ÖZLEM KAYGUSUZ

ÖZLEM KAYGUSUZ

Gülşen meselesi, HDP-İYİ Parti gerilimi ve bir gece ansızın gelen yepyeni Türkiye

Pop müzik sanatçısı Gülşen’in tutuklanması gibi en hafif deyimle tuhaflıklarla dolu birkaç haftanın ardından giderek yükselen siyasi gerilim, sonunda altılı masayı epey sarsabilecek HDP- İYİ Parti çatışması ile adeta patladı. Birkaç haftadır ara vermek zorunda kaldığım yazılarıma, her sene bu vakitler rutin olarak karşımıza çıkarılan, dünyanın en saçma soruları sıralamasında ilk ona girebilecek, "Türkiye- Yunanistan savaşır mı sorusuna değinmeden nasıl dönebilirim?" diye düşünmekte olduğum bir zamanda, bu yeni mevzu doğrusu çok ilgimi çekti.

Meseleyi biraz olsun hafifletmek için böyle bir giriş yapmış olsam da, elbette HDP ile İYİ parti arasında alttan alta epeydir kaynayan gerilimin nasıl yönetileceği kısa vadede çok çok kritik bir mesele. Öte yandan her iki partinin temsil ettiği kitlelerin karşı karşıya gelmesi ve orta/ uzun vadede bu siyasal gerilimin toplumsal bir gerilime dönüşmesi de azımsanmayacak bir risk. Dolayısıyla bırakın hafife almayı, gündelik siyasi tartışmalar içinde, siyaset oyunlarına indirgenmemesi gereken son derece ciddi bir durum söz konusu. Bu gerilimin iyi yönetilememesi, siyasi tarihimizin daha önce benzeri görülmemiş, büyük emeklerle kurulmuş en geniş muhalefet bloğunu en iyi ihtimalle etkisizleştirebilir; en kötü ihtimalle de dağıtabilir. Ne yazık ki her iki ihtimal de, Türkiye’de Haziran 2023 seçimleri ile gerçekleşmesi umulan siyasal değişimin ne kadar büyük bir risk altında olduğunu açıkça gösteriyor. Diğer yandan aşağıda göstermeye çalışacağım gibi, Gülşen meselesinin ve ‘‘Bir gece ansızın gelebiliriz’’ denilerek tırmanan Türk-Yunan uyuşmazlığının aslında nasıl da birbirleriyle ilişkili konular olduğunu görmemizi sağlıyor. Çünkü bu iki konu, eğer HDP-İYİ parti çatışması yönetilemez de Altılı Masayı dağıtırsa, seçimi kazanmış bir Cumhur İttifakı’nın kuracağı Yepyeni Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağını bize çok iyi gösteriyor.

Önümüzdeki günlerin siyasi gelişmelerini doğrudan belirleme gücü olduğu için, HDP- İYİ parti geriliminin iç siyasetin merkezine yerleşmesi kaçınılmaz. Bugünden itibaren Altılı Masa’nın üzerinde uzlaşmaya çalıştığı tüm meselelerin üzerine artık iyice açığa çıkan bu gerilimin gölgesi düşecek. Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı da bu gerilim etrafında şekillenecek. Ancak ben bu yazıda doğrudan HDP- İYİ parti gerilimini ve olası etkilerini ele almak yerine, sıradan vatandaşlar olarak meseleye nereden bakmamız gerektiğini ve mevcut ezberlerin ötesine nasıl geçebileceğimizi tartışmak istiyorum. Çünkü HDP- İYİ parti gerilimi dediğimiz şey, bir ülkede farklı kesimleri temsilen rekabet eden iki siyasal parti arasındaki herhangi bir gerilim değil. Bu gerilim, milliyetçiliğin siyasal yaşamımızı daha ne kadar belirleyebileceğine dair sonuçları olacak bir gerilim. Hangi kimliğin savunursa savunsun, gücü ve etkisi ne düzeyde olursa olsun, milliyetçi duygu ve güdülerin Türkiye’nin halen çözülememiş bir arada yaşama sorunlarını daha ne kadar çözümsüzlüğe sürükleyebileceğine dair bir gerilim. Daha kısa ve öz bir şekilde ifade etmek gerekirse, HDP- İYİ parti arasındaki çatışma, Türkiye’de milliyetçiliğin, her şeye rağmen yaşamaya devam eden demokratik düzene daha ne kadar zarar verebileceğine dair bir çatışma. Bu nedenle de sadece yaklaşmakta olan seçim bağlamında değil, gerçek bir demokrasi umudunu yitirmemiş tüm kesimlerin üzerinde sakin ve sağduyulu bir şekilde düşünmesi gereken bir gerilim.

Bu noktadan bakıldığında da bugünden yarına içinden çıkılabilecek bir mevzu da değil. Kısa vadede bir yandan gelişmeler sakince izlenirken, diğer yandan da sadece siyaset yapan kişilerin değil, siyasal alanda bulunan herkesin bu konuda açıklıkla konuşması ve yapıcı öneriler geliştirmesi olabilecek en iyi gelişme olur; ancak Türkiye siyasetinin bu tür bir olgunluğa ulaştığını gösteren pek bir veri de elimizde yok. Dolayısıyla vatandaşlar ve sivil toplum olarak siyasal alandaki tüm aktörleri elimizden geldiğince zorlamamız gerekiyor. Çünkü aslında bu çatışma maharetle yönetilebilirse, Altılı Masayı bir seçim ittifakından ‘‘Büyük Koalisyona’’ dönüştürebilecek, özel ve kurucu bir çatışma. Diğer yandan da Türkiye siyasetinde değişim vadeden tüm aktörler için bir test zemini. Kimin değiştiğini, kimin demokrasiyi içselleştirdiğini, kimin toplumun ihtiyaç ve beklentilerini ön plana alarak siyaset yaptığını gösterecek bir turnusol kağıdı. Çoğunlukçu değil, çoğulcu bir demokrasi için temsil ettiğiniz kitleleri nasıl dönüştüreceksiniz? Kritik adımlar atabilecek misiniz? Gerçek bir liderlik ortaya koyabilecek misiniz? Gerekirse kendi siyasi geleceğinizi riske atıp, bu gidişat içinde olumlu anlamında bir kırılma yaratabilecek misiniz? Yoksa kendi partiniz içindeki güç oyunlarının içinde, dar alanda kısa paslaşmalarla yetinerek iktidar oyunlarına yenik mi düşeceksiniz? Gerçekten birlikte hareket edebilecek misiniz? Altılı Masanın tüm liderleri bu soruların yanıtını vererek, tüm karar ve eylemleriyle göstermek zorunda oldukları bir aşamadalar artık. Gün bu gün gibi görünüyor.

Peki, yukarıdaki temel argümana dönersek, eğer meselenin özü milliyetçiliğin siyaset üstündeki sultasını kırmaksa, vatandaşlar olarak bunu Altılı Masa’dan nasıl talep edeceğiz? Soruyu bu kadar basite indirgediğinizde, yanıtın da basit olduğunu görebiliyorsunuz. Şöyle diyeceğiz: ‘‘Biz bu ülkenin demokrasiye inanmış vatandaşları olarak, bir kadının giyimi ve toplumsal yaşamda kendisine biçtiği duruşu nedeniyle tutuklandığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz. Ve aynı şekilde, her yaz aynı ittifak içinde yer aldığımız, komşu bir ülkeyle hiçbir anlamı ve yararı olmayan gerilimlere sürüklenerek dış politikada sürekli zemin kaybeden, Batılı kimliğinden ve demokrasiden koptuğu için ekonomisi çöküşe sürüklenen, tüm insani gelişmişlik standartlarında sürekli gerileyen bir ülkede yaşamak da istemiyoruz. Ne napın yapın, milliyetçiliğin bir kez daha siyaseti esir almasına neden olacak bu meseleyi çözün; aksi takdirde hepimiz şu anda fragmanını izlediğimiz bir gece ansızın gelen ‘‘Yepyeni Türkiye’’ filminin figüranları olacağız.’’

Elbette ki ne Gülşen’in önce tutuklanıp sonra ev hapsine alınması; ne de Türk- Yunan uyuşmazlığı dediğimiz sorunlar kümesinde gelinen aşama esas mesele. Bunları olsa olsa 2010’ların başından bu yana içinde bulunduğumuz sürecin geldiği son noktayı simgeleyen yeni örnekler olarak niteleyebiliriz. Pop sanatçısı Gülşen’in başka şeyler bahane edilip, esas olarak giyimi ve LGBTİQ+ siyasetine verdiği destek yüzünden, ibret-i alem için tutuklandığı çokça tartışıldı. Bu konu sevgili Nuray Mert’in en isabetli bir şekilde dile getirdiği gibi, ne bir ifade özgürlüğü, ne de bir kesime yönelik bir hakaret meselesi. Bu mesele, Altılı Masa seçimi kaybederse, eşitlikle birlikte demokrasinin olmazsa olmazı olan bireysel özgürlüğün artık bu toplumda yeri olmayacağının bize açıkça gösterilmek istenmesi. ‘‘Yepyeni Türkiye’’ film fragmanın Gülşen’li sekansı, filmin içeriğine dair bu fikri veriyor.

Türk- Yunan uyuşmazlığında gelinen, ‘Bir gece, ansızın gelebiliriz’ aşamasına gelince. İlk bakışta 2017’den bu yana her yaz rutin olarak tırmandırılan ve her iki tarafın esas olarak iç siyasette kullandığı bu gerilim, dış politikada da bu kez biraz farklı bir duruma doğru gidildiğini gösteriyor. ABD’den hızla gelen sert tepkinin de gösterdiği gibi, kıyılarımıza yakın Yunan adaları, Kuzey Irak ya da Kuzey Suriye gibi bir gece ansızın girilebilecek yerler değil. Bunu herkesin bildiği gibi, iktidar koalisyonunun liderleri de elbette biliyorlar; ancak dile getirmekten imtina etmiyorlar. Geçtiğimiz aylarda Sayın Bahçeli’nin durup dururken Oniki Adalar’ın zamanında Osmanlı’dan haksızca alındığını ve bunun kabul edilemeyeceğini söylemesi, bu meselenin Cumhur İttifakının söylem havuzunda yerini çoktan aldığını zaten göstermişti. Burada biz sıradan vatandaşların görmemiz gereken mesele ise şu: Bu söylemin bu şekilde giderek yükseltilmesi, revizyonist bir dış politikaya doğru gidildiği anlamına gelir. Dünyanın bu ifadelerden alacağı mesaj, Türkiye’nin birçok açıdan haklı olduğu Ege sorunlarını bırakın istikşafi görüşmelerle çözmeye; artık akılcı ve diyaloğa dayalı bir şekilde ele almaya dahi niyeti olmadığıdır. Bu böyle anlaşılır. Daha birkaç ay önce NATO’ya sarsılmaz bağlarla bağlı olduğunu ifade eden bir yönetimin, içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sıkışmışlığa rağmen iç politikada olduğu gibi dış politikada da istikrarlı ve güvenilir adımları değil; revizyonizm ve yayılmacılıkla suçlanmasına neden olabilecek söylemleri tercih edebileceği düşünülür. Filmin ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ cümleli sekansında da bize verilen mesaj budur.

Sonuç olarak 'altılı masa’nın elbette çok zorlu bir konu olan HDP-İYİ parti denklemini iyi kuramaması ve 2019 yerel seçimlerinde kurulan işbirliğinin, çok daha hayati bir dönemde yeniden ve güçlü bir şekilde inşa edilememesi durumunda, Haziran 2023’den itibaren izleyeceğimiz ‘Yepyeni Türkiye’ filminin konusu, Gülşen meselesi ve Yunanistanla kriz üzerinden iyice ortaya çıkmış durumda. İyice anladık ki, Türkiye’de özgürlükler, demokrasi ve barış, Altılı Masanın ve HDP’de dahil tüm siyasi aktörlerin siyasetteki milliyetçilik sultasını kırıp kıramayacaklarına bağlı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ÖZLEM KAYGUSUZ Arşivi
SON YAZILAR