ÖZLEM KAYGUSUZ
AB’nin Macaristan derdi: Parayla saadet veya hukuk devleti olur mu?
Macaristan’ı on iki yıldır yöneten Viktor Orban’ın 3 Nisan’daki genel seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanarak dördüncü kez başbakan olması, populist/ otoriter liderlerin ve aşırı sağ yükselişin Trump’ın ardından Orban’ın da yenilgisi ile nihayet durdurulabileceği beklentisi içinde olanlar için büyük bir hayal kırıklığı oldu.
Macaristan siyasetinde ortaya çıkan tablo seçim sürecine giren Türkiye’de de ilgi ile izlendi. Zira oldukça benzer bir biçimde Macaristan’da da altı muhalefet partisinin iktidarı değiştirmek üzere biraraya gelmiş olması ve bunu başaramaması Türkiye’deki muhalefet için derslerle dolu bir tecrübe oldu.
2010’dan beri ülkeyi adım adım otoriterleştirmiş, demokratik kurumları neredeyse ortadan kaldırmış, yargı, sivil toplum, medya, muhalefet ve üniversiteleri büyük bir siyasal baskı altına alarak ülkeyi yaşanmaz hale getirmiş, iktidarını yarattığı yolsuzluk ekonomisiyle gün be gün daha da sağlamlaştırmış sağ populist bir lider, iktidardan demokratik yollarla uzaklaştırılabilecek miydi? Maalesef bu gerçekleşmedi ve Macaristan örneği bize gösterdi ki, küresel düzeyde yapısal nedenleri olan demokratik gerileyişten ve güçlü otoriter liderlerden kurtulmak o kadar kolay olmayacak.
DEĞERLER KRİZİ
Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda da aşırı sağın toplam oyu yüzde 33’e ulaştı ki, bu oran Fransa için çok çok yüksek. Bu gelişmeler, Amerikan seçimlerinin yarattığı liberal demokrasiye dönüş rüzgarının henüz Avrupa’da esmeye başlamadığını gösteriyor.
Macaristan seçim sonuçları genel olarak Avrupa siyasetinde, özel olarak da Avrupa Birliği’nde yakın dönemde yaşanacak tartışmaları belirleyebilecek bir gelişme. Zira Avrupa Birliği’nde Orban’ın yenilgisi ile Macaristan’da yaşanacak demokratik dönüşüm umutla bekleniyordu. Yıllardır bu ülkedeki demokratik gerileyişe ciddi bir yanıt üretemeyen AB, Orban’ın pek çok alanda Birlik politikalarına meydan okuyan söylemlerinden ve Birliğin küresel prestijini sarsan demokrasi karşıtı tutumundan bıkmış durumdaydı.
Orban döneminde Macaristan açık bir şekilde Kopenhag kriterlerinin gerisine düşmüştü. Dahası Birlik içinde Polonya, Macaristan, Slovakya, Çekya, Romanya, Hırvatistan gibi ağırlıklı olarak eski Doğu Bloku ülkelerinden oluşan ve demokratik standartlar bakımından sürekli gerileyen ayrıksı bir grup ortaya çıkmıştı. Bu durumun yönetilememesi Birliğin geleceği tartışmalarının en önemli başlıklardan birini oluşturuyordu. Hatta Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB normlarından giderek uzaklaşması aslında Birlik çapında yaşanan bir ‘değerler krizi’ olarak nitelendiriliyordu.
POLONYA VE MACARİSTAN
Gerçekten de bu ülkelerdeki demokratik gerileyiş iki açıdan Avrupa bütünleşmesinin geleceğini tehdit ediyor: Birincisi, özellikle Polonya ve Macaristan örnekleri Birliğin üyelerini demokratikleştirmede aslında başarısız olduğununu gösteriyor. Çünkü son tahlilde üyelik müzakereleri sürecinde oldukça kısa bir sürede ‘Avrupalılaşan’ bu devletler, yine oldukça kısa bir süre içinde ulaştıkları demokrasi düzeyinin gerisine düştüler. Demek ki AB güdümünde gerçekleşen demokratikleşme aslında kalıcı ve istikrarlı bir dönüşüm değil. Bu başarısızlık durumu, Birliğin küresel ölçekte demokrasinin en üst düzeyde geliştiği siyasal düzeni kurma iddiasının ve dönüştürücü gücünün sorgulanmasını beraberinde getiriyor. İkinci olarak, bu ülkelerin özellikle göç yönetimi, temel hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi çok temel konularda Birlik politikalarıyla karşı karşıya gelmeleri AB kurumlarının gücünün de sürekli test edilmesine neden oluyor. Yine özellikle Polonya ve Macaristan örnekleri, AB kurumları arasında kriz yaratan bu sorunun Birliğin bir bütün olarak kalması ve bütünleşmenin ilerlemesinin önünde bir engel oluşturabileceğini gösteriyor. Bu nedenlerle Macaristan’daki demokratik gerileyişin başlıca müsebbibi Orban iktidarı ile AB arasındaki ilişkiler uzunca bir süredir oldukça gerilimli seyrediyordu.
Son olarak Orban’ın Rusya’dan aldığı doğalgaz ve petrol ödemelerini Putin’in istediği gibi ruble ile yapabileceğini söylemesi AB liderlerini çileden çıkarttı; çünkü bu açık bir biçimde AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımların delinmesi anlamına gelecekti. Bu nedenle Fidezs- Hıristiyan demokrat ittifakı liderinin seçim sonuçlarını ‘Öyle büyük bir zafer elde ettik ki, bu zafer aydan bile görünür; ama esas Brüksel’den göründüğüne eminim’ diyerek duyurmasına karşı AB’nin yanıtı gecikmedi.
AB'NİN ORBAN'A YANITI
Seçimden sadece birkaç gün sonra Komisyon Başkanı von der Leyen, Macaristan’da hukuk devleti normunun defalarca ihlal edilmesine karşı Hukukun Üstünlüğü Mekanizması’nın yani yeni yaptırımların başlatılacağını duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından da Macar parası forint avro karşısında ciddi bir düşüş yaşadı (yüzde 5) ve Budapeşte Borsası yüzde 5.98 değer kaybetti.
Macar hükümeti AB fonlarının kesilmesini gündeme getirecek bu yaptırımların uluslararası finans çevrelerinde yaratacağı olumsuz etkileri önlemek için art arda açıklamalar yapmaya başladı. Macar Maliye Bakanı yakın vadede AB fonlarının kesilmesinin söz konusu olmadığını, Birliğin başlattığı yeni prosedürün en az altı ay alacağını ve bu süre zarfında alacakları tedbirlerle Brüksel’in kaygılarını gidereceklerini açıkladı.
Bu açıklamalar neden önemli? Çünkü Macaristan’daki makro ekonomik göstergeler çok kötü olmamakla birlikte, ülkede yıllardır kamu kaynaklarının çarçur edildiği bir yolsuzluk düzeni hakim. Diğer yandan da Orban’ın özellikle son bir yılda oylarını arttırmasını sağlayan seçim ekonomisi de ülkenin hızlı dış kaynak ihtiyacını ciddi ölçüde arttırmış durumda. Henüz yeni hükümet kurulmadan ortaya çıkan bu tablo bize aslında şunu gösteriyor: AB bir üye ülkeye ilk kez uygulanacak bu koşulluluk mekanizması ile Orban iktidarını nihayet zorlayabilecek bir durum yaratmışa benziyor. Diğer bir değişle AB’nin yeni sopasının bu kez işe yarayarak Macaristan’ın tahrip olmuş hukuk devletini onarabilme olasılığı ortaya çıkmış görünüyor. Peki nedir bu yeni sopa?
AB FONLARI ORBAN AİLESİNE Mİ GİDİYOR?
Avrupa Birliği hukukun üstünlüğü normu ihlalleri ve yolsuzluk iddiaları nedeniyle Macaristan’a yapılan yardımları 2021’de zaten durdurmuştu. Bu yardımlar AB’nin üye ülkelere pandemiyle mücadele için sağladığı kredi ve hibelerden oluşan Kurtarma Paketi kapsamında yapılıyordu. Macar hükümetinin AB’den aldığı fonları nerelerde kullandığı, bu fonların kimlere dağıtıldığı Birlik içinde epeydir sorgulanıyor; çünkü AB fonlarından en fazla yararlanan üyelerden biri olan Macaristan, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2022 verilerine göre yolsuzlukların en fazla olduğu ikinci AB ülkesi. Orban’ın ailesinin ve yakın çevresinin AB’nin sağladığı fonlarla yürütülen kamu ihaleleri üzerinden muazzam zenginleşmesi özellikle rahatsızlık yaratan bir durum.
Bu yolsuzluk düzenine ve demokratik gerileyişe karşı Birlik kurumları bu zaman kadar etkili bir mücadele veremediler. Çünkü en temelde AB antlaşmalarında ya da mevzuatında üye bir ülke AB normlarından bu ölçüde uzaklaştığında ne yapılacağına dair bir izlek yok.
Komisyon Macaristan’ı defalarca Avrupa Adalet Divanı’na şikayet etti. Avrupa Parlamentosu 2018’de Roma Antlaşması’nın, Birliğin dayandığı temel değerleri sürekli ve ciddi bir biçimde ihlal eden bir üyenin Konsey’deki oy hakkının askıya alınabilmesinin yolunu açan 7. maddesini uygulamaya koymaya çalıştı; ancak bu girişim siyasi nedenlerle tıkandı.
Kurtarma Fonu’nun ve Birliğin 2021- 2027 bütçesinin kabul edilmesi sürecinde AB fonlarının dağıtımı yine hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanmasına bağlanmaya çalışıldı ancak burada da Polonya ve Macaristan’ın itirazları nedeniyle etkili bir mekanizma kurulamadı.
Son olarak Birlik içinde başını Hollanda’nın çektiği Batı Avrupa devletleri ve Avrupa Parlamentosu’nun baskısı ile 2020 yılı sonunda Hukukun Üstünlüğü Mekanizması oluşturuldu. İşte AB’nin Macaristan’a karşı kullanacağı yeni sopa bu mekanizma. 2021 başında yürürlüğe giren mekanizma, bir üye ülkede hukukun üstünlüğü normu ihlallerinin AB bütçesini yani Birliğin mali çıkarlarını etkileme riski oluştuğunda, bu ülkeye fon akışını sınırlandırılabilecek. Örneğin bu üye ülkede ulusal mahkemeler siyasi baskı altında hukuka uygun kararlar alamadığı için Birliğin mali çıkarları zarar görürse, Birlik fonları kesmek için bunu gerekçe olarak kullanabilecek.
Yargı bağımsızlığının büyük ölçüde ortadan kalktığı Polonya ve Macaristan, AB kurumlarının bu tür bir koşulluluk mekanizması yaratmaya yetkilerinin olmadığı gerekçesi ile Avrupa Adalet Divanı’na dava açtılar ve geçtiğimiz Şubat ayında mahkeme kritik bir karar vererek her iki ülkenin itirazını reddetti; yani mekanizmanın yasallığını onayladı. Bu karar genel olarak çok önemli bulunuyor; zira Adalet Divanı artık temyiz edilemeyecek bir biçimde, AB değerlerini ihlal eden devletlerin Birlik bütçesinden yararlanmalarını önlemek için en güçlü araç olan koşulluğu garanti altına almış oldu. Bu mekanizma 1,8 trilyonluk AB bütçesinden Macaristan’ın alacağı fonları önemli ölçüde kısıtlayabilir.
AB YAPTIRIMLARI DEVREDE
Sonuç olarak Komisyon Başkanı von der Leyen’in geçtiğimiz 6 Nisan’da bu mekanizmanın harekete geçirileceğini açıklaması uluslararası finansal çevrelerde Macaristan aleyhine ciddi etkiler yaratabilir. Mekanizmanın işlemesi durumunda Orban’ın karşılaşacağı riskler büyük; çünkü yeni hükümet sadece AB fonlarından mahrum kalmakla kalmayacak, AB’den bu çapta yaptırım alan bir ülkeye kimse yeni borç vermek de istemeyecek.
Bu tabloda vahim olan ise şu: Avrupa’nın büyük tarihsel mirası, liberal/ demokratik düzenin en önemli ilke ve kurumu olan hukukun üstünlüğü normunun AB sınırları içinde korunabilmesinin yolunun paradan geçiyor olması. Yani Avrupa’yı Avrupa yapan bir normu korumanın tek yolunun, bu normu ihlal eden bir ülkeye para musluğunu kısmak olması. Avrupa kimliğinin böylesine temel bir değerinin parayla korunmak durumunda kalınması, bu konuyla ilgili uzlaşmanın değerler üzerinden değil, AB’nin mali çıkarları riske girdiği için ulaşılabilmesi, sadece Polonya ve Macaristan’ın değil, AB’nin kendisinin çok daha derin bir değerler krizi ile karşı karşıya olduğunu bize gösteriyor.
Gelinen noktada, Avrupa’daki mevcut liderliğin Avrupa kimliğinde böylesine derin bir bir yarılmanın nasıl ortaya çıktığını ya da bu krizdeki ahlaki sorumluluğun kimde olduğunu tartışmak yerine, yeni mekanizmayı hızla hayata geçirmeye çalıştığını görüyoruz. Orban’ın bu yeni mekanizmayla yani parayla terbiye edilip edilemeyeceğini, Avrupa Birliği’nde parayla saadet ve/ veya hukuk devleti olup olmayacağını bize zaman gösterecek.