CENGİZ ERDİNÇ
Uyuşturucuda son tablo
“Son birkaç yıl öncesinde Türkiye’de metamfetamin yakalanması görülmezken yakın dönemde yakalamalarda hızlı bir artış olmuştur. İran üzerinden Türkiye’ye getirilen metamfetamin Uzakdoğu ülkelerine kuryeler vasıtasıyla kaçırılmaya çalışılmaktadır. İranlıların kontrolündeki bu örgütler yine büyük çoğunluğu İranlı olmak üzere hedef ülke vatandaşlarını da kurye olarak kullanmaktadırlar. Beş ilin perakende düzeyinde fiyat raporlanması Türkiye’nin sadece kaçakçılık rotası olarak değil aynı zamanda hedef bir ülke olarak seçildiğini de göstermektedir.”
On yıl önce polis tarafından dile getirilen bu kehanet geçen hafta Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nca yayımlanan 2022 Türkiye Raporu’nda gösterilen artan kaçakçılık ve bağımlılık olgularıyla bir kez daha doğrulandı.
Aslında daha öncesi de vardı. 20 Ocak 2008 günü pek çok ülkede aynı anda gösterime giren Breaking Bed dizisi kansere yakalandığını öğrenen kimya öğretmeni Walter White’ın haylaz ve yetenekli öğrencisi Jesse Pinkman ile metamfetamin üretimiyle uyuşturucu piyasasına girişini anlatıyordu. Dizi beş sezon boyunca izlenme rekorları kırarken metamfetamin çılgınlığı da ABD’de bir kez daha hortladı, bütün dünyaya yayıldı. Uyuşturucu sorununu konu edinen diziye ilgi, aynı zamanda bu maddeye talebin de bu yolla etkilenmiş olduğunu düşündürüyor.
Türkiye’de ilk büyük parti metamfetamin 2009 yılında 103 kiloluk bir parti polis kayıtlarına geçti. Bir yıl sonra 2010 yılında narkotik maddeler nedeniyle gerçekleşen 126 ölüm vakasından altısı metamfetamin kaynaklıydı. Başlangıçta olaylar metamfetamin kaynağı olarak İran’ı, İran’a komşu illeri ve İranlı kaçakçıları gösterdi.
Fakat asıl patlama hem ABD-İran yakınlaşmasının yaşandığı hem de Suriye’deki iç savaşın alevlendiği 2015 yılında yaşandı.
Kayıtlara geçen metamfetamin olayları beşe, yakalanan miktar ikiye katlandı. ABD-İran yakınlaşmasının bir sonucu olarak İran’daki laboratuvarların yok edildiği, metamfetamin üretiminin Afganistan’a ve Türkiye’ye kaydığı, Suriye savaşında IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerde Captagon’la birlikte metamfetamin ürettiği biliniyordu. 2020 yılında İtalya’da yakalanan 16 tonluk Captagon partisi IŞİD’e aitti ve bir dünya rekoru oldu.
Bütün bu koşullar altında on iki yıl önce başlayan epidemide rakamlar geometrik hızla arttı. Geçen yıl gerçekleşen 270 ölümden 125’inde metamfetamin vardı. Bağımlılık tedavisi için Türkiye’deki 136 kuruma başvuran 270 bin kişinin dörtte biri de metamfetamin kullanıcısıydı.
PEKİ UYUŞTURUCUDA DURUM TAM OLARAK NE?
2022 Türkiye Uyuşturucu Raporu bu çetrefilli alanda resmi kaynaklara dayanan verilerinin ayrıntılarında çok şey söylüyor.
Geçen yılın rakamlarıyla söyleyecek olursak bir yıl boyunca 215 bin uyuşturucu vakası ve bu vakalarda 294 bin şüpheli kayıtlara geçti. Bu şüphelilerin dörtte biri imalat ve ticaret, dörttü üçü kullanım nedeniyle yakalandı.
Bu kaba rakamlar aslında daha uzun bir tarih aralığıyla bakıldığında uyuşturucu sorununun nüfus artışından çok daha yüksek bir hızda topluma yayıldığını gösteriyor. Örneğin yirmi yıl geriye gidersek 2002 yılında, 100 bin nüfusta 9 kişinin uyuşturucu vakalarına karıştığı görülüyor. 2021 yılında ise oran 100 binde 347’ye yükseldi. Yani satıcı ya da kullanıcı olarak uyuşturucuyla bulaşanların oranı 20 yılda yaklaşık 40 kat arttı.
Bağımlılık rakamlarında durum farklı değil. 2021 yılında bağımlılık tedavisi için başvuranların nüfusa oranı 100 bin kişide 308. On beş yıl önce, 2007 yılında bu oran 100 binde 57’ydi.
Rakamlar transit ticaretin bir süre sonra yurt içinde bir piyasa yarattığını ve uyuşturucunun topluma nüfuz ettiğini ortaya koyuyor. Eroin, metamfetamin, ecstasy gibi uyuşturucularda hem her olaya düşen uyuşturucu miktarı hem de sadece imal ve ticaret vakalarındaki uyuşturucu miktarları giderek düşüyor. Örneğin 2000 yılında olay başına 2,9 kilo eroin yakalanırken, geçen yıl bu rakam 1,5 kiloya kadar geriledi. Fakat kokain ticaretinde farklı bir görünüm var. 2002 yılında olay başına 160 gram kokain yakalanırken, geçen yıl 950 grama yükseldi. Sadece kaçakçılık olaylarında rakam olay başına 2,8 kiloya ulaşıyor.
Bağımlılık rakamlarından yola çıkarak bir iç piyasadan söz etmek mümkün. Örneğin 2021 yılında ağırlıkla eroin tedavisi için kurumlara başvuran 140 bin kişiden yola çıkarak Türkiye’de bu civarda bir bağımlı nüfus olduğunu varsaydığımızda, yılda 77 gramlık “ihtiyaç” üzerinden 10,7 ton sokak eroinine ihtiyaç olduğunu söylemek mümkün. Bu iç piyasanın yılda en az 3 ton civarı saf eroin talebi olduğunu gösteriyor. Buna esrar, metamfetamin, ecstasy, kokain ve benzerleri eklendiğinde iç pazar küçümsenemez rakamlara ulaşıyor.
Uyuşturucuyla aktif olarak mücadele eden kamu kurumlarının 2021 yılı için 2,3 milyar lira olarak hesaplanan bütçesi karşısında iyimser rakamlarla 400-500 milyon dolarlık bir narkotik pazar söz konusu. Sadece geçen yıl yakalanan 2 ton kokainin toptan fiyatlarla 100 milyon, sokak fiyatıyla 200 milyon dolardan daha fazla ettiğini hatırlatalım. Bazı tahminlerde birkaç milyar dolara ulaşan bu piyasa organize suç nehrini besleyen ana kanallardan birini oluşturuyor.
Tam da bu nedenle narkotik kaçakçılıkla polisiye yöntemlerle değil, mali yöntemlerle, “paranın peşinden giderek” mücadele edilmesi gerekiyor. Büyük narkotik operasyonlarına eşlik eden lüks araç görüntüleri, Dolar ve Euro balyaları, villa ve rezidanslar, kripto para hesapları ve sahip olunan şirketler bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
Fakat iş gelip “suç gelirlerinin aklanmasına” dayandığında en büyük sorunu yasalar oluşturuyor: Hukuk sistemimizde devlet memurlarının mal bildirimindeki fazlalıkları açıklamak yani “ispat yükümlülüğü” devlet memuruna ait ama söz konusu suç geliri olduğunda bu “tersine ispat” mekanizması yerini gelirin ya da servetin suçtan edinildiğini kanıtlamayı savcılıklara bırakıyor. Bunun dışında Türk Ceza Yasası’nın 282’nci maddesinde öngörülen altı aydan fazla hapis cezası gerektiren suçlardan kaynaklanan geliri çeşitli işlemlere tabii tutarak aklama işi de gelip “suçu bilip bilmeme” meselesine dayanıyor. Sanığın bunu “bildiğini” ispat etmek yine devletin görevi ve çoğu zaman bu ispat edilemediği için “bilmiyordum” diyen sanığa ceza vermek mümkün olmuyor.
Bu koşullarda polisiye yöntemlerle ancak izi sürülebilecek kaçakçılık ve onun yarattığı ve artık bir epidemiye dönüşmüş bağımlılık büyüyen bir tehdit olarak varlığını sürdürüyor.
Bu “zehir tacirleri”, “baronlar” ve “onlara göz açtırmayan polisler” gibi klişelerle geçiştirilemeyecek bir tehdit. Bu iç karartıcı tablonun pek çok sebebi var çünkü uyuşturucu toplumsal şartların ve devinimlerin, ekonominin, politikanın birleştiği bir alan.
Eğitim sisteminde başlayan, yetişkinlikte hatta ileri yaşlarda süren umutsuzluk, bütün kanallardan pompalanan tüketim karşısında edinilen yoksulluk ve çaresizlik duygusu, orta sınıfı daha aşağı doğru iten ve eriten ekonomi politikaları, iş, gelecek kaygıları, aile içindeki çatışmalar…
Bunun gibi pek çok toplumsal faktörün yarattığı bağımlılık aslında bir neden değil sonuç.
Sayıları giderek artan ama buna rağmen görmezden gelinen bağımlılar da bu zincirin son ve en günahsız halkasını oluşturuyor.