'Yaşamak bu yangın yerinde'

“Ateş düştüğü yeri yakar” denir. Acı kime uğradıysa, hangi haneye girdiyse orası yanar kavrulur, geri kalanlar üzülse de çabuk unutur manasındadır. Bizim memleket yangın yeri olur pek çok zaman. Bitmez bir yastır başlayan aslında, toplumsal hafızamız unutkanlıkla sakatlanmış olsa da. 2 Temmuz böyle bir gün değil midir? Acısı hiç dinmemiş, maşaları tutan ellerin ortaya çıkartılmamış olduğu bir katliam. Suçluları teker teker affedilmiş, zaman aşımına uğramayacak bir insanlık suçu.

Kendisi gibi olmayana düşman kesilen, katletmeye meyilli katil sürüleri kendiliğinden ortaya çıkmadı. Derin ve tarihsel kökleri mevcuttu bu topraklarda. Yeşil kuşak mucidi emperyalistler, işbirlikçileri ve memleketin iliğini kemiğini sömüren sermaye sınıfı tarafından, halka karşı savaş için beslenip büyütüldüler. Maraş’ta, Çorum’da, siyasi cinayetlerde görev başındaydılar. 12 Eylül’le cuntacılar şiddeti tekellerine alıyordu. 1993’te o eller maşaları yine ellerine aldılar, insanlarımızı katlettiler.

Unutmamalı: Ülkemizde yaşanan hiçbir saldırı, katliam, provokasyon kendiliğinden harekete geçen kimseler tarafından yapılmaz. Bunun istisnası yoktur. 1 Temmuz gecesi LeMan Dergisi binası önünde toplanan güruhu da böyle bir gerçeğin izinden takip edebiliriz.

Karikatürün çizeri ve derginin üç çalışanını tutuklandılar. Devletin en yüksek kademelerini işgal edenler tarafından hedef gösterilmişlerdi. İşkenceyle gözaltına alınma görüntülerini gururla paylaştılar. Temmuz’un ilk gününün akşamında eylem yapmanın zinhar yasak olduğu İstiklal Caddesi’nde toplanan kalabalık, yakmaya, öldürmeye niyetli olduğunu beyan edebiliyordu. Şu sözleri sarf eden şahsa dönük bırakın gözaltı işlemi yapılmasını soruşturma bile açılmadı henüz: “Burası Müslüman Anadolu toprağı. Herkes şunu unutmasın: Ya biz gideceğiz, ya onlar gidecek. Ya onlar ölecekler, ya biz öleceğiz. Allah Resulü bizim canımızdan değerli. Biz o nurla can vermeye de can almaya da hazırız!”

Temmuzun ikinci gününü acıyla ananlar için çok tanıdıktı bu sözler.

Ormanlarımız yanarken…

Yangın yeri dedik ya; kelimenin gerçek manasıyla yangın yeri ülkemiz. Bilecik’te büyük bir orman yangını yaşanmıştı geçen hafta. Sonra her yanımızı sardı alevler; Antakya, Akhisar, Kula, Ahmetli, Seferihisar, Çeşme, Foça, Menderes…

Gazeteci Murat Ağırel, Tarım ve Orman Bakanlığı’na sormuş; 2025 yılında 2098 orman yangını çıkmış. Söndürmek için 27 uçak, 105 helikopter varmış. 14’ü Orman Genel Müdürlüğü’nünmüş, 13’ü kiralıkmış. Türk Hava Kurumu’nun elinde 8 uçak varmış ve 4’ü kullanılamaz haldeymiş.

Yine gazeteci İsmail Arı, “Türk Hava Kurumu’nun toplam 15 ton su taşıyabilen üç söndürme uçağı kullanılmıyor. Çünkü kayyumlar uçakları satışa çıkardı” diye yazdı.

Yalnızca bu yıl yanan 90 bin hektarlık ormanımızın, hayatını kaybeden 19 insanımızın, yüzbinlerce canımızın hesabını kimden soralım?

İzmir için haykırıyor binlerce insan. Bir seferberlik hali var, elinden geleni yapıyor insanlar, yetmiyor. Devlet gücü gerekli. Uçak, helikopter lazım. Binlerce TOMA yangınlarda bir işe yaramıyor!

Bir hafta içinde 342 yangının çıktığı yazılıyor. Son yıllarda yangınlar belirgin bir şekilde artarken önlemleri artırmamak, bu konuda seferberlik haline girmemek açıklaması olamaz.

Bununla birlikte yangınların katlanarak artması tesadüf mü? Büyük orman yangınlarının pek çoğu enerji nakil hatlarından kaynaklanıyor. Muhalefet değil, İzmir Valisi Süleyman Elban, yangınların elektrik hatlarından kaynaklandığını açıkladı. Şirket elbette yalanladı, “hatamız yok” dedi.

Dönüp dolaşıp aynı yere varıyoruz. Sermaye, rant, kar hırsı, özelleştirme… Ülkemizin dört bir tarafını örümcek gibi saran elektrik dağıtım şirketleri fahiş faturalarla halktan para topluyor. Karlarından kısmak istemiyor, enerji nakil hatlarına bakım yapmıyorlar.

Yaşananlar gösteriyor ki, enerji alanında kamulaştırma şarttır. Bu alanda özel sektörün varlığı ormanlarımız, canlılarımız, insanlarımız ve kentlerimiz, ülkemiz için tehdittir.

Yaşamak görevdir yangın yerinde*

Yangın geri… Mecazen de ülkemiz yangın yeri. Ev kiralarının, faturaların zor ödendiği, aşımızdan ekmeğimizden kısmak zorunda kaldığımız, geleceğimize dair tasarruf edemediğimiz zamanlardayız. Koşullarımız her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Ocağın tütmesi, tencerenin kaynaması değil bu, bildiğin yangın yeri.

Sopa zoru, hukuksuzluk, hamaset bu gerçekleri gizlemiyor. İktidar ve destekçileri de biliyor aslında hapsedilenlerin “suçlu” olduğu için değil, rakip olduğu için bu muamelelere maruz kaldığını. “Siyaset bu,” diyorlar, “gücü yeten yetene.” Demokrasi, hukukun üstünlüğü, halk egemenliği gibi ilkelere inanmıyorlar. Saltanat sahiplerinin “istediğini yapmak” gibi bir hakkı olduğunu düşünüyorlar. O yüzden seçilmiş belediye başkanlarını, eski belediye başkanlarını, cumhurbaşkanı adayını, belediye çalışanlarını tutuklamayı, belediyelere kayyum atamayı normalleştirmeye çalışıyorlar. İtiraz edenleri, gençleri tutukluyorlar. CHP’yi bölmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ah vah edecek halimiz yok. Milyonlar var bu ülkenin aydınlık, insanca yaşadığımız günlerini özlemle bekleyen. Laikliği, demokrasiyi, barışı ilke edinmiş milyonlar. Yeter ki asgari müştereklerde ortaklaşmış bir mücadele programında birleşelim.

Madem “Yaşamak görevdir yangın yerinde.” O zaman yaşayalım “insan kalarak.”

*Ataol Behramoğlu Seçme Şiirler, “Bu yangın yerinde”

Önceki ve Sonraki Yazılar
NURİ GÜNAY Arşivi