüzde 30’luk seçmen kitlesini tek üye temsil ediyor.

Bir başka örnek de Beşiktaş’ta. Burada bir parantez açmamız gerekiyor. 14 ve 28 Mayıs’ta seçimi kazandıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan, partisinin MYK’sını topladı ve saatlerce seçim sonuçlarını değerlendirdi. En uzun süreyi yıllar sonra Rize’de kaybedilen bir milletvekilliği oluşturdu. CHP’nin de zafer havasından hemen çıkarak oyunun düştüğü yerlerde yapılan hataları kayıt altına almasında sonsuz yarar var. Beşiktaş’ta Ekrem İmamoğlu yüzde 82 oy almış. CHP’nin aldığı oy yüzde 73. CHP’nin adayının oyu ise yüzde 64. Partisine oy veren ama partisinin ilçe belediye başkanına oy vermeyen seçmen burada bir şey anlatmış demektir. Tartışmalı her adayın bulunduğu seçim bölgesinde durum aynıdır.

Belediye meclisi üyelikleriyle devam edelim. Beşiktaş’ta CHP yüzde 73 oy ile belediye meclis üyeliklerinin tamamına 31’ine birden sahip olmuş. MHP’nin burada oyu yüzde 11. Beşiktaş’ta yerel yönetimlerdeki karar alma sürecine seçmenin yüzde 27’si katılamayacak ve orada temsil edilemeyecek.

Nerede olursa olsun, seçim sistemlerinde adaletsizlik varsa ona itiraz etmek ve hatta adil hale gelmesi için mücadele etmek gerekir. Çok zor kurulan demokrasiler ancak geniş katılımlar ile muhafaza edilebilir. Geniş katılım ile alınan kararlarda da hata yapma oranı çok azalır. Ben eleştiri görevimi hem de somut bir mesele üzerinden yazarak yaptım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR