AKP'yi niye konuşmuyoruz?

SEDAT BOZKURT


Milletvekili seçimlerin üzerinden 1 ay, cumhurbaşkanlığı seçiminin üzerinden 15 gün geçti ama yarattığı sarsıntı muhalefet cephesinde halen devam ediyor. Aslında kaybeden kim olursa olsun bu sarsıntıyı yaşayacaktı. Cumhur ittifakı kaybetseydi şimdi MHP’yi ve AKP’nin geleceğini konuşuyor olacaktık. Elinden iktidar -yani devlet- gitmiş olan Erdoğan’ın politik geleceğini konuşacaktık. Cumhur İttifakı kaybetmiş olsaydı inanın çok ama çok farklı şey olacaktı konuşulacak.

Ama kaybetmedi.

O nedenle kaybeden taraf olan millet ittifakını konuşuyoruz. Tartışmaların merkezinde de CHP var doğal olarak. Yakında bu tartışma zeminine sert bir biçimde İyi Parti de girmiş olacak.

Millet İttifakındaki bu tartışmanın büyümesinin ana nedeni, seçimler kaybedildikten sonra buna ilişkin bir “B” planlarının olmamasıdır. 15 ve 29 Mayıs sabahı “enkaz altında kalmış” bir muhalefet bloğu ile karşılaştık. Oysa seçimler öncesindeki hazırlıklar listesinde, seçimler sonrasına ilişkin sadece kazanma ve muhtelif makamlara oturma hayalleri olmamalıydı. Seçimlerin iki seçenekli olduğu ve bunlardan birisinin de kaybetmek olduğu unutulacak, atlanılacak bir konu olamaz.

Birkaç yazı öncesinde anlatmıştım, “otokratikleşme eğilimi olan siyasi iktidarlarla mücadele kolay değildir. Çünkü karşınızda sıradan bir sivil siyaset yoktur, en ceberut haliyle devlet vardır” diye. Burada önce direnç bloğu oluşturup onu durdurup geriletmeniz gerekir. Bakın Erdoğan, 21 yılda, bütün kazanımlarıyla birlikte devletin kurumlarının ve toplumdaki değerlerin hepsiyle sabırla ve azimle mücadele ederek bugünkü mutlak gücüne ulaştı. Bunu yaparken yola çıktığı arkadaşlarını bile tasfiye etmekten çekinmedi. 21 yıllık mücadeleyle elde ettiği gücü bir seçimle elinden alamazsınız. Burada örgütlü ve kesintisiz bir direnç ve mücadele hattına ihtiyaç vardır. Direnç hattı 16 Nisan 2017 referandumunda kurulmuştur ve sonuç almıştır. 2007 referandumunda yüzde 68,9, 2010 referandumunda yüzde 57,9 evet oyu alan AKP, 2017 referandumunda hukuken tartışmalı olan yüzde 51’i zor almıştır hatta alamamıştır. Bunların hepsi AKP’nin gücünü tahkim etmek için yaptığı anayasa değişiklikleridir, maddeler farklı olsa da aynı niyet oylanmıştır. Şimdi önümüze gelecek herhangi bir referandumda AKP ve cumhur İttifakının hiç şansı yoktur.

Yüzde 52 ile cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın genel başkanı olduğu parti yüzde 35 oy almıştır. Bu oran ekonomik krizin ortaya çıkardığı siyasi çalkantılarla toptan siyaset ve kurumlarının çöktüğü dönemde gidilen ve AKP’nin ilk iktidar olduğu 2002 seçimlerinde aldığı oyla aynıdır. Yani elinde -bu kadar politik olarak- hoyratça kullanacağı devlet yokken, camilerin içinde miting yapamıyorken, medyanın tamamına yakınına sahip olmamışken aldığı oy oranıdır bu.

AKP aldığı oyla kıyaslandığında yüzde 20, toplam oy üzerinden bakıldığında yüzde 7’lik, bir siyasi parti için yıkım olarak kabul edilebilecek bir oy kaybıdır bu. 9 yıl içinde partisi (kendi oyu yüzde 52’de sabit kalsa da) yüzde 14 oy kaybetmiştir. Bu seçimde ancak 2’nci turda yakaladığı yüzde 52’ye ulaşmak için de nasıl ittifaklar kurmak zorunda kaldığını da gördük.

İlk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 2014’de Erdoğan’ın oyu yüzde 52’dir. 2018 yılındaki seçimlerde de yüzde 52’dir. Burada muhalefetin oluşturduğu direnç etkisini göstermiştir. Kafalarındaki modele göre Erdoğan’ın oyları her seferinde artmalıydı. Çünkü Orta Asya ülkelerinde hep öyle olur. Burada artmadı. 28 Mayıs’ta yüzde 52’yi tekrar bulsa da 14 Mayıs’ta yüzde 49’da kaldı. Yani geriledi. 9 yılda önce durdu sonra geriledi. Söylediğim gibi bu mücadele çok yoğun ve kesintisiz olursa sonuç alır. Erdoğan’ın sıradan bir siyasetçi olmadığını bu süreçte hiç unutmayın. Unutmamanız gereken bir başka detay da şu: Seçmenin yüzde 65’i Erdoğan’ın partisine oy vermiyor.

Anayasa meselesi

Ekonomide ve dış politikadaki keskin manevraların -daha doğrusu savrulmaların- etkisini azaltmak ve tartışılmasını önlemek için iktidar bloğu tekrar “yeni anayasa” söylemine sarıldı. Uzun bir süre cumhurbaşkanlığı sisteminin “muazzam” işlediğini anlatan MHP lideri Devlet Bahçeli, iddiasız ve soyut bir biçimde “varsa sistemde aksayan yanlar ele alınabilir” gibi yumuşak bir geçiş yaparak sistemde değişikliğin önünü açtı. AKP cephesinden de sürekli yeni anayasa açıklamaları geliyor.

Daha önce yapılan anayasa değişikliği pratiklerinden biliyoruz ki buradaki niyet yine partisel ve kişisel fayda. Bugün Erdoğan’ın yapmak istediklerinin önünde engel olabilecek bir anayasa hükmü, hatta aslında bir anayasa bile yok. Kaldı ki bunu yani anayasaya uyulup uyulmadığını denetleyecek bir sistem de kurum da mevcut değil. Şahane bir ortam yani herhangi bir iktidar için.

Yeni anayasa için Erdoğan yeni bir algoritma kuruyor. Niyeti cumhurbaşkanı seçilmek için yeterli olan yüzde 50 artı bir oy oranını yüzde 40’a hatta 35’e indirmek. Bu sır değil. Mahcup bir biçimde AKP’liler bunu birkaç kez dile getirdiler. Dile getirenlerden birisi de bizzat Erdoğan’dı. Ama bunu “biz artık yüzde 50 artı bir oyu alamıyoruz o nedenle anayasayı değiştireceğiz” şeklinde dile getirmeyecekler doğal olarak. Her anayasa değişikliğindeki gibi bu niyet gizlenecek, kasanın üzerine sağlam domatesler, seçmeni ikna edecek başka gerekçeler konulacak. Yeni anayasa iyi bir ambalaj ama yeterli değil. Referanduma gidilecek sayı bulunabilirse bunun müşterisi çok olmaz. Bu seçim sürecinde kullanılarak ciddi bir alt yapısı oluşturulan LGBTİ+ karşıtlığı ve daha önceden hazırlanan ailenin korunması ve türban değişiklikleri güzel malzeme.

Erdoğan bunun işaretini de net bir biçimde verdi:

“Önümüzde günlerde Meclisimizin takdirine sunacağımız anayasa değişikliği teklifini bu yönde atılmış önemli bir adım olarak görüyorum. Bu değişiklik önerisiyle bir yandan başörtüsüne anayasal güvence kazandırırken, diğer taraftan da sapkın akımlar tarafından giderek daha fazla tehdit edilen aile müessesesini korumayı hedefliyoruz"

Şimdi kafanıza takılan soruya yanıt verelim, “Bunun için anayasa değişikliğine hem de sayısal çoğunluk yokken niye gidilmek istensin?” İşte Erdoğan siyaseti tam da budur.

Gölge kabine, Soylu-Akar meselesi

Geçtiğimiz hafta Hulusi Akar ile Süleyman Soylu’nun tekrar bakan yapılmamaları nedeniyle kırgın ve kızgın olduklarını yazdım. Soylu kırgınlığını çok göstermeyecek demiştim, çünkü siyasetçi. Ama Akar’ın görev kabul etmeyerek tepkisi göstereceğini aktarmıştım. Bana gelen bu bilgi doğal olarak Erdoğan’a kadar gitti ve kesin talimat geldi. Akar Milli Savunma Komisyonu Başkanı oldu. Oysa TBMM NATO Parlamenter Asamblesi Başkanlığını kabul etmeye hazırlanıyordu daha rahat etmek ve kısmı tepkisini ortaya koymak için. Anlaşılan yapamamış.

Akar, Erdoğan’a gösteremediği tepkisini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koltuğuna tekrar oturan seçim bölgesinden bir isim olan Mehmet Özhaseki’ye göstermiş ama. Siyasetçiler bakan olur olmaz seçim bölgelerini ziyaret ederler ve coşku ile karşılanırlar. Özhaseki de Kayseri programı yapmış ve il teşkilatı da karşılama töreni hazırlıklarına başlamış. AKP Kurucusu ve Kayseri’den milletvekili seçilen Ayşe Böhürler, Kayserili olmadığı gerekçesiyle adaylığına karşı çıkan Özhaseki’yi karşılamaya gelmek istememiş ama zorla da olsa ikna edilmiş. Seçim sürecinde yaptığı çalışmalarda mutlak bakanlık görevine devam edecekmiş gibi konuşan Akar ise ikna edilememiş. Evini taşıdığı gerekçesiyle karşılama törenine katılmamış.

Erdoğan yine ilginç bir iş yaptı ve eski bakanlara TBMM’de birer makam tahsis etti. Hiçbiri açıkta kalmadı. Bunu daha önce plan olarak ben de yazmıştım. Eski bakanların komisyonları netleşince çok daha ilginç bir durum ortaya çıktı. İlk kez bir iktidar partisi içinde gölge kabine olarak adlandırılacak kurul oluştu. Hem de halef-selefler arasında sıkıntılar bulunan bir tablo bu. İçişleri Komisyonu Başkanı olan eski bakan Soylu ile yeni bakan Ali Yerlikaya ve Milli eğitim Komisyonu Başkanı eski bakan Mahmut Özer ile yeni bakan Yusuf Tekin ile uzun yıllar içinde yer aldıkları askeri nizamda önemli olan alt üst ilişkisi değişen Yaşar Güler ile Akar bunların en somut örnekleri. Halen Güler ile Akar’ın devir teslim törenindeki gergin görüntüler konuşuluyor.

Mevlüt Çavuşoğlu ile Nurettin Nebati komisyonlarda görev almadılar. Nebati’nin nedeni bilinmiyor ama “sen biraz her şeyden uzak dur” dendiği konuşuluyor. Çavuşoğlu affını istemiş, Dışişleri Komisyonu toplantılarının gergin geçme ihtimaline karşı. O da bakanlık beklentisi olanlardandı.

Aslında komisyon toplantılarının gergin geçme ihtimali Akar ile Soylu’nun da kâbusu. TBMM Genel Kurul salonunda bütçe görüşmelerinde yaşananlara fragman dersek -özellikle Milli Savunma ve içişleri Komisyonlarında- komisyon toplantılarındaki görüşmelerin bitme ihtimali olup olmayacağını bile tartışmaya başlarız. Sadece komisyon toplantılarına bakınca bile bu dönemin çok ilginç olacağını söyleyebiliriz.

Not: CHP’yi de haftaya konuşuruz artık…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR