ÖZGE MUMCU AYBARS

ÖZGE MUMCU AYBARS

Türkiye-Suriye Güvenlik İş Birliği: Zorunlu yakınlaşmanın kırılgan zemini

24 Mayıs 2025'te İstanbul'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye'nin geçiş dönemi lideri Ahmed Şara arasında gerçekleşen görüşme, iki ülke arasındaki güvenlik diyaloğunun derinleştiğini ve de yeni bir evreye taşındığını ortaya koydu. Görüşmenin satır aralarında, Türkiye'nin sınır güvenliği, YPG'nin yeni konumu, yeni kurulmakta olan Suriye ordusunun niteliği ve bölgesel güç dengeleri gibi başlıkların belirleyici olduğu düşünebilir. Ancak bu yakınlaşma, bölgesel stratejik zorunlulukların şekillendirdiği kırılgan bir zeminde ilerliyor. Yazının sonunda değineceğim.

Birleşik ordu, parçalı ittifak

Görüşmenin merkezinde yer alan başlıklardan biri, YPG'nin Suriye ordusuna entegrasyonu ve bu sürecin Türkiye açısından nasıl anlamlandırıldığı oldu. Ankara'nın "terör örgütü" olarak nitelediği YPG, SDG aracılığıyla Suriye'nin kuzeydoğusundaki fiili yönetimde başat bir rol oynarken; Şam yönetimi ile mart ayında imzalanan protokol çerçevesinde bu gücün merkezi orduya dahil edilmesi hedefleniyor. Türkiye ise bu sürecin yalnızca kâğıt üzerinde değil, uygulamada da "kontrol edilebilir" bir takvime bağlanmasını talep ediyor.

Ankara'nın Suriye ile yürüttüğü temaslarda öne çıkan bir diğer unsur, yeni kurulmakta olan Suriye ordusunun eğitimi ve donatılması konusunda Türkiye'nin üstlenmek istediği rol. Bu, yalnızca askeri bir destek değil, aynı zamanda Şam'ın kuzeydoğudaki yapılar üzerinde merkezi otoritesini pekiştirmesi için doğrudan bir kapasite inşası anlamına geliyor.

Bu bağlamda, Suriye Savunma Bakanı Tümgeneral Marhaf Ebu Kasra'nın Sana Haber Ajansı'ndaki açıklamaları dikkat çekici. "Hiç kimsenin Savunma Bakanlığı yetkisi dışında kalmasına izin vermeyeceğiz" ifadesiyle Ebu Kasra, yalnızca ordu içi disiplini değil, merkezi otoriteyi yeniden kurma çabasını da vurguluyor. 130'a yakın silahlı fraksiyonun Savunma Bakanlığı'na entegre edildiğini belirten Ebu Kasra, halkla ordu arasındaki güven bağının yeniden tesis edilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Türkiye'nin sadece güvenlikçi bir yaklaşım sergilemediği de görülüyor. Yeni kurulmakta olan Suriye ordusunun eğitimi ve donanımı konusunda aktif rol alma isteği, Türkiye'nin bu sürece sadece sınır güvenliği açısından değil, doğrudan bir kapasite inşası ve siyasi etki alanı yaratma çabasıyla yaklaştığını gösteriyor.

Ekonomik normalleşme

Güvenlik alanındaki yeniden yapılanma, Suriye'nin uluslararası meşruiyetini ekonomik cephede de tahkim etme çabalarıyla paralel ilerliyor. Suriye Merkez Bankası Başkanı Abdülkadir El Hüsriye'ye göre, ABD ve AB yaptırımlarının kaldırılması "Suriye'nin kurtuluşundan sonraki en önemli gelişme" olarak değerlendiriliyor. El Hüsriye, küresel finans sistemine doğrudan erişimin yeniden sağlandığını, bankacılığın canlandırıldığını ve fonların serbest bırakıldığını belirtiyor.

Şam yönetiminin ayrıca, bütçe finansmanı için sukuk ihracı gibi piyasaya dayalı araçları devreye almayı planladığı haberlerde yer alıyor.

Uluslararası finansal denklemin yeniden kurulması

Bu ekonomik açılımın bir sonraki halkası, IMF heyetinin Suriye ziyaretiyle şekillenecek. IMF Ortadoğu ve Orta Asya Direktörü Cihad Azur'un açıklamasına göre, bu hafta içinde bir IMF heyeti Suriye'ye giderek mali yapıyı yerinde inceleyecek. Teknik destek, danışmanlık ve kurumsal yeniden yapılanmaya odaklanacak bu ziyaret, Suriye'nin küresel finans sistemine yeniden entegrasyonunun kurumsal temelini oluşturma potansiyelini de taşıyor.

Bu askeri tabloya paralel yürüyen bir başka süreç ise ekonomik alanda yaşanıyor. Şam yönetimi uluslararası alanda meşruiyet kazanma yolunda önemli adımlar atıyor. Suriye Merkez Bankası Başkanı'nın ifadesiyle, ABD ve AB yaptırımlarının kaldırılması, "ülkenin kurtuluşundan sonraki en büyük gelişme" olarak görülüyor.

ABD Hazine Bakanlığı'nın yayımladığı 25 No'lu Genel Lisans ve Dışişleri'nin Sezar Yasası'nı altı ay süreyle askıya alması, bu sürecin dönüm noktalarından biri oldu. Suriye Maliye Bakanı Berniye'nin sözleri dikkat çekici: Bu gelişmelerin, sadece bankacılığı değil, Amerikan yatırımlarının dönüşünü, modern teknolojilere erişimi ve altyapının yeniden inşasını mümkün kılacağına inanıyor. "Yaptırımların kaldırılması, Suriye diplomasisinin başarısıdır" diyor.

Elbette yalnızca hükümet yetkilileri değil, ABD Kongresi'nden sesler de bu yönde. Cumhuriyetçi Temsilci Joe Wilson, Biden yönetimini değil, Trump'ı ve bakanlıkları övüyor bu karar nedeniyle. "ABD altyapısı Suriye'nin yeniden inşasına katkı sunmalı" diyor.

Kırılgan zemin konusu

Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, Suriye içindeki dinamikler devlet kapasitesinin hâlâ ne denli zayıf olduğunu ortaya koyuyor. 2025 Mart Batı Suriye çatışmaları, Esad yanlısı milislerin kendi içlerinde giriştikleri silahlı isyanla yeni bir kırılmayı işaret etti. Lazkiye yakınlarında Ceble kasabasında başlayan ve hükümet binalarını, sağlık merkezlerini, hatta Kardaha çevresini hedef alan saldırılar; rejim içi çözülmenin fiziksel yansımasıydı.

Bu saldırılar, Esad'a sadık ama farklı komutanlara bağlı milis yapılar (Suhayl el-Hasan, Giyath Dalla ve Mikdad Fatiha) tarafından gerçekleştirildi. Geçici hükümetin güvenlik yetkilileri, saldırıların koordineli olduğunu kabul etti. Yaklaşık 400 güvenlik görevlisi ve çok sayıda sivilin yaşamını yitirdiği çatışmalarda, Lazkiye ve Tartus'a takviye birlikler gönderildi, sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Ancak Savaş Araştırmaları Enstitüsü (ISW)'ne göre, bu çatışmalar sadece anlık bir isyan değil; daha derin bir çözülmenin belirtisi. Tartus ve Hama'da isyancı hücrelerin hâlâ aktif olduğu, hükümetin bu fraksiyonları kalıcı biçimde bastıramadığı, bazı bölgelerin yalnızca geçici olarak geri alındığı bildiriliyor.

Araştırmacı Aron Lund ise, Şara yönetiminin bu gelişmelere müdahale kapasitesinin düşük olduğunu, bazı güvenlik aygıtlarının yönetimden bağımsız hareket ettiğini ve hatta bu yapıların içinde Alevi karşıtı eğilimlerin dahi bulunduğunu belirtiyor. Rejime sadık görünen grupların dahi merkezden kopması, Şam'ın yeniden kurmaya çalıştığı devlet modelinin ne kadar gevşek ve parçalı olduğunu ortaya koyuyor.

Sonuç: Suriye'de egemenliğin sınırları ve Türkiye'nin rolü

Tüm bu başlıklar, Suriye'de yeniden yapılandırılmaya çalışılan "devlet"in hem içerde parçalı hem dışarda kuşatılmış olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin bu sürece dâhil olma biçimi ise hem güvenlikçi hem siyasi: Bir yandan SDG'yi etkisizleştirme ve sınır hattını kontrol altında tutma hedefi, öte yandan Şam'la kurulan askeri ve istihbari temaslarla yeni statükoyu biçimlendirme arzusu.

Ancak ortada bir çelişki de var: Ankara, bir yandan Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yaparken, diğer yandan sahadaki fiili denklemlere göre pozisyon alıyor. Bu çelişki, sadece Türkiye'nin değil, Şam'ın ve uluslararası toplumun da içinden çıkamadığı soruyu yeniden gündeme getiriyor: Suriye tam anlamıyla gerçekten birleşiyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZGE MUMCU AYBARS Arşivi