Zamana sığınmak ama nasıl?

Nietzsche “Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine” adlı kitabında şöyle der: “Zaman tomarından boyuna bir yaprak süzülür, düşer, uçup gider. Birden yeniden insanın kucağına düşer. İşte o zaman insan ‘anımsıyorum’ der ve hemen unutan, her ȃnının gerçekten öldüğünü, sis ve gece içinde geride kalıp yittiğini ve bütün bütüne söndüğünü gördüğü, hayvanı kıskanır.” İnsan, hâfıza bilincine sahip bir tür olarak dünyada varlık çabası verir. “Anımsıyorum” dediği her geçmiş ânı, onun şimdide bazen anlam bulmasına bazen de umutsuzluğa kapılmasına neden olabilir.

Geçmiş bir takıntı hâline geldiğinde ise yük olmaya başlar, başka şeyler düşünmenin, bugünde olumsuz olanı değiştirmenin imkânını elden alabilecek boyuta bile yükselebilir. Geçmiş önemlidir, insan ondan öğrenir, onu şimdide bir olasılık, bir başlangıç ânı, bir deneyim olarak tahayyül ettiğinde, yaşadığı zamanın sorunları için işlevsel de kılabilir. Bu aynı zamanda geçmişten özgürleşmeyi getirecektir.

Bu durumda, geçmişin nasıl işe koşulduğu önemlidir. Tarihin insanın şimdisinde anlamlı bir yer edinebilmesi için yine Nietzsche’nin “plastik güç” kavramı işlevsel olabilir. Bu kavram: “Kendi içinden kendine özgü bir biçimde gelişen güç, geçmiş ve yabancı olanın biçimini değiştiren, ona yeniden biçim vererek [kendi içine alan], yaraları iyileştiren, yitirileni yerine koyan, kırılan biçimlere kendi içinden yeni bir biçim veren güç” olarak tanımlanıyor.

Sanıyorum şöyle yorumlanabilir, geçmişi yeniden tahayyül etme, yaşantıdan kalanı kendi çağında “iyileştiren” bir anlam arayışıyla ilişkilendirme gücü. Bu, zamanın kullanımını otoritelere bırakmamak anlamına da gelebilir çünkü hâfıza veya tarih suiistimal edilmeye açıktır. Dünyanın deneyimlerinin gösterdiği gibi, yaşadığınız acı yüklü anılar bir müzede kapitalizmin işlevselleştirdiği bir nesneye dönüşebilir veya Auschwitz-Birkenau örneğinde olduğu gibi turizmin parçası kılınabilir.

“ZAMAN SIĞINAĞI”

Bu meseleleri düşündüren bir kitap, Georgi Gospodinov’un, Metis Yayınları tarafından, Hasine Şen Karadeniz çevirisiyle basılan, “Zaman Sığınağı” adlı metni. Kitap, geçmişe takıntılı olmak, unutma, hatırlama gibi meseleleri konu ederken okuru, zaman hakkında geniş bir bakış açısıyla buluşturuyor.

Metinde, geçmişte kaybolmuş, onu diriltmek için her şeyi yapabilecek bir karakter olarak tanımlayabileceğimiz Gaustin ile yine geçmiş konusunda hassas anlatıcının karşılaşmasıyla ortaya çıkan olaylar konu ediliyor. Gaustin, hâfızasını kaybetmeye başlayan insanlar için, “zaman sığınağı” veya “geçmiş klinikleri” olarak adlandırılan mekânlar kuruyor ve onları geçmişlerinde dolaştırarak, belleklerini diriltmeye çalışıyor. Başlangıçta masum bir fikir olarak başlayan bu girişim, zamanla tüm Avrupa’yı saran, geçmişin dünyayı fethetmeye başladığı, bir virüs gibi bulaşan, dünyayı açık bir zaman kliniğine dönüştüren geçmiş takıntısına neden oluyor.

Metni sorgulamaya burada başlıyorsunuz, şimdiyi bırakıp geçmişte yaşamak, onu geri getirmek, her zaman olumlu sonuçlara yol açar mı? Veya insan türünün hiçbir şeyi unutamayan bir hâfızaya sahip olması, mutluluk getirir mi? Gospadinov, metin boyunca bu soruları düşünmemizi sağlıyor ve kesin cevaba ulaşamayacağımız bir denge tutturuyor. Ne tamamen geçmişte kaybolmayı olumluyor ne de belleksiz kalmayı bu da açık uçlu bir metin ortaya çıkarıyor ve okura kendi yorumuna ulaşma şansı veriyor. Ayrıca metin, düz bir seyirde akmıyor, kendi içinde başka meselelere odaklanarak çatlaklar açıyor ki Gospadinov yazınının, okuma hazzı yüksek metinler ortaya çıkarmasının bir nedeni de bu sanırım.

HÂFIZANIN KİLİDİ

İnsanın hatırlama ediminde, sesler, kokular, bedendeki izler, mekânlar, eşyalar önemli yer tutar. Hepsi bir çeşit hikâye çağırma işlevi görür böylece insanın geçmişinin hikâyesi zihinde belirir. Kitabın karakteri Gaustin de “zaman sığınakları”nı yaratırken buradan yola çıkıyor. Oluşturduğu belli bir tarihe ait odaları, döneminin eşyaları, kokuları, ürünleri ve sesleriyle biçimlemeye çalışıyor çünkü geçmişi diriltmek için kendisinin de söylediği gibi; “Hikâyelere, çok hikâyeye ihtiyaç olacak… Günlük hayatlara ihtiyacımız olacak tonlarca günlük hayata, kokulara, tatlara, suskunluklara, insan yüzlerine, velhasıl hâfızanın kilidini açan şeylere…” Karakterin bu bahsettikleriyle döşediği “geçmiş klinikleri” fikri böylece gerçekliğe kavuşuyor ve metnin hikâyesi başlıyor. Geçmişin ayrıntılarıyla örülü odalar, hâfızayı geri getirme, geçmişini kaybetmekte olanlara hikâyelerini geri verme gibi bir anlam taşıyor.

UNUTMAMAK HEP OLUMLU MU?

Ancak şu soruyu sormalı, geçmişin insan yaşamında kalıcı olması her zaman iyi midir? Veya kitapta sorulduğu gibi “insan ne kadar geçmişe dayanabilir?” Bu aslında her insanın hikâyesinde farklı bir cevap içerir. Ama dünyada yaşananlardan bağımsız her zaman günlük güneşlik bir ömür mümkün müdür?

Kitaptan bir örnekle devam edelim, “geçmiş klinikleri”ne tedavi için gelen Bayan Ş. adlı karakter, banyoya girmeyi reddediyor, duşu gördüğü anda hafif bir isteriye kapılıyor. Ne yapılırsa yapılsın tedaviden sonuç alınamıyor ve onu bağışlamaları için yalvarıyor, yemekhaneden aldığı ekmek kabuklarını, yemek artıklarını biriktiriyor. Onun hakkında yapılan araştırma sonrası Auschwitz’den kurtulduğu anlaşılıyor.

Böylece şunu düşündürüyor yazar, hâfızanın diri olması, unutmamak her zaman olumlu anlama gelmeyebilir. Bazen geçmişi hatırlamaktan çok unutmak iyileştirici olabilir. Ama karakterin gösterdiği tavır, her şeyi hatırlamasa bile anılarının onda yaşadığını da gösteriyor. Bu nedenle bazı yaşanmışlıklardan geriye bellekte az iz kalsa da bu iz insanın kurtulamayacağı kadar derin olabilir çünkü yaşananların hissettirdiğinin de hafızada yeri vardır.

Böyle durumlarda geçmişi uyandırmaya gerek kalmaz o çoktan kişinin bedeninde ve ruhunda taşıdığı bir şeye dönüşmüştür. Gospadinov’un metninin sorunsallaştırdığı meselelerden biri bu olabilir fikrimce.

ÖLSEK BİLE ZAMANIN İÇİNDEYİZ

Geçmiş insanın yük gibi taşıdığı bir şeydir. Ondan tamamen özgürleşmenin yolu yok, başta da bahsettiğimiz gibi, sadece şimdide nasıl anlamlandırdığımızla ilişkili olarak onu başka şekillerde düşünüp dönüştürebiliriz. İnsan türü başkasıyla varolan toplumsal bir varlıktır nihayetinde, bu da onun hâfızasını tek başına oluşturmadığının göstergesidir bu açıdan bellek yaşamınızdaki başkalarının etkisiyle sonsuzca sürebilir. Kitabın şu cümlelerine bu açıdan bakabiliriz: “Sürekli geçmiş üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır. Sonra tüm şahsi geçmiş nereye gider? Onu satın alan, toplayan, atan birileri var mı?” İnsan kendi ölümünü deneyimleyemez ama onun ölümü deneyimlenir, bedeni toprakla buluşur, mezarı kalır ve bu mezar onun hatırlatıcısı olur. Böylece, beden gitse de ölen kalır ve onun geçmişi başkasında, ortak anılarda devam eder. Ürettiğimiz geçmiş, temas ettiğimiz insanlara bıraktıklarımızda varlığımızı sürdürür ve böylece zamanda yolumuz akar. Bu nedenle zaman insanın kurtulamadığıdır bir bakıma.

“Zaman Sığınağı” kitabı da bize biraz bunu gösteriyor. Çünkü başkasıyla birlikte zamanda taşınan bir varlığız. Bu da “ölsek bile” zamanda olduğumuzun göstergesi değil mi?

UNUTMAMANIN ÖNEMİ

Zaman toplumlar için de önemlidir, unutmamak kıymetlidir çünkü sizin belleğinizin birileri için “kullanılır” olmasının önüne geçer. Siz belleğinize sahip çıkmazsanız onun yerini dolduranlar, onu kötüye kullananlar her zaman hazır bekliyor olacaklardır. Kitabın alt metninde vurgulanan meselelerden birinin de bu olduğunu düşünüyorum.

Şu cümleler bunu destekler nitelikte: “Bir toplum ne kadar çok unutursa, birileri o kadar çok yedek bellek üretir, satar ve boşalan nişleri onunla doldurur. Hafif malzemelerden üretilmiş geçmiş, 3D yazıcıdan çıkmış gibi plastik bellek. İhtiyaç ve talebe göre bellek.”

Enzo Traverso, Avrupa’nın soykırım belleği üzerine oluşturduğu anlatının, “olayı” gerçekten bir yüzleşme, tanıma aracı olarak değil de daha çok kendi sömürgeci tarihinin konuşulmasının önüne geçmek için işlevselleştirdiğine dikkat çekiyordu, bu cümleler bu bahsi akla getiriyor. Elbette sadece Avrupa için de geçerli değil bu, dünya tarihi gösteriyor ki devletler hâfızayı kendi hayal ettikleri cemaate ulaşmak için araçsallaştırabiliyorlar. Unutmamanın toplum açısından önemi de burada açığa çıkıyor çünkü böylece yatay bir geçmiş imkânlı hâle geliyor.

Georgi Gospodinov’un “Zaman Sığınağı”, bizi zamanın farklı katmanlarında yolculuğa çıkarıyor, insan için, toplum için hâfızanın anlamını düşündürüyor. Metinde, zamana dair pek çok ayrıntı farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Yazar, konuya derinlikli bir şekilde dokunurken, farklı dönemlerden anlatıya yerleştirilen şarkılar, nesneler, geçmişin yaşanmışlıkları metni zenginleştiriyor ve meseleye dair başka şeyleri düşünmeye araç oluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
EMEK EREZ Arşivi
SON YAZILAR