İLKE ATİK TAŞKIRAN
2025’te yaşanan sessiz dönüşümler
Bazı yıllar vardır, takvim değişir ama hayat aynı kalır.
Bazı yıllar vardır, hayat değişir ama bunu takvimden değil, kendimizi nerede dururken bulduğumuzdan anlarız.
2025 işte o yıllardan biri oldu.
Bu yıl teknoloji yeni olmaktan çok merkezi hale geldi. Artık kenarda duran, öğrenilen, kullanılan bir şey değil; gündelik hayatın karar verici katmanına yerleşmiş bir yapı haline geldi.
Bu yıl sadece teknoloji hızlanmadı; insan yavaş yavaş yerinden oynadı.
Yetkileri devralan yapay zeka
Yapay zeka 2025’te ortaya çıkmadı ama ilk kez bu kadar yaygın biçimde inisiyatif aldı. Takvimleri düzenleyen, mesajlara yanıt veren, müşteriyle konuşan, içerik üreten, rapor yazan sistemler artık yardımcı değil; çoğu zaman karar verici haline dönüştü.
Bu yıl insanlar fark etmeden bir eşiği geçti. Ne yapmaları gerektiğini ya da ne istediklerini sorgulamadan önce, ChatGPT’nin önerisini referans almaya başladı. Bu durum teknolojik bir gelişmeden çok, kültürel bir kırılmaya işaret ediyordu. Çünkü karar verme becerisi, insanın kendini özne olarak hissettiği son alanlardan biriydi. 2025’te o alan sessizce paylaşıldı.
Kırılgan gerçekliğin muhakemesi
Bu yıl önce fotoğrafların, sonra videoların gerçekliği sorgulanır hale geldi. 2025’te tanıklığa olan güven sarsıldı. Sesler taklit edilebiliyor, yüzler birebir üretilebiliyor, bağlamlar kesilip yeniden kurgulanabiliyor. Bir görüntünün gerçek olmasının bile artık onu anlamlı kılmadığı bir yıl oldu.
Bu yıl gerçeğin, teknik olarak üretilebilir bir şey değil; etik olarak korunması gereken bir şey olduğunu büyük harflerle anlattı ve bu korumanın, algoritmalarla değil, insanın muhakemesiyle mümkün olacağını hatırlattı.
Mecburi görünür olma baskısı
2025’te görünürlük bir tercih olmaktan çıktı. Dijital kimlikler daha bütünlüklü, daha izlenebilir, daha kalıcı hale geldi. Artık sadece ne söylediğimiz değil; neye baktığımız, ne kadar durduğumuz, neyi geçip sustuğumuzun da kayıt altında olduğu gözler önüne serildi.
Bu yıl sessizlik bile davranışsal veri oldu. Gözden kaybolmanın neredeyse imkansızlaştığı bir çağda, görünürlük varlığın doğal hali olmaktan çıkıp kesintisiz bir kanıtlama sürecine dönüştü. Geri çekilmenin, bu çağda nadirleşen bir tercih alanı olduğu fark edildi.
Hızın getirdiği yorgunluk
2025’in belki de en sessiz ama en yaygın deneyimi buydu. Karar yorgunluğu. Bildirim yorgunluğu. İçerik yorgunluğu. Sürekli yetişme hali.
Bu yıl hız, kutsanan bir değere dönüştü. Durmak, düşünmek, beklemek neredeyse birer kusur gibi konumlandı. Teknoloji insanın sınırlarını zorladıkça, bu sınırların neden var olduğu da daha görünür hale geldi.
Teknoloji ilerlerken insan
2025’in sonunda elimizde yeni cihazlardan çok yeni farkındalıklar kaldı. Her şeyin otomatikleşebildiği bir dünyada, bunun gerekip gerekmediği daha sık sorulur oldu. Görünürlük artarken mahremiyetin nereye çekileceği, kararları sistemlere devrettikçe sorumluluğun da onlarla birlikte mi el değiştirdiği ve insan olmanın payının bu yeni düzenin neresinde konumlandığı giderek daha belirgin biçimde tartışılmaya başlandı.
Belki de 2025’in bıraktığı en net iz, teknolojinin nötr bir zemin olmadığı gerçeğiydi. Her araç, içine yerleştirildiği niyet kadar şekil alıyor; her sistem, temas ettiği insanı dönüştürüyor. Konumuz artık neyin mümkün olduğu değil, neyin normalleştirildiği. Teknolojinin yönünü, teknik gelişmeler değil, toplumun hangi sınırlardan vazgeçmemeyi seçtiği belirliyor.
Gelecek nasıl bir insan istiyor?
2025, gelecek geldi yılı değildi. Geleceğin nasıl bir insan istediğini gösteren bir yıldı.
Bu hızın içinde insan kalabilecek miyiz, yoksa sadece iyi entegre olmuş kullanıcılar mı olacağız?
Bu yüzden odağımız teknolojinin ne yapabildiği değil, insanın neyi yapmayı seçtiği. 2025 yılı bize hızın ve otomasyonun değil, sınır koyabilmenin gerçek belirleyici olduğunu gösterdi.
2026 ise daha akıllı sistemlerin değil; daha bilinçli tercihlerin yılı olacağını şimdiden bize söylüyor.