Altılı masanın sıkıntısı aday değil

Bu coğrafyada yaklaşık 150 yıldır demokrasi denemeleri yapılıyor. O denemeler süresince bir imparatorluk çöktü, cumhuriyet kuruldu, parlamenter sisteme geçildi darbeler oldu ama bir türlü demokratik bir hukuk düzenine geçilemedi. Siyaset kurumu bir türlü yerli yerine oturamadı.

Son döneme kadar bunun kaynağını ve mutlak nedenini siyaset dışı kurumlarda arar ve bulurduk. Burada demokrasiden yana taraf olmakta sıkıntı çeken, örnekleri az da olsa siyaset kurumlarını da “tali” neden olarak sayabiliriz. Ama artık neden tek ve açık.

AKP’nin tek başına iktidar olduğu ilk dönemde sıkıntı yoktu. Hedefe varmak için AB’ye tam üye olma koşullarını yerine getirme çabası ona “siyaset dışı kurumlara” karşı bir koruma kalkanı da oluşturuyordu. Hakkını yememek lazım, bu kurumlarla karşı karşıya gelmemek için ince bir strateji de izliyorlardı. Kendileri tarafından “vesayetçi” olarak adlandırılan kurumları, siyaset alanından mutlak uzaklaştırana kadar sürdü bu strateji.

Sonrasını hep birlikte yaşadık: İktidara mutlak bağlı yargı, sivilleştirme niyetiyle yola çıkılırken politik kimlikli bir askere bağlanan ordu, politik uygulama alanı olarak camiler, üzerine abanılmış, politik kimlikli atanmış rektörleri bulunan üniversiteler ve bir “eski arkadaşların istihdam merkezi” olarak büyükelçilikler. İl başkanları ile politik rekabette bulunan valileri ve atanma yöntemleri itibariyle sıradan bürokrat olan, sadece kendisini atayan otoriteye karşı sorumluluğu bulunan ama buna karşın seçilmişlere sürekli ayar veren bakanlar. Sistemin nasıl acayip olduğunu anlatmaya gördüğünüz gibi cümleler yetmiyor.

TANIMSIZ BİR SİSTEM

Bu sistem inşa edilirken siyaset de bu inşa sürecinin dışında kalmadı, orada da çalışmalar yapıldı. Devlet aygıtıyla sağlanan avantaj sonuna kadar kullanıldı, muhalifler bir yandan baskı altına alınırken, tutuklanıp yargılanırken, muhalefet partilerinin siyaset yapma alanı daraltıldı. Medya kurumları kontrol altına alınarak iktidar partisi adına adeta 'kamulaştırıldı'. Öte yandan siyaset cami avlusuna hatta içine kadar sokulunca muhalefet yapacak alan kalmadı.

İktidar kendi alanını sürekli genişletirken muhalefetin siyaset yapacağı alanı hem elindeki devlet aygıtı hem de politik olarak araçsallaştırdığı tüm değerlerle daralttı. Medya tam bir propaganda merkezi haline getirildi, gazetecilerin önüne çıkıp onların sorularına bile yanıt vermeyen bir siyasetçi tipi üretildi. Soru sormayan, ellerine verilen soruları okuyan gazeteci tipi de bu dönemin ürünü. Örneğin “Prag'a büyükelçi olarak hakkındaki iddialar nedeniyle 17/25 Aralık sonrasında istifa etmek zorunda kalan Egemen Bağış’tan başka atanabilecek bir isim 84 milyon içinde yok muydu?” sorusu teknik olarak dünyanın her yerinde sorulabilir olmasına karşın bizim ülkemizde sorulamayacak bir soru kategorisindedir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında oluşturulan ve KHK’lar eliyle düzenlenmiş, anlatılması bile güç bir yönetim ile geçildi. Sistem hep deneme - yanılma ile ilerledi. Sonuçlarının çok olumsuz olduğu ortada olmasına karşın iktidar bileşenleri halen bu sistemi savunuyorlar. Bu devlet yönetim sistemi doğal olarak siyaseti de darmadağın etti. Hem de o eskinin “siyaset dışı” kurumlarından daha fazla...

AKP ve MHP birlikte oluşturdukları 70’lerin modeli Milli Cephe (MC) koalisyon hükümeti ile -ki o model bile bundan daha makul ve anlaşılırdı- sürekli yüzde 50 artı 1’i bulacaklarını hesaplayarak yola çıktılar. Çünkü karşılarında politik olarak bir araya gelmeleri mümkün olmayan muhtelif partiler vardı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, o partiler bir araya geldi.

MİLLET İTTİFAKI TERCİH DEGİL ZORUNLULUK

Millet İttifakı'nın ilk fiili uygulaması 16 Nisan 2017 referandumudur. Buradaki çeşitlilik 24 Haziran seçimlerinde kurumsallaştı ve bir seçim ittifakı modeline dönüştü. Bunun bir tercih olmadığı, zorunluluk olduğunun da altını çizelim. MHP’yi yanına alarak ittifak kuran ve karşı tarafın da ittifak yaparak yüzde 50 artı 1'i bulması için zorlayan Erdoğan’ın bizzat kendisidir. 20 yıldır çoğu tartışmalı seçim sonuçları ve süreçleriyle gücünü tahkim eden Erdoğan’ın karşısında 24 Haziran seçimlerinde Millet İttifakı başarılı olmuştur. Bakın bugün AKP ve MHP’nin birlikte, erken seçim kararı bile alabilecek çoğunluğa sahip olmadığı bir parlamento dağılımı mevcut. Yerel seçimler Millet İttifakı'nın her türlü üstünlüğü ele geçirdiği bir seçim oldu. Bunun motivasyonuyla muhalefet bloğu halen üstüne koyarak yol alıyor.

CHP Milletvekili Gürsel Tekin “HDP’lilere de bakanlık verebiliriz” diye bir açıklama yaptı ve tartışma başladı. Buradaki açıklamanın demokrasiye, anayasaya uygunluğuna bile bakmaya gerek duyulmadan tartışma büyüdü, özellikle İyi Parti cephesinde. Oysa Tekin parti adına açıklama yapma yetkisi olan birisi değil CHP’de. O zaman sorun ne?

Henüz bir ittifak hüviyeti kazanmadığı için “6’lı masayı” daha çok kullanıyorlar, burası 6 farklı siyasi partinin önüne somut konuları koyarak karara bağladığı bir zemin. Her konuda aynı düşünüyor olsaydılar görüşmelerin merkezinde bir parti çatısı altında birleşme yer alırdı. Her toplantıdan sonra genel başkanlar parti şapkalarını giyerek kendi rutinlerine dönüyorlar. Örneğin İstanbul sözleşmesinde SP masadan ayrıştı. Ama sorun yaşanmadı. Deva, Gelecek ve SP, HDP ile görüştüklerini söylediler yine sorun yaşanmadı. HDP meselesinde İyi Parti’nin masadan ayrıştığı da sır değil. Bu tartışmalardan bağımsız HDP de bir ittifak modelini oluşturarak seçimlere hazırlanıyor, sanki Millet İttifakı çağırsa koşa koşa gelecek bir HDP siyaseti varmış gibi yorumlar yapılıyor. Kaldı ki, Millet İttifakı'ndaki uyum ve getirdiği başarı bütün ittifakların başarılı olacağı gibi kesin sonuç içermez. HDP’nin de talebi zaten cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde görüşlerinin alınması. Buna da hakları var çünkü HDP oyları belirleyecek kimin cumhurbaşkanı olacağını ya da olamayacağını. Mesele bu. Yoksa yeni oluşacak parlamento dağılımda kimlerim kimlerle ittifak yapacağına tanıklıklar yapacağız. Bu ayrı bir yazı konusu.

ADAYLIK SORUNU YAŞANMAZ

Sorunun büyümesinin nedeni partilerin iç dinamikleri. Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı'nı karıştırmamak lazım. Cumhur İttifakı'nda sonuçta kararları 2 kişi alıyor ve uygulanıyor, yanlış bile olsa kimse itiraz etmiyor. Son zamanlarda CHP’lilerin Kemal Kılıçdaroğlu’nu kesin aday hatta cumhurbaşkanı olarak ilan etmeleri, CHP’nin muhtelif sorunları çözeceğine ilişkin yaptığı vaadlerde “ben” demesi, masada sıkıntı yarattı. Çünkü adayın CHP tarafından değil masa tarafından ilan edilmesi ve “bize” vurgu yapılması konusunda mutabık kalınmıştı. Burada biraz CHP’nin diğer partilere “kardeş” muamelesi yaptığı hissi rahatsızlık yarattı ve masada her parti kendi gücünü bir tür tahkim etmek için çıkış yaptı. Bu semptomlar böyle geniş ve farklı kimlikli masalar için normal ve bunlardan çok yaşanacak, seçime kadar, seçim süreci ve sonrasında. Bu tartışmalar daha sonra yaşanma ihtimali olan tartışmaların nasıl aşılacağı konusunda da yol gösterici oluyor. Masa mekaniği olgunlaşıyor.

Bu mesele masada sorun çıkarmayacaktır. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünü kesme girişimleri olduğuna ilişkin yorumlar tamamen yanlış. Bugün masanın tek potansiyel adayı var; o da Kılıçdaroğlu. Belediye başkanlarının adının masaya gelme ihtimali bugün bulunmuyor. Genel başkanlar dillendirmeseler bile hepsinin yakın çalışma arkadaşlarının tek adayı Kılıçdaroğlu’dur ve bunun test edilmesi de kolaydır. Muhtelif politik çeşitliliğin destek verdiği bir adayı masa niye kabul etmesin? Hem sadece seçilme meselesi değil önemli olan daha sonrasını ve seçim sürecini de yönetebilmesi.

Bu arada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş üzerinden de bolca spekülasyon yapılıyor. Yavaş’ın Kılıçdaroğlu ya da Akşener başta olmak üzere masanın iradesinin dışında bir girişimin içinde yer alacağına ya da buralarda bir rol alacağına ihtimal vermiyorum. Hakkında yapılan yorumlara ve ileri sürülen iddialara yanıt vermemesi bu söylentilerin doğru olduğuna işaret etmez. Yavaş günlük polemiklere girmeyi, haber olmayı, ekranda olmayı sevmiyor. Yavaş’a mikrofon uzatıldığı zaman yapacağı açıklama noktasına virgülüne budur. Yani Mansur Yavaş’ın pozisyonu çok net.

Ekrem İmamoğlu’nun durumunun da bundan farklı olmayacağı kanaatindeyim. Burada sadece kanaat bildirebiliyorum, çünkü elimde bilgi yok. Bilgi alabileceğimiz kaynaklar ise temel gazetecilik ilke ve değerlerine göre sağlıklı değil…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR