AZMİ KARAVELİ
Tavuk dönere ve skimpflasyona şükretmenin dayanılmaz huzuru
Ankara'da kılıçlar çekildi, birilerini tutuklayanları tutuklamışlarken, ortalık toz dumanken, dün "eee idam etseydiniz bari" dedirten Kobani kararlarının ortasında biz bugün biraz tavuk dönerden bahsedeceğiz. Zira futboldan ödünç almak gerekirse "tavuk döner asla sadece tavuk döner değildir."
Hızlı fakirleşme süreçleri, gündelik yaşam pratiklerimizi, alışkanlıklarımızı her geçen gün daha çok etkiliyor. Zira gün geçmiyor ki bir sokak röportajında “nerede kriz var canım, haaayinler, bütün kafeler dolu bak” cümlelerine maruz kalmayalım. Bu,“telefonunu göster” gibi beylik klişe oldu artık. Bu konuyla ilgili olarak geçen hafta Özgür Demirtaş da isyan etmişti, haksız değil, 85 milyon nüfusun içinde yüzde 10’luk, hadi abartarak söyleyelim, bilemediniz 20’lik bir kesimin gidebildiği ve haliyle de mekânları doldurabildiği bir ülkeyiz. Kalan yüzde 80-90’ın üç harfli marketlere mahkûm olduğu; bu duruma maruz kalırken de insana “ama hakikaten bir kaşar peyniri var ki A101’in, damağın düşer yeminle” gibi talihsiz meşruiyet açıklamaları kurdurtabilen, mükemmel bir düzen üzerine oturuyor AKP iktidarı.
Böylesi bir ortamda dikkatinizi mutlaka çekiyordur, son dönemlerde en çok açılan yemek mekânları tavuk dönerciler, çiğ köfteciler ve pilavcılar. Hatta aynı dükkân içinde pilav yiyip, tatlı niyetine de çiğ köfte almanız pekâlâ mümkün. Elbette tavuk tantunicilerimiz de alınmasınlar, onlar da yükselen trendlerimiz arasında, haklarını teslim edelim...
Et döner ya da içinde et barındıran hemen her şey artık lüks segment yemekleri oldu. Son zamanlarda büyükşehirlerde pırtlak gibi açılan zincir et dönerciler ortam dekorasyonunu ve tabağınızın sunum zayıflığını saymazsanız nerdeyse “fine dining” mekânları haline geldi. Hadi size bir kamu hizmeti sunayım ve bu kavramı açayım: Hani Bebek, Etiler, Çankaya ya da güney sahillerinde sanat yapıtı gibi dizayn edilmiş, tabakların dibinde “len acaba bunlar da yeniyor mu” dediğiniz küçük çakıl taşları olan, minnak porsiyonlu, lakin ailecek gitmeniz durumunda bir aylık asgari ücret kadar hesap ödediğiniz yerlere fayndayning deniyor işte. Çok değil, birkaç yıl önce buralara bayıldığımız hesapları şimdilerde, markalaşan eski sanayi tipi esnaf lokantalarından gelen Mahmut, Hakkı, Selami Ustalara (isimleri rastgele seçtiğimi anlamışsınızdır) veriyoruz…
Artık herkes eşit değil mi zaten? Üniversitelerin kalitesini yükseltemiyorsak Boğaziçi gibi okulların niteliğini aşağıya çekelim, böylece hepsini aynı seviyeye getirelim, asgari ücretlilerin hayat standardını yükseltemiyorsak beyaz yakalıları asgari ücretlilere yaklaştıralım, mantık bu. Onlarca yıldır et döner yemeye alışmış damakları da bir alt lige indirmek zor olmasa gerekti. Bu nedenle, içine ne idüğü belirsiz soslara bulanmış, yine ne idüğü belirsiz “tavuk” boca edilmiş “zurna dürüm” dönerle olan imtihanımız, bu dönemin gastronomi kültürünü yazacaklar açısından harika bir malzeme olacak. Dışarıda yemek yeme, başka deyişle AVM’lerin fast food alanlarında “sosyalleşme” halimizin sürdürülebilirliği için tavuk döner bulunmaz bir nimet ve belki de son kale.
“Bir yerde tavuk döner varsa orada hala umut vardır” diyordu Cem Yılmaz, Arif V216 filminde. İlk başta hayli komik gelen bu cümle aslında paradoksal olarak geldiğimiz durumun sefilliğini de ortaya koyuyor. Tavuk döner (ki gerçekte martı mı tavuk mu, bilmediğimiz) yiyebiliyorsak, hala ekmek ya da dürümün içine koyacak bir şeylerimiz var demektir mesajı, kitlelerin rızasının inşaası için gayet güzel çalışan bir mekanizma aslında. “Yaaa ne kadar nankörsünüz, zurna boyutunda döner yiyorsun, buna da ulaşamayanlar var” cümlesine maruz kalınca o sihirli, o karşı konulması güç kavramla bir kez daha yüzleşiyoruz: Şükür etmek.
Kafamız şöyle çalışıyor: Kafeler doluysa, bunda benim de payım var, şanslı azınlık içindeyim. Ailecek ayda bir de olsa gidip tavuk dönerimizi ya da pilav üzerine didiklenmiş tavuğumuzu yiyebiliyorsak, ne mutlu bana, şükür etmeyip de ne yapayım, Allah çarpar. Çok kolay bozulan, soğuk zincir sorunu büyük olan bu ürünler ertesi gün biraz bağırsaklarımızı bozabilir ama o kadarı kadı kızında da olur canım.
AKP’nin 22 yıllık iktidarını sürdürülebilir kılan, son derece güçlü bir dinsel motif bu. 44 yıl önceki askeri darbede adeta iğdiş edilen toplumsal örgütlenme refleksini ikame ediyor “şükretmek”. Her şey bireysel, her şey senden ötürü, politikayı, ekonomiyi, bazılarının vahşi dediği bu sistemi asla suçlama, hepsi senden ötürü, yeterince çalışmadın, hak etmiyorsun eti, düştün işte tavuk döner ligine… Neyse ki cuma hutbeleri seni düşünüyor, öteki dünyada fakirlere cennetin tapusunu veriyor.
Daha iyiyi, daha güzeli talep etmek yerine, şüküre dayalı bu toplumsal körlük haline tamah eden zihniyet, son seçimlerde bir anlamda “ee yeter ama” dedi. Ancak bu düzenin yarattığı tahribatın önümüzdeki 4 yıl içinde nerelere evrileceğini kestirmek kolay değil. Örgütlenme ya da eylem pratiği körelmiş geniş kitlelerin, 1 Mayıs’ta lider zaafiyeti ile birlikte nasıl hayal kırıklığına uğradığını gördük.
Yaşadığımız toplumsal skimpflasyon aslında. Mahfi Eğilmez’in tanıştırdığı skimpflasyon, ürünün içeriğinin değiştirilmesi, kalitesinin düşürülmesi sonucu ortaya çıkan daha düşük değerdeki bir malın aynı fiyatla satılması olgusuymuş. Bilmiyorduk, öğrendik, bu nefis kavramı. Et döner yiyemiyorsan üzülme bir alt kategoride tavuk döner seni bekliyor, teselli ikramiyesi gibi, etsiz çiğ köfte olur mu deme, bal gibi olur, alt lige düşmüş olabilirsin ama sakın üzülme hâlâ ayaktasın işte.
Ekmeğinden rakısına kadar pandemide başlayan evde üretim artık patern oldu. “Suat abi evde bir rakı yapıyor, dibin düşer, inanır mısın göbek rakısı halt etmiş” cümlelerini kurmazsak ruhsal anlamda ayakta kalmamız çok zor. Özal’ın kavramsallaştırdığı “orta direk” dost/akraba sohbetleri tamamen ayakta kalmanın zorlukları üzerine şekilleniyor artık. Orta sınıf hızla fakirleşiyor, bir alt kategorilere alışmaya çalışıyor. Gündelik yaşam kariyerlerinde Macro Center’dan Bim’e, Migros’tan A101’e “düşey geçiş” yapıyorlar.
Konu örneklerle uzar gider. Bu toplumsal skimpflasyon dünyasında yaşadıklarımız bireysel falan değildir, benden duymuş olmayın ama tavuk döner sosuna kadar, çiğ köfte maruluna kadar, pilav üzerine her kim icat ettiyse ketçapına kadar her şey POLİTİKTİR.