AZMİ KARAVELİ
10 maddede Gülşen vakası bize ne anlatıyor?
1. Öncelikle "ama”lı kalıpları en azından bu iktidar gidene kadar hayatımızdan çıkartmamız gerekiyor. Konu ne olursa olsun kullandığımız her “ama” iktidara meşru ya da gayrı meşru alanlar açıyor. “Gülşen’in hapse girmesini doğru bulmuyorum ama söyledikleri çok yanlıştı” dediğiniz andan itibaren artık bir meşruiyet yastığısınız ve bunu görmek için son 20 yılda çok sayıda deneyiminizin olması gerekirdi. İktidar bütün organlarıyla sizin bu sözlerinizi kullanmak üzere harekete geçmiştir artık. “Ama” meselesinin ilk nüvelerini “yetmez ama evet” de görmüştük, ancak bu ne ilk ne de sondu. Bu konunun altından çok sular geçti, konumuz kesinlikle YAE değil. Örneğin konu güvenlik meselesi olduğunda “amacılar” daha fazla mesai yaparlar. Oysa ki kendilerine sorulduğu zaman en azılı anti-AKP’li onlardır. Aşırı kaygılıdırlar. “Ama” yurtdışı operasyonlar her şeyden önce beka meselesidir. Barış için akademisyenlere yazık edilmiştir “ama” yazdıkları metin yanlıştır. Kavala haksız yere içerdedir “ama” o Soroscudur. Demirtaş’a yapılan haksızlıktır “ama o bir Kürtçüdür.” Liste uzun, Can Dündar vatan haini, Müjdat Gezen, Sedef Kabaş Kemalist, askeri okul öğrencileri FETÖ’cü….
Peki biz normatif hukuk kuralları çerçevesinde, asgari tutarlılık içinde bu isimleri ve haklarındaki iddiaları değerlendireceksek, o kişinin şucu bucu olmasından bize ne? O zaman söylediğini yanlış bulduğunuzu ifade etmek de kesinlikle abesle iştigaldir. Herkes ifade özgürlüğü kapsamında istediğini söyler. İçinize sinse de sinmese de hukuk tek yol göstericiniz olmalı. Gülşen’in sözleri yanlıştı doğruydu tartışma konumuz dahi olamaz. Denilecek tek şey, hukuken yapılan yanlıştır olmalıdır. Amasız fakatsız, ne yazık kisiz, keşkesiz…Bunu kabul etmek çok zor olabilir “ama” olay bu kadar basit. Bak ben de “ama” dedim gördünüz mü?
2. Kimsenin AKP’nin baskıcı rejiminden azade olmadığını bir kez daha acı şekilde gördük. Mevki, rütbe, şan şöhretle ilgilenmiyorlar, adaletsizlikte son derece adiller. İlker Başbuğ da, Osman Kavala da, Aziz Yıldırım da, sokak röportajcıları da, Furkancılar da, Kürtler de ve daha birçok kişi, grup, AKP zulmünü tattı, her canlının da bu gerçeği tatmaması için az zamanımız kaldı aslında.
Asgari müştereklerde dahi anlaşamayan ve iki bloğa ayrılan sosyalist/devrimcilerden Kemalistlere, liberallerden aklı başında merkez sağa (var mı emin değilim) kadar muhalefet cephesinde geniş bir yelpaze var ve bu geniş skala birçok basit konuda dahi anlaşma sağlayamıyor. Oysa Gezi’de onlarca bileşen el bebek gül bebek anlaşmamış mıydı? İktidar, dere geçerken ayıya dayı demeyi beceremeyen muhalefetin bu kristalize olmuş halinden yararlanıyor, besleniyor, Gülşen örneğinde olduğu gibi her daim yeni adımlar atmaktan geri kalmıyor. Kimse blok olarak bir karşı duruş sergileyemiyor. Kurtuluşun tek başına olmayacağı, ya hep beraber ya hiçbirimizin sıradan bir slogandan ibaret olmadığının hayata da yansıması gerektiği bir döneme giriyoruz. Sağın bütünüyle sahiplendiği o tahammül edilmesi imkansız klişe var ya hani “birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” ilk kez muhalefet için de geçerli ve anlamlı. Gülşen bu konuda önemli bir harç işlevi üstlendi, zira sosyal medyada sanatçı üzerinden geniş bir konsensüs oluşmuş görünüyor.
3. Gülşen çoğumuzun “sanatçı” algısını tartışmaya açtı ya da değiştirdi. Baskı rejimlerine karşı iki kelam lafı olmayanların sahnede el pençe divan duranların iktidar nezdinde makbul sanatçı kabul edildikleri bir ortamda, milyonların takip ettiği isimlerin aldıkları tavrı elbette tarih de yazacak. Mazhar olduğunu iddia edeni de, Tarkan’ı da gün gelecek daha detaylı anacağız. Tarkan demişken, bu maddede kendisine elbette ayrı bir satır açmak gerek. Tarkan bu ülkede hemen her kesimin takdir ettiği belki de tek isim. Cumhurbaşkanı için ciddi olarak adının geçmemesi, sosyal medya hesaplarında sadece geyik maksatlı, şaka amacıyla dile getirilmesi Türkiye’de reel siyasete ne kadar gereksiz bir anlam atfedildiğini gösteriyor, üstelik Tarkan tartışmaya kapalı şekilde hepsinden çok daha “ciddi” bir isim olduğu halde. Başkan adayları için ismi geçen herkesten çok daha nitelikli, sağduyulu ve bu ülkeyi hepsinden daha iyi yöneteceğine inandığım, evrensel işlere de imza atmış bu ülkenin ortak bir değeri. Zelenski olduysa Tarkan niye olmasın? Tarkan bu çölde kendini koruyabilmiş bir pop ikonudur, vahadır, herkesten çok başkanlığı hak etmektedir.
4. Gülşen bize “nasıl güzel özür dilenir”i ders verir gibi gösterdi. Son derece net, pürüzsüz, dolandırmadan bir özür bu. Üstelik dik duruşundan zerre ödün vermeden…Geçen sene Ordu’da çorabına laf edene karşı nasıl anında tavır aldıysa, kılık kıyafetini asla tartışmaya açmadıysa, LGBTI bayrağını nasıl salladıysa, aynı cesareti özür dileme konusunda da gösterdi. Amacım burada Gülşen’e methiyeler düzmek değil, elbette hataları vardır, olacaktır da…Ancak son dönemlerde sahalarda görmeyi arzu edip de bulamadığımız bir dik duruş hikayesinin olduğu kesin. Hani asla ve asla özür dilemeyenler var ya; bütün kurumsal şirketler, halkla ilişkiler firmaları ve siyasetçilerin Gülşen’in bu özür mektubunu okuyup, “krizde nasıl pozisyon alınır, itibar yönetilir, nasıl düzgün özür dilenir” meselesini tartışması, ders alması gerekiyor. Hapse girmiş olması; krizi yönetemediğini değil, iktidarın bu dik duruşa karşı nasıl da çaresiz kaldığını gösteriyor.
5. Gülşen vakası bize muhalefetin bir bölümünün nasıl da yalpaladığını gösterdi. Özgür Özel’inden Yeniden Refah Partisi’ne kadar bir kesim muhalefetin, asgari demokrasi bilinci ve hukuk inancının yoksunluğu, gelecek için umut kırıcı oldu. Hukukun üstünlüğüne vurgu yerine lafı dolandırarak pozisyon almanın sosyal demokrat ürkekliği, sosyal medyada ifadesini bulan toplumsal muhalefetin direnci karşısında bir kez daha yenildi.
Bir de şu var malumunuz; “Gündem aslında şuydu buydu, şimdi Gülşen’le hedef şaşırtıyorlar, oyuna gelmeyelim” son derece tehlikeli bir anlayışı ifade ediyor. “Oyuna gelelim de mi iktidara gelelim, oyuna gelmeyelim de gelelim” kararsızlığı arasında kadın, mevcut hukuk şartlarına göre dahi hüküm erteleme alması gerekirken içeri girdi yahu. Bu oyuna gelmeyelim stratejisi o kadar çok mağdur yaratıyorsa ne anladık biz bu stratejiden arkadaş? Oyun geyiği hepimizi öylesine kör etti ki, ülkenin altımızdan kaydığı gerçeği adeta görülemez hale geldi. Diyelim ki 2023 seçimleri iyi güzel geçti, bunca tahribat hakikaten nasıl restore edilecek?
6. 20 yıldır ülkeyi çoğunluğu imam hatip mezunu olan insanlar yönetiyor. Kartal İHL ülkenin lise mülkiyesi olmuş durumda, puanının yüksekliği dudağınızı uçuklatır. Türkiye’de 2021 verilerine göre 1673 İHL varken diğer liseler her açıdan gerilemeye devam ediyor. Bütçede aslan payı onların. Ama bir kural hiç değişmiyor: Süleyman hep başbakan, başbakan Süleyman misali, İHL’liler hep mağdur, mağdur İHL’liler… Mağduriyetleri de muktedirliklerinin teminatı. Muhalefet oyuna gelmeyecekse bir zahmet bu konuda gelmesin.
7. Ya sadece laiklikten bahseden ya da hiç laikliği aklına dahi getirmeyen bir anlayışla buralara geldik. Laiklik sorunu, "bizi bu alana çekmek istiyorlar" diye diye dağ gibi büyüdü. Laikliğin bin türünü hobi olarak yine tartışalım ama gerçek bu. İsterseniz ödün vermez Kemalist olarak geleneksel laikliği savunun, isterseniz özgürlükçü laikliği benimseyin fark etmez, bu ülkede laiklik hiç olmadığı kadar ciddi bir meseledir artık, hiç olmadığı kadar da tartışılmamaktadır. Yıllara dayanan bu konudaki tartışma birikiminin hepimize artık yol göstermesini dilemek güzel bir temenni olsa gerek.
8. Yavuz Turgul’un Gönül Yarası filminde Meltem Cumbul ve Şener Şen’in canlandırdığı efsane repliği hatırlayalım:
Nazım: Kürtçe biliyor musun?
Dünya: Hayır?
Nazım: O zaman niye ağlıyorsun?
Dünya: Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?
Gülşen vakası tam da budur aslında. Gülşen’e sahip çıkmak, ona destek olmak, için onun müziğini sevmek ya da bilmek gerekmiyor. Benim gibi ilk parladığı “Be adam” parçasında kalacak kadar dinozor da olabilirsiniz, Lolipop hayranı da, ne gam? “Gülşen’e üzülmek için Gülşen şarkısı bilmek mi gerekir?”
Ayrıca hala ne düşündüğünü ifade etmekte çeşitli nedenlerle tereddüt gösteren varsa yıllar öncesine, “Be adam” şarkısına bağlanalım: “İçine ata ata ne hale düştün, tuta tuta çatlayacaksın be adam!”
9. Gülşen vakası yeni rejimin güzel ve net bir gövde gösterisi. Gündem saptırması ya da değil fark etmez, herkese daha önceleri birçok kez denenmiş “ayağınızı denk alın, Gülşen’i aldık, seni de, onu da, sosyal medyada yazan babaanneni de alırız” mesajı. Bu mesajın yarattığı tahribat ve zihinsel zayiatı küçümsemek doğru olmaz. Ancak bu gerçek ışığında gidilecek seçimlerin de kolay olmayacağını, "kesin gidecekler” temennisi ile hareket etmek yerine icraatla, aktivizm ile dik durarak tepki göstererek sonuç elde edilebileceğini artık anlamamız gerekiyor. Gülşen burada iyi bir model olmalı hepimiz için.
10. Gülşen elbette yalnız değildir, haklıdır, kazanacaktır. Tarkan’ın başkan yardımcısı olacak daha…