
Z Kuşağı insanın ‘özüne’ dönüyor
Burak SOYER
Modern, post-modern, truth, post-truth ve bildiğim kadarıyla Zizek’ten çıkma “post-insan” derken her şey gibi yaşamın evreleri de kısa takvim aralıklarıyla ve biçimine göre kategorize edildi. Sosyologlar, psikologlar ve konuyla ilgilenen uzmanların bu kategorizasyonu yapmakta kendilerini zorunlu hissetmeleri, bizim içinde yaşadığımız süreci daha iyi tanımamız, değerlendirmemiz ve daha iyi anlamamız içindir muhtemelen ama her ne olursa olsun, hiçbir tanım, kavram, anlam, insanın kendi beşeriyetinden fersah fersah uzaklaştığı gerçeğini değiştirmiyor. Evet, çok enteresan bir çağda yaşıyoruz, çoluk çocuğa, toruna torbaya anlatacak çok fazla şeyimiz olacak. Fakat çağa ayak uydurmak zorunda da değiliz! Hele hele zamanın ruhuyla olan ilişkimizi seviyeli bir beraberlikle taçlandırmak zorunda hiç değiliz! Zira nihayetinde tarihin her döneminde olduğu gibi “çağ”, onu yaratanlar için işliyor. Onlara göre dönüyor, onların çıkarları doğrultusunda bireyleri kendine göre yontuyor. Bahsettiğim şey sadece parayla ilgili değil. İki gün öncesine kadar dünya gündemini takip ettiğimiz uygulamanın sahibi Elon Musk, şu an milyonlarca insan için hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü onun yerini aynı işlevi gören başka bir uygulama aldı. Şimdi herkes oraya üşüşüyor.
Jon Kounen’in reklam dünyasını anlattığı 2008 yapımı Fransız filmi “99 Francs”ta, Dan Herzberg’in canlandırdığı karakterin çok sevdiğim ve buraya kadar yazdıklarımı özetleyen bir repliği vardır. Adını unuttuğum karakter, reklam dünyasını ironik bir biçimde anlattığı monoloğunda şöyle der: “Sizin için moda olan benim için çoktan demode olmuştur.” İçinden geçtiğimiz sürece tam oturan bir cümle gibi gelebilir bu. Fakat işin tam olarak böyle yürümediğine dair bir araştırma yayınlandı birkaç önce. Diken.com.tr’nin, İngiliz gazetesi Telegraph’tan alıntıladığı habere göre Glasgow Üniversitesi’ndeki John Smith Merkezi, anket şirketi Focaldata’yla birlikte Z kuşağı’yla ilgili bir araştırma yapmış. Araştırma kapsamında 18-29 yaş arasındaki 2 bin 39 gençle 40 soruluk bir anket de yapılmış. Sonuçlar, çoğumuzun tahminine göre hayli yanıltıcı çıkmış. Zira Z Kuşağı “mensupları”, Amerikalı psikolog Abraham Maslow’un 1943 yılında Psychological Review dergisinde yayımlanan “İnsan Motivasyonu Teorisi” başlıklı makalesindeki “ihtiyaçlar hiyerarşisini” yaşamlarında ilk sıraya koyuyormuş. Yani Maslow’un piramidinin en altında yer alan ve en temel insani ihtiyaçlar olan yiyecek, su, barınma, uyku, sağlık ve finans (biz para diyelim), Z Kuşağı’nın şu anki en önemli önceliğiymiş. Bu sonucun kendileri için bir sürpriz olduğunu belirten John Smith Merkezi müdürü Eddie Barnes, araştırmayla ilgili şunları söylemiş: “Bu nesil Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine geri dönüyor. Üçgenin en altında yiyecek, su, barınma, uyku, sağlık, finans gibi temel ihtiyaçlar var. Genç nesil orada. Bu nesil, ücret artışı açısından pek bir şey elde etmemiş, aşırı yüksek konut maliyetleri ve finansal güvensizlik yaşamış bir nesil. Kültür savaşı sorunları değil. İnsanlar neye önem veriyor? Finansal şeyler. Güvenlik, çevre sorunlarından çok daha üst sıralarda yer alıyor, bu da büyük bir sürprizdi.”
Geleceği de değil, bugünü düşünüyorlar
Aslında sürpriz falan değildi. Biz Z Kuşağı’nı kafasını TikTok’tan kaldırmayıp, bir örnek kıyafetleri ve Çukur dizisinin mirası “tas kafa” saç şekliyle kabadayı özentiyle ortalarda dolanan “çocuklar”dan başka bir şey olarak görmedik. Onları anlamayı çalışmadık. Seçim zamanı, “Gençlerin cebinde çay-simit alacak parası yok,” edebiyatının alasını yaptık. “Ülkemizi bu gençlere mi emanet edeceğiz?” diye onları aşağıladık. Halbuki, Türkiye özelinde konuşursak, “Barınamıyoruz!” eylemlerinden itibaren Z Kuşağı politize olmaya başlamıştı. Çünkü en temel hakları ellerinden alınmıştı. Hakları yenmişti. Sokaklarda, parklarda yattılar, polisten dayak yediler, gözaltına alındılar. Bu jenerasyon, Tayyip Erdoğan’dan başka ülkeyi yöneten kimseyi görmedi. Erdoğan’sız bir Türkiye tahayyülünü aklından bile geçiremedi çünkü öyle bir ihtimal yoktu. Ta ki 19 Mart darbesine kadar. Haftaya yapılacak vizelerine çalışmaları gerekirken şu an cezaevinde olan gençler sokaklara dökülüp, herhangi bir partiyle kendilerini ilişkilendirmeden, “Başka bir Türkiye mümkün” umuduyla haklarını aradılar. En iyi bildikleri yöntem olan teknoloji sayesinde de sokak dışında da aramaya devam ediyorlar. Boykotun kralını onlar yapıyorlar. Muhteşem zekâlarından fırlayan yaratıcılıklarıyla hazırladıkları pankartlarla en kötü günlerimizde yüzümüzü gülümsetiyorlar ve en önemlisi de sadece ve sadece insanca yaşamak istiyorlar. Bu yüzden de insanın biricik “özüne” geri dönüyorlar. Doğru düzgün yemek yemek, bedava su içmek, barınmak, hasta olduklarında insan gibi muayene olmak ve yine insan gibi yaşamaya yetecek kadar paraya ihtiyaç duyuyorlar. Kimsenin dini, dili, kimliği, cinsiyeti, memleketi onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Kimseyi “karşı taraf” olarak görmüyorlar. Geleceği de değil, bugünü düşünüyorlar. Çünkü geleceğin bugünden geçtiğini biliyorlar.