AZMİ KARAVELİ
Rakamlar bize ne anlatır? '50793' az mıdır çok mudur?
Rakamlar, anketler, istatistikler nereye çekerseniz oraya giderler. Gerçeklik -ki zaten başlı başına bir muamma kavramdır- elinizdeki veriler ışığında, nakış gibi işleyerek oluşturduğunuz, adına da afilice “algı” dediğiniz kavrama tekabül eder. Gerçek algıdır, doğru falan olmasına da gerek yoktur, bu dünyada. Hele ki Türkiye’de bir gizli tanık ile her “gerçeğe” ulaşmanız mümkünken…
İşte siyasal meşrebinize göre değişkenlik gösteren anketler ortada. Yeni Şafak yazarının sahibi olduğu şirket bize Erdoğan’ın fark atacağını söylüyor misal…Bize de elbette inanmak düşer, “gosgoca anket şirketi yalan mı diğcek?
Depremde resmi rakamlara göre 50793 kişi hayatını kaybetti. Stalin’e ait olduğu iddia edilen “Bir kişinin ölümü trajedi, 1 milyon kişinin ölümü ise istatistiktir” sözünü son yıllarda ne çok duyar olduk. Gözümüzün önüne gelmesi için, çocuğa anlatır gibi belirtmek gerekirse resmi olarak bir koca stat dolusu insan, yani Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe statlarını dolduracak kadar insan bu dünyadan göç etti. Gayrı resmi sayının ne olduğu deprem bölgesinde zaten her köşe başında konuşuluyor.
50793 insan…Her birinin apayrı yaşamları, hüzünleri, sevinçleri, kederleri, gelecek hayalleri, emeklilik planları vardı. Evleneceklerdi, çocukları olacaktı, torun büyüteceklerdi, liseye, üniversiteye gideceklerdi…Olmadı…Yüzlerce, binlerce müteahhitin kar hırsına kurban gitti on binlerce insan. Elde ettikleri kar da sayılardan ibaret, muhtemelen 5 milyon lira kar edeceklerine 10 milyon kazanmak için İsias Otel’de çocuklar, gençler, hocalar hayatını kaybetti.
Hiçbirinin gelecek hayallerini bilemedik, çünkü başta medya olmak üzere hepimiz falanca saatte “mucize kurtuluş”lara odaklandık. Sonrasında iktidar konuyu ne yaptı etti, kendini en “başarılı” olarak tanımladığı alana, inşaat işine getirdi. Ve bir anda 50793 insan bir istatistikten ibaret kaldı. Yine rakamlar gözümüzün içine sokuldu, “şu kadar zamanda bu kadar ev, bu kadar bina yapacağız” nutuklarına boğulduk. Söz konusu inşaat olunca zaten her şey teferruattan ibaret değil mi bu topraklarda?
Pandemide de aynı şeyleri yaşadık, sayıları eğdik büktük. Ölenlerin insan olduğunu atlayıp, rakamlara kendi meşrebinizden bakarsanız o ölçüde başarılı olabilirsiniz ya da rezil. "Gerçekler inatçı olsa da istatistikler daha fazla eğilip bükülebilir yapıdadır. Hayatta üç çeşit yalan vardır: yalanlar, lanet olası yalanlar ve istatistik." sözü, rakamların manipülatif özelliğine işaret eder. Bu sözler evrensel bir atasözü haline gelmiş ve farklı kaynaklarda farklı isimlere mal edilmiş olsa da Mark Twain’e ait olduğu iddia edilir. Koca istatistik bilimini bir çırpıda burada gömmek istemem ama insan faktörünü işin içinden çıkartınca rakamların yanıltıcı özelliği olduğu da aşikar. Sağlık Bakanı Koca, Covid 19 sürecinde bize her hafta ne kadar da başarılı olduğunu anlattı durdu, tıpkı Soylu ve Kurum’un deprem sonrası yaptığı gibi. Bakanlarımız keşke bu “başarı” söylemlerini hayatlarını kaybedenlerin yakınlarının yüzlerine karşı söylemeyi “başarsalardı.” Covid-19 sürecinde yakınlarının cenazesine dahi gidemeyenler, depremde vinçlerle toplu mezarlara gömülen insanların yakınlarına ne kadar “başarılı” olduklarını anlatabilselerdi.
Ateşin düştüğü yeri yaktığı bir ortamda “biz gelişmiş ülkelerden şöyle iyiyiz, böyle kralız, dışardan geldiler, şaştılar, abooo nasıl da bu kadar çok çadır kurabildiniz” dediler söylemi, “felaketlere” düpedüz siyaset karıştırmaktır. Ayrıca “gelişmiş ülkelerle yarışmaya bu kadar meyilliyseniz GSMH’daki durumumuzu o ülkelerle karşılaştırmak ya da sanayide, istihdamda, teknolojide, tarımda, eğitimde dünyada gelişmiş ülkelere kıyasla nerelerde olduğumuzu dile getirmek neden hiç aklınıza gelmedi?” sorusunu sormak da en tabi vatandaşlık hakkımızdır. İstatistikse, veriler bir Google araması uzaklıkta…Şampiyon olduğumuz alanlar zaten belli, iş ve kadın cinayetleri, trafik kazaları. İfade özgürlüğü, demokrasi gibi konulara hiç girmiyorum bile...
Rakamlar sadece virüs ya da deprem meselelerinde değil her konuda nereye çekerseniz oraya gelir. Seçim sonuçları neyi gösterirse göstersin mutlaka “başarılı” olacak bir sonuç bulur siyasetçiler. “Geçen seçime göre oyumuzu koruduk, biraz düştü ama rakibimizin daha çok düştü”, “Büyük kentleri kaybettik ama küçükleri kazandık, küçükleri kaybettik ama büyükleri aldık.” Hatta Doğu Perinçek genişliğine sahipseniz, binde sıfır bilmem kaç oy alsanız dahi her seçimi kazandığınızı pişkince iddia edebilirsiniz.
Çatışmalarda az ya da çok kayıp verseniz de her zaman iyiye gider işler, zaten her seferinde “misliyle karşılık verirsiniz.”
Oysa “az” nedir?
“Çok”un ölçüsü nasıl belirlenir?
Asla yaşanamayacak hayaller nasıl ölçülür?
Misal “50793” çok mudur?